Oyalamanın bedeli...
İşlerimiz fena halde karışmış durumda. Kurulduğundan beri olmasa da, en azından 1950"den sonra var olduğu hususunda ittifak edilen Kuvvetler Ayrılığı Prensibi, sahiden var mıydı yoksa o da, gerektiğinde kolaylıkla rafa kaldırılıbilecek bir şey mi idi?..
Yasama ve Yürütme, ihtiyaç hasıl olduğunda rahatlıkla kenara itilebilecek güçler cümlesinden midir?
O zaman, Sistemin meşruiyetinin temelleri nelerdir?
Yani mesela, 70 milyonu temsil etmesi beklenen Yasama"nın ve dahi o gücün içinden çıkmış olan Yürütme"nin elini kolunu bağlayabilen Anayasa Mahkemesi"nin meşruiyeti, nereden kaynaklanmaktadır?
Anayasa"nın 7. Maddesi son derece açık: "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi"nindir. Bu yetki devredilemez."
Her ne kadar TBMM devretmiş olmasa da, kesinlikle kendisine verilmemesi gereken bu yetkiyi, Anayasa Mahkemesi kendi tekeline aldığına göre, ne olacak şimdi?
Anayasa"nın "bu yetki devredilemez" şeklindeki kesin emrine rağmen, yetkisini kendisine kaptırdığı için, Anayasa Mahkemesi TBMM"ye ceza kesmeye filan kalkışır mı acaba?..
Sistemin üzerine kurulu olduğu zannedilen hemen her şeyi, gerektiğinde yok sayan ve sadece bir avuç insanın arzuları doğrultusunda sürüyormuş gibi gözüken bir gidişatla karşı karşıyayız.
Aslında, gidişin tam olarak nereye doğru olduğunu anlıyor olmasalar da, sık sık geçici ve de küçük zaferler kazandıkları için ellerini oğuşturanlar, hallerinden memnun.
Milletimizin çoğunluğunun, mutsuz bir şekilde manzarayı izliyor oluşunun, onları rahatsız ettiği de söylenemez.
Meselenin bam teli ne?
Başörtüsü mü?.. Hiç de değil.
Türkiye"nin haline bakın!.. Bu ülkede yaşayan insanların tabii ki başörtüsü diye bir problemleri var. Ve bunun neden problem haline getirildiğini de anlayabiliyor değiller.
Ama bu problemi ta derinden yaşayan insanlar da dahil olmak üzere, insanların esas meselesi, ülkenin nereye doğru götürülmekte olduğu...
Başörtünün serbest bırakılması ya da yasaklanması tartışmalarının kazandığı öneme bakın bir.
Siyasi partiler, üniversiteler, yargı kurumları, sivil toplum kuruluşları... Aklınıza gelebilecek hemen her kurum ve kuruluş, bu tartışmanın bir tarafı. Hepsi de oraya kilitlenmişler..
İyi ama Türkiye sadece bu konuya bu kadar mesaisini hasredecek kadar rahat bir ülke mi?..
İçte ve dışta, başka önemli problemlerimiz kalmadı mı?..
Bölgemizde rahat mıyız?.. Dünyanın gittiği yönde bize ne gibi roller biçiliyor, farkında mıyız?.. Farkında isek, razı mıyız buna?.. Değil isek, ne yapıyoruz?
Eğitimi, sağlığı, bayındırlığı halledebildik mi?..
İşsizlik oranları artıp duruyor. Hayat pahalılığı yükselişte. Üretim gittikçe düşüyor, ithal mallar her yeri doldurmuş durumda...
Gelir dağılımı adaletinden ne haber?.. Kamunun elindeki varlıklar bir bir başkalarına mal oluyor?..
Bu durum, normal bir durum mu?..
Bunları ve benzerlerini konuşması, tartışması ve çözüm bulması gereken Türkiye, ne yapıyor?..
Bütün bunları yok sayarak, bir avuç mütegallibenin, başkalarının nasıl davranması gerektiği hususunda ahkam kesmesi demek olan başörtüsü yasağının peşine takılmış gidiyor...
Yüzde 99"u Müslüman olan bir ülkede, sürekli olarak başörtüsü yasağı peşinde koşmak, suları tersine akıtmaya çalışmaktan başka nedir ki?
Onlar istese de istemese de, Milletimiz inancına sahip olmayı sürdürdükçe, başörtüsü meselesi mutlaka hallolacaktır. Sular biteviye tersine akmaz, akamaz çünkü...
Suları tersine akıtmaya çalışanlar da, canını yakarak Milletimizi oyalamaya çalışmanın karşılığını, bir şekilde alacaklardır herhalde...
milli gazete