Hayat su gibi akıp gidiyor. Covid’le tanışalı nerdeyse bir yıl olmuş. Gelecek günler geçen günleri aratır mı diye korkuyor insanlar. Covid mutasyona uğramış, Kızamık artmaya başlamış. Aşı geliştiriyormuşuz, peki o aşılarda kısırlaştırıcı madde iddiası konusu ne olacak!?
“Korku pandemisi” Covid’den daha korkunç bir hal aldı. Çin’de çıkan Covid artık Çin’in gündeminde değil, İsveç zaten hiç oralı olmadı. Biz de evde kal, maske tak, sosyal mesafeye dikkat, elini yıka, kolonya kullan gidiyoruz.
İşgale karşı halk muhteşem bir direniş gerçekleştirdi. Kuvayı Milliye, Müdafayı Hukuk, “Ya istiklal ya ölüm”.. Doğuda Kars İslam Cumhuriyeti, Batıda Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Antep ve Maraş’ta “İlayı kelimetullah için” ayaklanan halk!
Dün İstanbul’un kurtuluşu idi. İşgal kuvvetleri geldikleri gibi gittiler. Ruslar gitti, biz Rus generallerinin heykelini Taksim anıtına diktik. Bugün o anıta çelenk koyuyor “devlet büyüklerimiz”. “Rakıyı içince anladık Yunan’la kardeş olduğumuzu”! Bugün Azerbaycan için söylüyoruz “İki millet tek devlet” diye, Venizelos geldiğinde Yunanistan için söylüyorduk aynı sözleri. İngilizlerle, Fransızlarla müttefik olacaktık sonuçta. Ruslarla dostluğumuzu pekiştirmek için Komünist Partisi bile kuracaktık. İngilizlerle dostluğumuz İngiliz kıralının ziyareti ile pekiştirilecekti. Dün dünde kalmıştı, Demirel’in dediği gibi “Dün dündür, bugünse bugün”. Dosttuk artık. Yüzümüzü batıya dönmüştük, zaman algımız, mekan algımız, kıyafetimiz, yazımız, eğitimimiz bu “yeni normal” döneme uygun hale getirildi.
Hani inkılablar deniyor ya, aslında hepsi Osmanlı’da vardı. İnkılabların bizim hayatımızdaki tek gerçekliği, İslami olanın yasaklanması ve batılı olanın “mecbur” edilmesi idi. Artık “Muasırlaşacaktık.” “Asri” yani “Çağdaş” bir toplum olacaktık. “Asri hayat, oh ne rahat, yan gelde yaaaat!” Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak denen 3 tarzı siyasetten, İslamlaşmak 2. Meclisle başlayan, Lozan sonrası 2. Cumhuriyetle birlikte tasfiye edilmeye çalışıldı. İslam “irtica”, dindar “mürteci” olarak damgalandı. Türkçülük Moiz Kohen / Tekinalp tarafından Atatürk Milliyetçiliği” şeklinde yeniden tanımlandı. Türk Ocakları’nın arkasındaki ana sponsor “Lazaro Franco” idi. Biraz Hitler Nazizm’i, biraz Mussolini faşizmi, “Dağ başını duman almış..” “Kara gömlekliler, “Yavru kurtlar” vs.. Tek Parti döneminin sonuna doğru Türkçülük tabutluğa kaldırıldı(!). Kala kala “Batılılaşmak” kaldı elimizde.
Bugünlere geldik. Bugün halimiz ortada. AB kapısında bekletiliyoruz, NATO’da “ucuz asker deposu, sıçrama tahtası, paratoner, batının güvenlik bariyeriyiz. Kıbrıs Rum kesimi, Bulgaristan, Yunanistan, hepsi AB üyesi oldu ve biz hâlâ bekletiliyoruz.
Dün Doğu Akdeniz’i, Ege’yi konuşuyorduk. Suriye ve Irak gündemdi, Libya’yı konuşuyorduk. Şimdi gözler “can Azerbaycan”da. Tam böyle bir zamanda gündeme bomba gibi düşen bir haber: Kırgızistan’da 4 Ekim Pazar günü yapılan milletvekili seçim sonuçlarını protesto eden göstericiler, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve içerisinde yer alan parlamentoyu işgal etti. Göstericiler, yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanan eski Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’i işgal ettikleri cezaevinden çıkardı”.. FETÖ darbe mi yapıyor yoksa. Yeni bir “Taliban” vakası mı yaşıyoruz. Ya da yeni bir “Belarus” vakası mı? Savaşlar, cepheden gelen haberlerden bağımsız okunamaz. Ama tek gerçek cepheden gelen haberlerden de ibaret değildir.
Sıcak çatışmalar, hiçbir zaman çatışmanın iki tarafından ibaret bir sebeb-sonuç ilişkisi ile sınırlı bir etkiye sahip değildir. Azerbaycan’da yaşanan olaylar, süreç ve sonuçları Rusya’yı da ilgilendirir, İran’ı da Türkiye’yi de. Minsk grubu üzerinden Fransa’yı da ilgilendirir, ABD’yi de. Bu konu Fransa üzerinden Avrupa’yı da ilgilendirir. O zaman NATO’yu da ilgilendirir. BM Güvenlik Konseyindeki 5 daimi üyenin 3’ü Minsk grubunda. O zaman hem BM, hem de Güvenlik Konseyini de ilgilendirir.
Türkiye ve İran, D8 ülkesi. Pakistan da bu krizde Türkiye ve Azerbaycan’ın yanında. Yani D8 ülkelerinin 3’ü bu olayda aktif taraf. Bu konu D8 ülkelerini de ilgilendirir. D8 ülkeleri Endonezya, Malezya, Bangladeş, Mısır ve Nijerya. RCD yerine kurulan Bölgesel İşbirliği konferansında ayrıca Türkiye ile birlikte yine İran ve Pakistan da var. Öte yandan; Azerbaycan Türk dünyasının bir parçası.. Bu işten ister istemez Gürcistan da etkilenecek. Ermenistan bir kara ülkesi. Denize tek çıkışı Gürcistan üzerinden. Azerbaycan Genelkurmay başkanı Rusların adamı diye tutuklanıyor, Ruslar Ermeni Genelkurmayını istemiyor.
Bakın, bu kadar karmaşık hesapların olduğu bir coğrafyada, sadece bir çatışma alanına bakarak gerçeği göremezsiniz. Mevlana’nın dediği gibi “Köpeğin kuyruğuna basarsınız, sesi başka yerden çıkabilir”. Şunu görelim, Minsk grubunun orada varlığı, oradaki krizin varlığına bağlıdır. Onlar krizi sona erdirirlerse kendi varlık sebebleri ortadan kalkar. Orada varolmak için kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir krize ihtiyaçları var. Onun için sadece Karabağ’a bakarak gerçeği göremezsiniz. Gerçeğin şifreleri Washington, Londra, Moskova ve Paris’te gizli, hatta Vatikan’da, Tel Aviv’de gizli.
Bu sorun tamamen çözülse bile, yarın iş isyanlar, bölünmeler, darbe girişimleri gündeme gelebilir. Onun için rejimler ve yönetici kadroların da kendilerini gözden geçirmeleri gerek. Tek sorun sınır değil. Gelecek günlerde bizi nelerin beklediğini görüp, yüzümüzü Hakk’a, adalete çevirip ona göre bir yol izlememiz gerekir. Yoksa bir dert biter, başkası başlar. Bakarsınız gelecek günler geçen günleri aratır olmuş. Sadece bizim dışımızdakilerin değişmesi yetmiyor, bizim de değişmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki, biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Övünmek ve dövünmek çare değil. Selâm ve dua ile.