Paşa'dan Zaman Gazetesine Telefon

İşte Zaman yazarı ile Tuğgeneral Gürak arasındaki diyalog.

Abdülhamit Bilici - Zaman

Paşa'nın telefonu!


Dağ başındaki akreditasyon dramını ele alan "Dağ başında kalsam beni kurtarır mısın Paşam?" başlıklı yazımın tarihine baktım. 15 Nisan'da çıkmış. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına mezar olan dağda yapılan bu gayri insanî muamele, ülkeyi ayağa kaldırdı.

Bazıları ısrarla görmezden gelmeye çalışsa da olay, Türkiye'ye mal oldu. Kamuoyu, Cihan kameramanı Lütfi'ye yapılan muameleye isyan etti. Birçok televizyon, gazete ve internet sitesi konuya geniş yer ayırdı. Onlarca yazar bu dramı ele aldı.

Normal bir demokrasi olsak, bu skandala muhatap olan kurumdan o gün cevap gelirdi. Normal bir demokrasi olmadığımızı bildiğimizden, öyle bir beklentiye girmedik. Bu tür ayrımcı muamelenin ne kadar rutin ve kurumsallaşmış olduğunu bildiğimiz için hiç ses çıkmaması ihtimaline bile hazırdık. Nitekim bazı dostlardan, "Hayalci olma, bir de cevap mı bekliyorsun?" diyenler oldu. Ancak benim insanlık, demokrasi ve vatandaşlık anlayışıma göre, skandalın sorumlularının kesinlikle cevap vermesi gerekiyordu. Bu açıdan, Lütfi'nin mesai arkadaşım olması önemsizdi. Bu çirkin uygulama dağ başında gerçekleşmiş olsa da ülkemin dağ başı olmadığını bilmek istiyordum.

Ses çıkmayınca, 18 Nisan'da "Cevabınızı duyamadık Paşam?" diye, nezaketimizi bozmadan açıklama beklediğimizi yazdım. Yine ses yoktu. Arayıp soran olmadı. Bu arada sadece Genelkurmay'dan aradığını söyleyen bir şahsın Lütfi'nin cebine telefon ettiğini biliyorum. Lütfi de 'bilinmeyen numara'yı görünce şüphelenmiş, gerekli bilgileri çalıştığı kurumdan alabileceklerini söyleyip kapatmış. Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un sorulara cevap vereceğini duyurduğu 29 Nisan toplantısında konunun gündeme geleceğinden kuşkum yoktu. Onlarca gazeteciden birinin, hiç değilse yakında akredite olanlardan birinin bu soruyu Başbuğ'a yönelteceğini umuyordum. Zira sorulacak sorular listesinde konu, hep ilk üçteydi. Soru-cevap bölümü, bu konu sorulmadan kapanınca medyamız adına bayağı üzüldüm. Dersini iyi çalışmamış öğrenci görüntüsü çizen meslektaşlarımız, konuyu ya atlamış, ya umursamamıştı. 'Cesaret edemediler' demek istemiyorum. Şükür, Org. Başbuğ konuyu kendi sorup kendi cevapladı. Belli ki skandal Başbuğ'u da üzmüş, konuyu araştırtmış ve cevabını hazırlamıştı. Hava sıcaklığından dağdaki insan sayısına, birçok detaya girdi. Olayı görmezden gelmemesi olumluydu. En önemlisi de ekstra bilgi gelirse gereğini yapacağını belirterek kapıyı açık bırakmasıydı. Ama bir araştırmada en önce dikkat edilmesi gereken kural atlanmıştı: Mağdurun ne dediğine hiç bakılmamıştı. Yapılan, tek taraflı bir temize çıkarma savunmasıydı. Davalı dinlenmeden verilen mahkeme kararı gibi...

Yine de Başbuğ'un iyi niyetle açık bıraktığı kapıyı değerlendirmek için bir gün sonra basınla ilişkilerden sorumlu İletişim Daire Başkanı Tuğg. Metin Gürak'ı aratıp görüşme talebimi ilettim. Öğleden sonraya kadar dönüş olmadı. Tekrar aratıp Başbuğ'un sözleri üzerine bilgi vermek için aradığımızı, görüşmek isteyip istemediklerini akşama kadar bize iletmelerini istedim. Eve giderken, henüz arayan olmamıştı. Kafamda bugünkü yazının başlığını atmış, altını dolduruyordum: "Bilgi veremiyorum, akredite değilim Paşam". Çalan telefonun başlığı düşüreceğini beklemiyordum. Sayın Gürak'ın hatta olduğunu ve görüşmek istediğini söylediler. Arabayı kenara çekip, 15 gün önce yapmamız gereken konuşmaya başladık. Önce şehitlerimiz için başsağlığı diledim.Sonra yukarıda yazdıklarımı anlattım. Mağduru dinlemeden hükme varmalarının yanlışlığını ifade ederek, olayı anlattım. Hava sıcaklığı ve dağdaki insan sayısı bir yana, DHA muhabiri özel hizmet verilircesine helikopterle dağa götürülüp getirilirken, arkadaşımızın çalıştığı kurum sorulduktan sonra 'sivilleri alamıyoruz' denilerek dağda bırakılmasının ayrımcılık olduğunu ifade ettim. Üstelik oradaki askerlerin, "Seni burada bırakamayız" davetinden sonra... Buna 'dağ başında akreditasyon' denmesinin yanlış olmadığını söyledim. Beklentimin üstünde kibarca geçen konuşmadan sonra Metin Bey, elimizdeki bilgileri beklediklerini söyledi.

Büyük oranda medyaya yansımış olsa da kısa sürede bilgileri ileteceğiz. Ne kadar dikkate alındığını da kamuoyuyla birlikte takip edeceğiz. Ülkemizin dağ başı değil, düzgün bir demokrasi olması umudumuzu koruyarak...

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı