Paralel’le mücadele... Herkes, elini taşın altına koysun!

Hasan Karakaya

Dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi; “Halkın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı” olan Tayyip Erdoğan, “AK Parti İl Başkanları”na hitap ederken; “Yeni Başbakan’a, çok önemli 2 emanet” bıraktığını söylüyordu.

O “2 emanet” şuydu:

“Çözüm Süreci.”

“Paralel’le mücadele.”

27 Ağustos’taki Kongre’de “Hem Başbakan, hem AK Parti Genel Başkanı” olacak kişi; hem “Çözüm Süreci”ni yürütecek, hem de “Paralel Çete ile mücadele”yi kararlılıkla sürdürecekti.

Sözleri açık ve netti:

l “AK Parti’nin, 27 Ağustos’taki genel kuruldan sonra da paralel ihanet çetesiyle mücadelesinin aynı kararlılıkla sürdürmesi millete verilmiş bir sözdür, vaattir.

Genel başkanlık ve Başbakanlık makamına gelecek arkadaşımızın da ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu yapıya, hiçbir şekilde müsamaha göstermemesi; hem bizim, hem de milletimizin beklentisidir.” 

Tamam “Paralel’le mücadele” edilecek edilmesine de; bu mücadelede başarılı olabilmek için, bu “yapı”nın “kod”larını çok iyi bilmek ve onları “çok iyi tanımak” gerekiyor.

Tayyip Erdoğan, konuşmasında; bunların nasıl bir “taktik” uyguladığını, nasıl bir “ruh yapısı”na sahip olduğunu şöyle anlatıyordu:

 “Hizmet, fedakarlık, cefakarlık dediler, saf, temiz bir kitleyi hem maddi, hem manevi iliklerine kadar sömürdüler. Oradan devşirdikleri gücü, ülkenin ve milletin aleyhine kullanmak istediler. Üzerimize mertçe gelmediler, sinsice, gizlice, gözetleyerek, izleyerek, montajlar yaparak, takip ederek, kaydederek, yani en alçakça metotlarla bizi sindirmek istediler.”

l “Bunların ilkesi falan yok... Bunlar kıbleyi, mıbleyi her şeyi kaybettiler.”

l “Aileleri çökerttiler. Aileleri birbirinden ayırdılar.”

BİR GENCİN MEKTUBU

İşte size, bugün, onların nasıl bir taktik uyguladığını ve insanları nasıl kullandığını gösteren bir olay aktaracağım...

Hem de; 

Bir “damdan düşen” birinin ağzından...

Buyrun, birlikte dinleyelim:

Ben katsayı mağduru bir İmam-Hatipliyim. Bundan “tam 9 yıl önce”siydi. 2005 yılı ÖSS sonuçları açıklanmıştı... Maalesef İlahiyat fakültesi ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümleri haricinde katsayı zulmüne uğrayacağım için, başka da tercihim olamayacağımdan, nereleri yazacağımı düşünüyordum ki!.. 

Telefonum çaldı.  

Arayan kişi İzmir Körfez Dershaneleri eğitim sorumlusuydu... Sınavdan aldığım puanın yüksek olduğunu ki (Türkiye’de 1304. sıradaydım) eğer talep edersem istediğim bir bölümü okuyabileceğimi söyledi bana... Doğal olarak aradığımı bulduğumu düşünerek görüşme teklifini kabul ettim. Öncelikle bunun nasıl mümkün olacağından bahsetti. Hemen ertesi gün, İstanbul’a mülakata gitmem gerektiğini söyleyerek, bana biletimi verdi. Ben de bu şahsın bahsettiği yer olan İstanbul Şirinevler FEM Dershanesi’ne ulaştım. 

Baktım ki; benim gibi ÖSS’ye girip en yüksek puanları almış yaklaşık 250 öğrenci mülâkat için orada... İşin özü şu ki; Fethullah Gülen, Türkiye’de İmam-Hatip mezunu olup ÖSS’de en yüksek puanı alan ilk 250 öğrenciyi kendi üniversitelerinde ücretsiz olarak okutma emrini vermiş... 

Ne güzel hizmet değil mi? 

Neyse… Elimize birer bilgi formu verip; “Doldurun bunları, birazdan mülakatta değerlendirmeye alınacaksınız” dediler. Formda istedikleri bilgiler “öğrenciyi tanımaya yönelik”miş sözde!.. Fakat o an anlam veremediğim ve cevabını vermek zorunda olduğum bazı sorular vardı:

- Ne zamandan beri Hizmet grubumuzdasınız?

Boş kalmasın diye, “bir yıl” yazdım.

- Hocaefendinin kitaplarından ve risalelerden okuduklarınızın isimleri yazınız.

Orada tanıştığım, yanımdaki bir arkadaşa sordum ve “Gençlik risalesi” yazdım…  

Bunun gibi birçok soru vardı; aklımda kalanlar bunlar. Bir süre sonra mülakat odasına girdim karşımda “üç hizmet ehli” beyefendi duruyordu... Biraz kendimden bahsettikten sonra yine benzer sorular gelmeye başladı:

“Tanıma formunda bir yılda sadece bir risale okuduğunuzu yazmışsınız. 

Bu adet az değil mi? 

Günde kaç sayfa risale ve hocaefendinin kitaplarından okuyorsun?..”

Ben de, aynen şöyle cevap verdim:

“Neden günde kaç sayfa Kur’an-ı Kerim ve meali okuyorsun diye sormuyorsunuz da birtakım kitaplardan bahsediyorsunuz? Her Müslümanın gündelik olarak okuması gereken kitap Kur’an değil midir?” Bunun üzerine biraz yüzleri düştü, birbirlerine baktılar ve “peki o zaman, bize şu sureden biraz okur musun?” dediler... Tamam dedim ve başladım okumaya. Okuyuşumu beğendiler... Bu arada Kur’an Hâfızı olduğumu verdikleri formda belirtmiştim.

Bana şu soruyu sordular:

“Hizmet nedir, tanımlayabilir misin?”

Bu soruyu da şöyle cevapladım. 

“Allah rızası için Allah’ın yolunda yapılan hayırlı iş ve davranışlara hizmet denir” dedim. 

İçlerinden birisi atıldı ve hışımla; 

“Hiç öyle hizmet tanımı olur mu?.. Hizmet, abinin verdiği emirleri sorgusuz sualsiz ve derhal yerine getirmektir” dedi. 

Ben de peki; “Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan istekleri de mi derhal yapacağız” dedim. 

Yine birbirleriyle göz göze gelip sadece sustular.

“AFRİKA’YA GİDER MİSİN?”

İşte böyle… 

Bunun gibi sorular birbirini takip etti... Ve mülâkat biter bitmez olumsuz sonuçlanacağını düşünerek, hemen İzmir’e döndüm.  

Derken; daha akşam olmadan bir telefon geldi İstanbul’dan...

Diyorlardı ki; “Hemen buraya gelin, biletiniz de hazır... Mülâkatta başarılı oldunuz, son bir mülakata daha girip, istediğiniz bölümde ücretsiz okuyabileceksiniz.” 

Açıkçası şaşırmıştım...

Çünkü onların istedikleri cevapları vermediğimi düşünüyordum. Hatta benimle beraber bir arkadaşım daha gitmişti İzmir’den. 

O, “kesin başarılı oldum” diye düşünürken, son mülakata çağrılmadı.

Yine ertesi sabah İstanbul’a ulaştım. Bu kez mülakat yeri Bahçelievler’de bir öğrenci yurduydu. Baktım ki bu kez çağrılan kişi sayısı düşmüştü... Neyse sıram geldi ve görüşme odasına girdim. Karşımda Gülen Cemaatinin Türkiye eğitim sorumluları…

İlk soruları şu oldu:

“Öncelikle hangi bölümde okumak istiyorsun?” 

Uluslararası İlişkiler veya Hukuk istediğimi belirttim. 

“Tamam, Fatih Üniversitesi veya İstanbul Kültür Üniversitesine göndereceğiz” dediler.

Bir soru daha sordular:

“Peki, okuldan mezun olduktan sonra sana; okuduğun alan dışında bir işte, mesela öğretmenlik yap desek yapar mısın?”

Dedim ki; 

“O zaman bu bölümleri okumamın ne anlamı kaldı ki? Hayır, kabul etmem.” 

“Peki” dediler, “Yine, şimdi Afrika’ya gitmen gerekiyor, sana orada ihtiyacımız var, gider misin?” 

“Hayır, gitmem Türkiye’de ve kendi mesleğimde çalışırım” dedim.

HANİ ÜCRETSİZDİ?

Son olarak, “okul için yıllık 5.000 TL ödersem kabul edilebileceğimi” söylediler. Ben de buna çok kızdım. Dışarıda gariban birçok öğrencinin olduğunu ve kendilerine ücretsiz eğitim fırsatı tanınacağı için burada olduklarını, Fethullah Gülen’in de böyle bir emir verdiğini kendilerine söyledim... “Tamam o zaman sen, 2.500 TL ödesen de olur. Sen akıllı çocuksun, seni aramızda iyi yerlerde görmek istiyoruz” dediler. 

Bunu da kabul etmedim ve masadan kalkıp kapıya yöneldim.

Bu sırada içlerinden biri hemen arkamdan gelerek kapıdan çıkmadan kolumu tuttu... “Gel gitme, seni ücretsiz okutacağız, sen iyi konuşuyorsun milleti de kolayca yönlendirirsin, istediğin gibi etkileyebilirsin, çok işimize yararsın” dediler... 

İşte o an “farklı bir oluşum”un var olduğunu ve buna girmem için teklifte bulunduklarını kesinlikle fark ettim. 

Çünkü tüm bu görüşmelerde; “gizli, açıklanamayacak ve de tanımlanamayacak bir sistem”in olduğunu düşünmeye başlamıştım ama, emin olamıyordum. 

Arkama bile bakmadan oradan ayrıldım. Çünkü kendilerine gönül vermiş “Hizmet tabakası”nın en altında; “Allah rızası için çalışan, evine götürmediği ekmeğini onlarla paylaşan saf temiz insanlar” gözümün önüne geldi. Bu sisteme girerek, “piramitin üst kısmı”nda olup, hem Allah deyip hem insanları kandıracak kadar alçak bir vicdanım yoktu. Bu yaşadıklarımı tüm çevreme anlattım ve bir oluşumun olduğunu o sistemden uzak kalmalarını istedim. 

Birçoğu bunları belki de bir hikâye sandı ve bana gülüp geçti. 

Fakat şimdi; ortada korkunç bir yapının mevcut olduğunu onlar da gördü...

İşte böyle... 

O zaman adını koyamadığım bu yapı meğer ki “Paralel” yapıymış... 

Allah bunlara fırsat vermesin. Aminn..”

YATAY GEÇİŞ SKANDALI!

Okurumun yazdıkları bu kadar... 

Tamam, onu kandıramamışlar ama, “kandırdıkları ve kullandıkları” o kadar çok ki!..

Buyrun, adı bende saklı, “Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi” bir okurumun yazdıklarını okuyalım...

“Oğlum; 459 giriş puanı ile Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’ni kazandı ve orada okumaya başladı.

Yatay geçiş için Düzce Tıp Fakültesi’ne başvurduk... Yatay geçiş listeleri açıklanınca, bir de ne göreyim?!?..

Yatay geçişleri kabul edilen öğrencilerin, birisi hariç, tamamı Paralelci Tıp öğrencileri!..

Bolu İzzet Baysal ve Düzce Üniversitesi’ne, yatay geçişleri kabul edilen tıp öğrencilerinin sayısı 110’dan fazla!..

Ama, ne gariptir ki;

Yatay geçişleri kabul edilen öğrencilerden çoğunun puanları, bizim delikanlının puanından çok daha düşük...

Dediğim gibi;

Bizim delikanlının ÖSYM puanı 459 olduğu halde yatay geçiş hakkı verilmiyor ama, puanları 441 ile 386 arasında değişen birçok öğrenciye yatay geçiş hakkı tanınıyor!..

Bu nasıl Müslümanlıktır, bu nasıl adaletsizlik ve bu nasıl hak yemektir?..

Bir de diyorlar ki;

Haram lokma yemedik!..

Peki, kul hakkı yemek helâl midir?.. Bir öğrencinin istikbali ile oynamak, haram lokma yemek değil midir?

Haa, benim kişisel bir beklentim yok... Zira, oğlum zaten Sivas Tıp’ta okuyor... Tekraren aynı okuluna devam eder ama bu devran böyle devam etmemeli.”

YÖK, EL ATMALI!

Öğretim üyesi okurumun bu yazdıkları, bir “iddia” olmanın ötesinde, “belgeli” bir suç duyurusu niteliğinde...

Bu “suç duyurusu”nun YÖK tarafından da dikkate alınacağını ve “ÖSYM puanı 459 olan öğrencinin yatay geçiş talebi geri çevrilirken, 386-441 arası puana sahip öğrencilerin yatay geçişlerinin nasıl kabul edildiğini” herhalde araştırılacak ve gereği yapılacaktır!..

Ben isim vermiyorum... YÖK; “Bu yıl yatay geçiş yapanları Bolu ve Düzce’den isterse, “Paralel katakulli”yi kendisi görür!..

Çünkü, bu “katakulli” çevrilirken;

YÖK’ün, 10 Temmuz 2014 tarihinde yaptığı düzenlemeye, yani “Yatay Geçiş Yönetmeliği Ek Madde-1’in Uygulama Esasları”na hiç riayet edilmemiş, daha doğrusu, YÖK’ün yönetmeliği “paspas” yapılıp, çiğnenmiştir!..

YÖK’ün, buna sessiz kalacağını sanmıyorum... Herhalde gereken yapılacaktır.

Paralelciler, eğer “Ek Yönetmeliği deliyor” ise, YÖK’e düşen; “10 Temmuz 2014’te çıkardığı Ek Yönetmelik”te geçen ifadeleri, “Ana Yönetmelik”haline getirmektir.

Aksi taktirde, bu zulûm devam eder!..

NİĞDE’YE DE EL ATIN!

Haa, sırası gelmişken, YÖK’e bir çağrıda daha bulunmak istiyorum...

Fırsat bulurlarsa, “Niğde Üniversitesi’nde neler olup bittiğine” de bir baksınlar... Niğde Üniversitesi’nin “MHP ve Ülkücü tandanslı” rektörü Prof. Adnan Görür’ün; “Ulusalcı ve Paralelciler”le el ele verip, üniversitede “kıyım” yaptığına dair çok ciddi iddialar var.

Sayın Rektör’ün, geçen yıl “Akil Adamlar Heyeti”ne son derece soğuk ve önyargılı bir tavır takındığını, “Paralelciler’in düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’na katılan öğrencilere ise nasıl sıcak bir ağırlama yaptığını” biliyoruz.

Ama, aynı Adnan Görür’ün “dizüstü bilgisayarlar” ve “usulsüz ihalelere imza atmayan” personele “mobing” uygulandığı iddialarına kulak tıkadığına dair söylentiler var.

Demem o ki;

Ben, bu olayların “ayrıntı”larına girmeden önce, YÖK; bir “müfettiş” görevlendirip, iddiaları yerinde araştırsın!..

Zira, “Halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan” uzun süredir “Paralel Çete ile mücadele” için canını dişine takmışken, YÖK’ün ve “rektör”lerin, umursamaz bir tavır içine girmeleri, asla kabul edilemez.

Herkes sorumluluğunu yerine getirsin, herkes görevini yapsın!..

Diyeceklerim, şimdilik bu kadar!..

Ama, “deşifre”ler sürecek!..

*************************************************************

Beylikdüzü Belediyesi’nin “iftar” açıklaması

“Mail yağmuru” sebebiyle, İstanbul Beylikdüzü Belediyesi’nden gelen maili gözden kaçırmışım... 

8 Ağustos’ta yazdığım “Vatandaşa iftar verilmez ama vatandaşın parasıyla Cumhuriyet’e ilan verilir” başlıklı yazıma cevap veren Beylikdüzü Belediyesi, özetle demiş ki;

“Beylikdüzü Belediyesi, bu yılki Ramazan’da ihtiyaç sahibi vatandaşlara her iftar vakti sıcak yemek dağıtmıştır.”

Olabilir... Allah razı olsun... Ama benim bahsettiğim iftar, Fatih Sultan Mehmet Camii’nin etrafında verilen ve gelenek haline gelen iftardı... Vatandaş, oraya “sadece yemek yemeye” gelmiyordu... 

O yemeklerde, halk birbiriyle tanışıyor, kaynaşıyordu...

CHP’li Başkan Ekrem İmamoğlu, işte bu geleneğe son verdi... “İhtiyaç sahiplerine sıcak yemek dağıtma” meselesine gelince... Onu, Yusuf Uzun başkan da yapıyordu... Ama, “iftar etkinliği”nden de geri kalmıyordu....

“Cumhuriyet’e ilan” meselesine gelince... Demişler ki; “O ilan, Başkan Ekrem İmamoğlu’nun şahsına aittir, parayı Belediye’nin ödemesi sözkonusu değildir.”

Sormak gerekmez mi, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhuriyet’e ödediği o para, “maaşından” değil midir?.. 

Peki, maaşını kim ödüyor?.. 

Kaldı ki; o ilan, niye “Sadece Cumhuriyet’e” veriliyor... Meselâ; çok daha fazla satan Hürriyet’e niye verilmiyor?..

Gördünüz işte; “dürüst gazetecilik” ilkem çerçevesinde, gönderdikleri “açıklama”yı yayınladım... 

Ama, kesinlikle ikna olmadım...

yeniakit