Ortadoğu’daki gelişmeleri tanımlamakta güçlük çekiliyor. Petrol savaşlarımı veya su savaşlarımı demeliyiz ya da demokrasi mücadelesi olarak mı adlandırmalıyız bütün bu olup bitenleri?
İran nükleer silah geliştirerek bölgede tek güç olmak ve 1979’da gerçekleştirdiği İslam devrimini komşu ülkelere ihraç etmek istiyor söylemi epeyce tutmuş görünüyor. Şunu açıkca belirtmek gerekiyorki özelde Amerika genelde tüm batılı üretici ülkelerin İslam’la hiç bir problemleri yoktur.Tıpkı Komünizmle, faşizmle ya da diktatörlükle hiç bir problemleri olmadığı gibi.
Üretici ülkelerin tek derdi ürettikleri malları rahatça satabilecekleri pazarların tehlike altına girmemesidir.
Bu anlamda üretici ülkeler her ne kadar kendi içlerinde özgürlükleri ve insan haklarını sonuna kadar geliştirmiş olsalar da ülkeleri dışında bir o kadar acımazsızdırlar. Olayı daha da basite indirgeyecek olursak, Amerika’nın iç politikasına özgürlükler, sivil toplum kuruluşları yön verirken, dış politikasına her biri trilyon dolarlık bütçeye sahip dev şirketler yön verir. Ve bu şirketler ürettikleri malları sattıkları pazarlarda sorun yaşanması halinde ne Türk’lerin ne Arap’ların ne Kürt’lerin ne de Fars’ların gözünün yaşına bakmazlar. Saddam Hüseyin kimyasal gazlarla Halepçe’de 5000 Kürdü katlettiğinde Irak pazarını tehlikeye atmak istemeyen bu şirketlerin zorlamasıyla üretici ülkelerin yönetcileri bu katliamın Saddam tarafından yapıldığına dair delil olmadığını söylediler.
İran’a yapılması düşünülen saldırının ardında İran’ın nükleer silah üretme tutkusu olduğu iddası bir yalandan ibaret. Tıpkı Irak işgalinden önce Saddam Hüseyin’in nükleer silahlara sahip olduğu yalanı gibi.
İran bugün savaş uçağı, tank, araba üretebilecek bir seviyeye geldi. Bununla da kalmadı bunları satabilecek pazar arayışına girdi. Eğer İran bu pazar arayışında başarılı olursa üretici ülkeler 300 milyonu aşkın bir Ortadoğu pazarını paylaşmak zorunda kalacak. Bu girişim affedilecek bir hata değildir üretici ülkeler için.
Türkiye’de son bir kaç ayda meydana gelen gelişmelerde, özellikle Kürtlerin (DTP) meclise girdiği, sivil anayasa çalışmalarının yapıldığı, askerin siyaset üzerindeki etkisinin azaltılması tartışmalarının hız kazandığı, AB kriterlerinin yerine getirilmesi mücadelesinin verildiği bir ortamda, Ermeni katliamı yasasının kabul edilmesi ve çatışmaların yoğunluğunun artmasındaki sebepde Pazar savaşlarıdır. Durup dururken Şırnak’ta bir minübüsün taranıp 12 kişinin öldürülmesi gelişmelerin ilk safhasıydı. PKK bu eylemi yapmadığını defalarca bildirse de eylemin perde arkasındakiler çatışmaların yoğunluğunun artmasında başarılı oldu.
Türkiye kimsenin ummadığı bir tavır sergileyerek İran’la gaz anlaşması imzaladı. Türkiye açısından karlı olan bu anlaşmada İran büyük kolaylık sağladı. Bu tür anlaşmalarda İran’ın ne kadar zorlu olduğunu bilenler için süpriz olmuştu bu. Oysa İran’ın bu anlaşmanın altına imza atmasının en büyük nedeni Türkiye’nin İran’ın ürettiği arabalara pazarını açmış olmasıdır. Evet iran’ın ürettiği Samand adlı otomobil tüm baskılara rağmen Türkiye pazarına girmiş bulunmakta.
Peki yarın Türkiye Amerika yerine daha ucuz bulduğu için İran’dan savaş uçağı almaya kalkarsa ne olur. Açıkça söylemek gerekirse bu bir darbe gerekçesidir. Türkiye’nin kendi uçağını kendi otomobilini üretmek gibi bir hevesi öteden beri hep var olmuştur. Fakat bu istek bugüne kadar Amerika’nın desteğiyle ayakta kalabilmiş tuzu kuru ulusalcı oligarşinin engellemesiyle sonuçsuz kalmıştı. Eğer sivil hükümet bu konuda ısrarcı olup bu girişimi zorlarsa Türkiye pazarını elinde tutan üretici ülkelerin şirketleri istemeden de olsa buna darbeyle karşılık verirler. Herşey oyunun kuralları içerisinde gerçekleşir. Bu darbeyi (postmodern veya değil ) yapanlar bu şirketlerin oyuncağı olduklarının farkına bile varmazlar. Ondan sonra kimse kalkıp bu işin ardında Amerika var Avrupa var falan demeye kalkmasın. Ellerinde ne kanıt bulunur ne de tutunacak bir dal. Amerika devlet olarak hiç bir yerde darbe gerçekleştirmeyecek kadar aklı başında bir ülkedir. Sadece uygun insanlar tarafından, uygun insanların kulağına fısıldamak için uygun ortamlar yaratmak yeterlidir bu iş için.
Ne öldür, ne güldür
Elbette hepimiz biliyoruz ki Türkiye, İran, Irak, Suriye insan hakları konusunda müthiş geridirler(!) Bu ülkelerde yaşayan Kürtlerin büyük sorunları mevcut. Fakat işin en acı boyutu Kürt halkının pazar savaşlarına kurban verilmesidir. Üretici ülkeler bu pazarı kaptırmamak için Kürt sorununu gerektiğinde masaya sürebilecekleri bir kart olarak kullanmaktalar. Kürtlerin eline havuç verilirken bölge ülkelerine sopa dağıtılmakta. Kürtlere siz bir milletsiniz, kendi bağımsızlığınızı elde etme hakkınız var denilirken, Kürt nüfusunu barındıran ülkelere Kürtleri öldürme hakkı verilmekte. Yeter ki o ülkeler öldürmekte ileri gitmesinler. Olur ya Kürtlerin hepsi ölecek olursa, ortada kart olarak kullanılacak problem kalmayabilir.
Bu aşamada Ortadoğu halkları sorunu barış ortamında kendileri çözmek zorunda. Öncelikle Türk’ler, Arap’lar, Fars’lar Kürt fobiasını üzerilerinden atarak Kürt halkına güvenmek zorundalar. Kürt kimliğinin anayasa içerisinde yer alması, Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi, yerel yönetimlerin Kürt yöneticilere bırakılması konularında açılım gerçekleştirmesi gerekmektedir. Aynı zamanda Kürdistan tarihsel boyutu olan bir bölge ismi olarak içselleştirilmelidir. Kürt halkına düşen ise üretici ülkelerin kendilerine biçtiği bir bölen olma rolünü redederek oynanan oyunu bozmak, bülünmenin değil birleşmenin adımını atan taraf olmasıdır. Türk ve Kürt halkları kardeş iki halktır, bu kardeşliği dahada ileri boyuta taşıyacak medeniyet birikimine sahiptir. Yeterki isteyelim.
Ercüment Yıldırım/fikritakip