Partizan olmak

Abdurrahman Dilipak

Oy anam oy! Millet can derdinde, partiler oy derdinde. Pandemi sonrası süreç siyasete damgasını vuracak. Siyaset bundan sonra savaş yıllarında olduğu kadar zorlu bir süreç olacak. Hem de bugünden başlayarak. Sadece Türkiye’de değil, bu süreçten etkilenen tüm ülkelerde.

Bakın bu mevcut partilerin birçoğunun alacağı oy, üye sayısının altında kalacak.

Bakmayın siz o kamuoyu araştırmalarına, media ve bu şirketlerin çoğu parayı verenin siparişine uygun sonuç üretiyorlar. Yani anlayacağınız parayı veren düdüğü çalıyor. Ne kadar çok para verirseniz, o kadar hızlı üfürüyorlar. Malum media da “dibek döğenin hık deyicisi” rolünde. Malum Bill’in adamları ise kadrolu yalancı şahid rolünde. Siparişe uygun yorum, analiz, mütalaa, görüş ne lazımsa. Bu durum sadece bize has bir durum değil, dünyanın birçok ülkesinde bu böyle. Sadece diktatörlüklerde değil, demokrasicilik oynayanlar da böyle. Aralarındaki fark bazıları rolünü iyi oynuyor, bazıları kötü. Bazıları yerken üstüne-başına döküyor, o hesap. Tabii ucuz kamuoyu araştırma anketlerinin pişirdiği “yahni” iyi olmuyor. Onu tadlandırıcılarla, salatası, sosuyla tadlandırmak gerek.

Biraz din, biraz tarih, biraz ulusalcılık, milliyetçilik, liberalizm ve biraz sanat katarsanız işe, o bilimsel kuruluk yumuşatılmış olur.

Savcılar ihbar kabul eder mi bilmem ama, mesela birçok kişi parti üyesi olduğunun farkında değil. Başvuru belgelerindeki imza kendilerine ait değil ve birçoğu yıllardır üye aidatı filan da ödemiyor. Peki nasıl oluyor bu iş derseniz, oluyor işte. Evrakta sahtecilik mi dersiniz, kayıt dışı para transferi mi dersiniz. Bu aidatları birileri ödüyorsa onlar kim, niye ödüyorlar ve bu değirmenin suyu nereden geliyor? Siyasetin finansmanı öteden beri hep sorun olagelmiştir zaten. Bu piyasa ne yazık ki, şeffaf değil. Bu sistemin bir faydası var, yaramazlık yapan bir üyeyi istediğiniz zaman kapının önüne koyarsınız. Çünkü üyelik formundaki imza sorunlu, zaten aidat da ödemiyorsunuz. O kadar üyenin büyük bir çoğunluğu hiçbir etkinliğe ya da oylamaya katılmamış. Bir yerde üye yapmışlar, bir rozet, bir kimlik kartı onun işini görüyor.

Aslında bana sorarsanız, bu kişilerin şahsında partiler ciddi bir itibar kaybediyor. Bunlar kendine ya da çocuklarına iş bulmak, belediyede işini görmek için üye olmuş kişiler. Kıraldan fazla kıralcı tipler. Futbol takımı taraftarı gibi, kimi trollüğe yatkın, kimi holiganik bir amigoluğa hevesli. Biri onun tezgahına taş koymaya kalkarsa o zaman da militanlaşabilir ve bir muhbire dönüşebilir. Siyaset bu tiplerden yakasını kurtarmadığı sürece fayda değil, zarar üretir.

Siyasetçinin gözünde “dağdaki çoban”ın da bir oyu var, “Üniversitedeki Prof.”un da. Mesele “kemiyet”, “keyfiyet” meselesi. “Özgül ağırlık” meselesi. Kimisi parası ile giriyor bu piyasaya, kimi “oy” pazarlığı ile. Sakın bu “oyun”u görmeden “oy”unuzu kullanmayın. Siyaset sahnesindeki devleri cüce, cüceleri dev gibi gösteren konkav ve konveks aynalara dikkat.

Bakın bu “dağdaki çoban ve Prof.” ikileminin toplumdaki karşılığı ne? Partinizin üye profiline bakın, onların yıllara göre nasıl ve ne yönde değiştiğine bakın. Eş zamanlı olarak, parti üst, il ve taşra yönetimi ile milletvekili ve yerel yönetimlerdeki profiline bakın bakalım. Onlar ne yönde nasıl değişmişler. Bitmedi daha, peki oy veren profiliniz ve bunların STK, Media’daki karşılığı olan sosyolojik anlamda kitlesel imajı getirin gözünüzün önüne ve tercihinizi ona göre yapın.

Bazı partiler tabanda büyük bir desteğe sahipken, meslek odalarında, üye ve yönetici kadroları arasında tam zıddı bir tablo ortaya çıkabiliyor. Orada bakmak gerek, zengin tabaka ve okumuş tabaka nerede, bunlar paralel bir gelişim ve dönüşüm mü gerçekleştiriyor yoksa paradoksal mı? Bu verileri grafik olarak önünüze koyarsanız, kırılmanın nerede, nasıl ve ne zaman ortaya çıkacağını görmek için kahin olmanıza gerek yok. Ama işin kötü yanı, birileri bilmek ve görmek istemez bazı gerçekleri. Acı gerçekle yüzleştikleri zaman ise son çıkışı çoktan geçmişlerdir. Bazan da yakın çevreleri moral verme adına gerçekleri perdelemiş ve makyajlamış olabiliyorlar. Sonunda o “iyi niyet” de onları kurtarmaya yetmiyor.

Çok üyeli parti profili, popülist bir yaklaşımdır. Yönetemediğiniz güç güç değildir. Çok üye her zaman tercih edilmez, edilmemeli. Kalabalıkları başınıza toplamak zor değil, önemli olan onların taleplerine cevap verebilmek, onların akıl ve enerjisini doğru yöne kanalize edebilmekte. Bu kalabalıkları toplamak değil, dağıtmak zor. Dağıtmak istediğinizde başınıza bela olurlar. Her kafadan bir ses çıkar, herkes bir talepde bulunur, onların taleplerine olumlu cevap vermezseniz, can sıkıcı tepkiler verebilirler. Herkes yanlış giden işler yüzünden birbirini suçlamaya başladı mı, artık o tartışmanın nerede duracağı belli olmaz.

İster ideoloji, ister menfaat, ister lider karizması ile motive edilen bir hareket olsun, bir süre sonra mutlaka kendi içlerinde çatışırlar. Kütle ne kadar büyükse kontrol o kadar zor olur. Bu çatışmanın olmaması için sürekli bir aksiyon gerekir. Bu tür yapılarda bisiklet örneğinde olduğu gibi, durursanız inmeniz gerekir, yoksa düşersiniz. Sürekli merkezi cazibenin güçlendirilmesi gerekir. Ve dış tehdidin canlı tutulması gerekir. Sürekli yarış atı gibi koşacaksınız. Farklı bir aksiyon, cazibe, kontrol dışı merkezi ve tehdit alanı oluştuğunda, merkezin destek ve koruması altında kalanlar kaçarlar, savrulurlar. Çeper’den gelen “sual-i mukadder”lere cevap veremezseniz, çevreden kopmalar ve erimeler başlar.

Siyaset zor zanaatir. Avamı da havası da dengede tutmak gerekiyor. Hareketin şasesi güçlü değilse kırılma çabuk olur. Bu kubbenin sütunları sağlam değilse her şey liderin karizmasına yüklenirse, tek sütunlu kubbeler kırılgan olur. Her işte olduğu gibi adalet siyaset için de en önemli müessese olarak merkezde yerini alması gerek. Ve şeffaf bir yönetim. Yüksek bir akıl, ilim ve ahlak. İstişare ve şûra, ehliyet ve liyakat. İlişkilerde erdem temelli nezaket, hikmet ve güzel söz, her türlü kabalık, demagoji, polemik, yalan ve yaralayıcı bir dilden, aşırı övgü ve sövgüden oportünizmden uzak durmak gerek. Gayeye giden her yolu meşru görenler, gayrimeşruluk bataklığında boğulurlar.

Gerçek acı da olsa, zehirli baldan daha tatlıdır. Biri şifa, ötekisi ölüm sebebidir, hele bir de zehirli balı dost görünen bir münafık, altın tas içre sunuyorsa.

Sonuçta, biz bize benziyoruz. Vakıflarda, sendikalarda, derneklerdeki durum ne ki! En sağlam üyelik 1. Lig futbol takımlarında olsa gerek. Ama onların da başka sorunlar var. Sahi, devlet hangi şirkete, bir futbol şirketine verdiği desteği, pozitif ayırımcılığı, muafiyeti uyguluyor! Ama öte yandan, siyaset ve futbol taraftarlığı, sonuçta rasyonel olmaktan çok duygusal ve biraz da kişisel çıkar ya da ütopyaları ile ilgili olsa gerek.

Selâm ve dua ile.