Bu ifade bana ait değil...
Bu ifade, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "siyasi başdanışmanı" ve aynı zamanda AK Parti Ankara Milletvekili olan Doç. Dr. Yalçın Akdoğan'a ait...
Ne yalan söyleyeyim;
Böyle bir "tesbit"te bulunduğu, böyle bir "benzetme" yaptığı için, kıskandım kendisini... "Bunu daha önce ben niye düşünemedim?" diye hayıflandım.
Gerçekten harika bir tesbit:
"Kandil'deki silahlı adamlar konuşuyor,
Ankara'daki BDP'liler playback yapıyor!"
Yani, perde gerisindeki PKK'lılar "slogan"lar atmakta, sahnedeki BDP'liler "sadece dudaklarını kıpırdatmakta"dırlar!..
Bazı "şarkıcı-türkücü" veya "popçu"lar da öyle yaparlar ya...
"Canlı performans" sergilemektense, arka tarafta çalan "kaset" veya "CD"ye göre "rol" yaparlar!..
Evet, "playback" yaparlar!..
Ellerini-kollarını oynatırlar, şekilden şekile girerler!.. Gören de onları "şarkı" söylüyor zanneder!.. Oysa onlar, kendi şarkılarının "dublör"leridir!..
BDP'liler de öyle!..
Hele bakın, bir tek "canlı performans"ları var mıdır?.. Bir tek "doğaçlama" ifadeleri var mıdır?..
Kandil'de PKK "demeç" patlatıyor,
Ankara'da BDP, "playback" yapıyor.
Ya da; Kandil'de PKK konuşuyor,
Ankara'da BDP "papağanlık" yapıyor!.
Bayıldım bu benzetmeye...
BDP, PKK'NIN PAPAĞANI!
Yalçın Akdoğan şöyle devam ediyor sözlerine:
"Kandil'de elinde silah olan adam konuşuyor, Ankara'daki siyasetçi playback yapıyor. Yani onlar orada konuşuyor, bunlar burada papağanlık yapıyor.
Karayılan, 'Göbekten bağlı değiliz' dedi, arkasından Leyla Zana'dan 'özerklik yetmez' gibi açıklamalar geldi. Bu tür çıkışlarla bakışlarında ne kadar çarpıklık ve samimiyetsizlik olduğunu, başka dertleri olduğunu ortaya koyuyorlar.
Türkiye'nin bütünlüğü içinde demokratik hakların geliştirilmesiyle sorunun çözüleceğine inanmak yerine, daha farklı hedeflere sahip olduklarını gösteriyorlar.
Demokratik özerklik diye sahiplendikleri projeyi bile bir basamak ve aşama olarak gördüklerini, aslında başka şeyler yapmak istediklerini gösteriyor.
Çok yazık, giderek daha marjinal ve afaki bir noktaya savruluyorlar. Tahrik ve ajitasyon içeren söylemler hem kendilerini marjinalleştiriyor, hem de hükümetin işini zorlaştırıyor.
Kürtlere tahakküm edebilecekleri, otoriter faşist ideolojilerini Kürtlere dayatacakları bir bölge için uğraşıyorlar.
Böyle bir şey elbette mümkün değil.
Bizim çözümden anladığımızla, onların anladığı aynı şey değil.
Biz çözüm dediğimizde, demokratik bir ülkede vatandaşların sahip olması gereken hak ve özgürlüklerin geliştirilmesini, adilane bir yaşam ortaya konmasını ifade ediyoruz.
Onlar ise PKK'nın siyasi amaç ve hedeflerini çözüm olarak dayatıyorlar.
Arada ciddi bir uçurum var. Bu uçurum sadece devletle onların siyasi beklentileri arasında da değil...
Kürtlerin gerçek meseleleriyle PKK'nın ortaya koyduğu siyasi amaç ve hedefler arasında da ciddi bir uçurum var. Bu yüzden, hükümetin attığı her adımı boşa çıkarmaya çalışıyorlar.
Çözüm süreçlerini sabote eden girişimleri, Kürtlere büyük haksızlıktır."
"KÜRTÇE KONUŞ" DİYORLAR AMA!
Yalçın Akdoğan'ın bu tesbitlerine katılmamak mümkün değil...
Ama onun, başka tesbitleri de var.
Meselâ diyor ki;
"Murat Karayılan, Kandil'den talimat verip; 'Mahkemelerde Kürtçe konuşun, Kürtçe savunma yapın. Her alanda Kürtçe konuşacaksınız' diyor... Her hafta pehlivan tefrikası gibi uzun basın açıklaması yapıyorlar. Ama bunu Kürtçe değil Türkçe yapıyorlar...
Sonra, millete de Kürtçe konuş dayatmasında bulunuyorlar... Siz örgüt içinde Türkçe konuşacaksınız, bütün işlemlerinizi Türkçe yapacaksınız, ondan sonra da; insanları 'Niye Kürtçe konuşmuyorsunuz' diye tehdit edecek, hakaret edeceksiniz. Bu bir sahtekarlıktır."
Söyleyin, haksız mı Akdoğan?..
PKK'lılar, KCK'lılar veya BDP'liler aynısını yapmıyor mu?..
"KCK duruşmaları"na katılan "sanık"lara; "Kürtçe savunma yapın" diye baskı yapmıyorlar mı?..
Yapıyorlar yapmasına da;
O sanıklar "Kürtçe" bilmiyor ki!..
Şu hâle bakın;
Adam "Kürtçe" bilmiyor ama ona baskı yapıyorlar, "Kürtçe konuş!"
Adam, dönüp dese ki;
"Sıkıysa sen konuş!.. Abdullah Öcalan Kürtçe konuşuyor mu ki, ben konuşayım?.. BDP milletvekillerinin çoğu da Kürtçe bilmezken, ben nasıl Kürtçe konuşayım?"
Elbette böyle diyemez...
Derse; ya "T.C.'nin ajanı" ilân edilir, ya da "işbirlikçi" damgası yer ve "infaz" edilir!.
KAPANA KISILMIŞ FARE GİBİ!
Peki, PKK gibi "silahlı örgüt"e, KCK gibi "paralel bir devlet"(!)e, BDP gibi bir "papağan"a sahip olan, "Silah Kürtlerin sigortasıdır" diyen "Kürtçü" hareket, bugün niye "zor durumda"dır, niye "taban bulamamakta"dır?..
Yalçın Akdoğan'ın cevabı şu:
"1990'lı yıllardaki mücadele stratejisi bugün yok... Daha farklı bir mücadele stratejisi takip ediliyor... Ne faili meçhuller, ne yargısız infazlar var. Hukuk dışına çıkmadan, demokratikleşmeye sekte vurmadan, insani perspektifi kaybetmeden bir mücadele stratejisi hayata geçiriliyor.
Son dönemde güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlarda bunu gördük. Mümkün olduğu kadar canlı teslim almaya çalışılıyor, yakalananlara şefkatle muamele ediliyor. Bunlar terör örgütünü çok zor durumda bıraktı.
Geçmişte; devlet vurdukça, PKK büyüdüğünü düşünüyordu...
Örgüt bunu kendi stratejisine ters de görmüyordu.
Bugün devlet terörle mücadele ediyor ama PKK büyümüyor...
Çünkü yöntemler doğru.
PKK bundan rahatsız ve psikolojik bir çöküntü yaşamaya başladı. Kuzey Irak'ta ve Türkiye kırsalında nokta operasyonlar yapıldı ama halk desteğini alamadılar. KCK operasyonlarının toplumsal algısının çok iyi olduğunu görüyoruz. 'Ben de KCK'lıyım' kampanyası yapıldı, kimse katılmadı. Sonra parti kapatma polemikleri çıkardılar, oradan da destek bulamadılar. Neticede tüm çıkış yolları kapanmıştı.
Uludere olayını bir çıkış kapısı gibi gördüler. 'Tekrar halk desteğini alıp, çıkış yolu üretebilir miyiz?' dediler. Bu yüzden 'Uludere olayı PKK ve BDP açısından cansuyu olmuştur' yorumlarını gördük. Ama Uludere konusunda tüm istismar kapıları kapatılacak.
Van'da da depremden sonra istismar etmeye çalıştılar. Ama devlet ve millet olarak Van'daki kardeşlerimizi öyle kucakladık ki, istismar kanalları kapandı.
Uludere sonrasında da aynı politika takip ediliyor. Buradaki beklentilerin boşa çıkacağı kanaatindeyim. Bir çıkış kapısı olarak gördüler ama öyle bir çıkış kapısı bulamayacaklar."
Yalçın Akdoğan'ın da dediği gibi;
PKK ve onun siyasi uzantısı BDP, gerçekten zor durumdadır ve gerçekten "kapana kısılmış fare"den farksızdır!..
Çünkü, "deşifre" olmaya başlamışlardır.
FAİLİ MEÇHULLER KİMİN ESERİ?
Sorarım size; Diyarbakır İçkale'deki "Eski JİTEM Karargâhı"nda ve "Şırnak'taki tabur"da yapılan "kazı"larla ilgili PKK veya BDP'den, bir tek tepki açıklaması duydunuz mu?..
Düşünebiliyor musunuz;
Hükümet "faili meçhul"lerin izini sürüyor, "kazı"lar yaptırıyor, "topraktan adeta ceset fışkırıyor" ve bunların çoğu "Kürt vatandaşı"dır ama, PKK veya BDP'den "çıt" çıkmıyor!..
Şu hâle bakın;
"Apo'nun hapşırması"nı bile mes'ele yapıp, "Önderimiz ölüme terk edildi" diye cayırtı kopartanlar, "kazı"larda bulunan "ceset"ler konusunda "dut yemiş bülbül sessizliği" içinde!..
Acaba, niye sessizler?..
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, PKK ve BDP'nin sessizliğini şöyle yorumluyor:
"AK Parti'nin hükümetten düşürülmesi için elinden gelen her şeyi yapan, kendi dışındaki siyasal düşüncelere karşı gerekirse kitle terörü yaratabilen, Hizbullah'ın liderlerine karşı neredeyse kitlesel olarak 'linç edin' diyebilen PKK; maalesef bu konuda herhangi bir kitlesel tepki göstermiyor.
Bu da benim tezimi doğrulamaktadır... İnfazlar bir merkezden yönetilen ortak ürünlerdir!.. Bunların açığa çıkması demek, aynı zamanda PKK'nın açığa çıkması demektir. Yani JİTEM'in açığa çıkması kadar önemlidir... PKK; kendisinin bu konularda açığa çıkmasını galiba istemez, tepki göstermez.
BDP de tepki gösteremez... Çünkü PKK ile BDP aynı merkezden yönetilmektedir, aynı kulvarda hareket etmektedir... PKK bir durum belirlemeden, BDP'nin bir tepki göstereceğini düşünmüyorum... Onlar, yukarıdan bir direktif gelmediği sürece tepki gösteremezler."
Ama, "Apo hapşırınca" anında sokaklara dökülürler, anında ekranlara çıkarlar ve başlarlar "cayırtı" koparmaya!..
Ulan, JİTEM veya Kontrgerilla ya da Gladyo tarafından öldürülüp gömülen bu insanlar "Kürt" değil mi?.. Hadi, kazıları başlatan "Hükümet'e teşekkür" etmiyorsun, bari "faili meçhul"lerden dolayı "derin devlet"e tepki göstersene!..
Ama, gösteremezler!..
Çünkü, "derin devlet"ten biri de ortaya çıkıp, şöyle diyebilir:
"Cinayetleri biz plânladık ama tetiği çeken PKK'lılardı!!!"
Kim bilir, PKK; belki de "tetikçi olarak kullanıldığının" ortaya çıkmasını istemediği için "sessiz" kalmayı tercih etmiştir!..
Sizin anlayacağınız, PKK "açığa çıkma korkusu" yaşadığı için tepkisiz kalıyor... Tabiî; BDP de Kandil'den "ses" çıkmadığı için "playback" yapamıyor!..
"Suflör"de hareket yoksa,
"Dublör" ne yapsın?..
"Sahip" konuşmuyorsa,
"Papağan" ne desin?..
PKK, "KÜRT" ÖLDÜRÜYOR!
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü'nün, Diyarbakır İçkale ve Şırnak Güçlükonak'taki "kazı"larla ilgili söyledikleri, bana, PKK'nın yakın tarihteki "cinayet"lerini hatırlattı.
Bu "cinayet"leri biliyorsunuz:
"Hakkari'de İmam Aziz Tan'ı katleden, Şırnak Cizre'de öğrenci yurdunu ateşe verip İHL öğrencilerini cayır cayır yakmaya çalışan, Batman'da 8 aylık hamile Mizgin Doru ve 3 yaşındaki kızını, Siirt'te özel bir araçta bulunan 4 genç kızı, Bingöl'de ise canlı bombanın üzerine atlayan Hatice Belgin adlı anne ile olay yerindeki bir vatandaşı katleden PKK, son olarak da, önceki gün Hakkari'de uzaktan kumandalı 5 kilo TNT'yi patlatarak, üniversite öğrencisi Zeki Yeşil'i katletti.
Hayır, "molotof"lu saldırılarla cayır cayır yakılan "belediye otobüsleri"nde yanarak ölen "genç kız"ları ve "çöp konteynırları"na bırakılan "bomba"larla katledilen "sivil" insanları saymıyorum.
Çünkü onlar "Kürt" değiller!..
Ama Hakkari'de, Şırnak'ta, Batman'da, Bingöl ve Siirt'te öldürülen insanların hemen hepsi "Kürt"tür!..
BDP TEPKİSİZ, ÇÜNKÜ!
Şunu demeye çalışıyorum:
"Gözlerini kan bürüyen PKK", baktı ki "Müslüman Kürtler" arasında "taban" bulamıyor, başladı Kürtleri "infaz" etmeye!..
Evet, evet; PKK, artık "Kürtleri katletmeye" başlamıştır!..
İşte, Hakkari'de de bir "üniversiteli Kürt genci"ni, evet Zeki Yeşil'i katletmiş, 3'ü polis 12 kişiyi de yaralamıştır!..
Ama, şu yazıyı yazdığım saat 19.30'a kadar, BDP'den herhangi bir "tepki", herhangi bir "protesto" açıklaması gelmemiştir!..
Sıkıysa tepki göstersinler!.. "Kandil'e kafa tutmak" hadlerine mi düşmüş?..
Gel de, Yalçın Akdoğan'a hak verme... Gel de, tesbitlerine katılma!..
İşte bir defa daha ortaya çıktı ki, Kandil'de PKK konuşuyor, Ankara'da BDP "playback" yapıyor!..
Var mı itirazı olan?..
Eyüp Kaymakamı'ndan cevap
18 Ocak tarihli yazımda; Eyüp'te "İSKİ'nin yol açtığı çökme"den dolayı perişan olan "54 aile"den bahsetmiş, Eyüp Kaymakamı Osman Kaymak'ın, olaya "duyarsız" davrandığını, site sakinlerine bir "geçmiş olsun" bile demediğini yazmıştım.
Sayın Osman Kaymak arayıp; "Vatandaşlarla görüşemezdim çünkü ben o tarihte Azerbaycan'daydım... Gelir gelmez de olay mahalline gittim, vatandaşlar ve ilgililerle görüştüm" dedi.
Kaymakam Bey haklı... Kendisinin; "Sayın Başbakan'ın tarif ettiği vasıflarda bir kaymakam olmaya gayret ettiğine" ben de inandım... Ancak, sayın Kaymakam; bir yere giderken, "yerine bıraktığı insanlar"ın vatandaşlara nasıl davrandığını bir araştırırsa, sanırım kendisine iyilik eder... Çünkü vatandaş; "Kaymakam"dan değil, "Kaymakamlık çalışanlarının ilgisizliği"nden şikâyetçi...
Yine de, Kaymakam Bey'e, "hassasiyeti" için teşekkür ediyorum... Bu arada, verdiği güzel haberi de, "mağdur 54 aile"ye iletmek istiyorum... Kaymakam Bey diyor ki; "Sözkonusu çökme olayından sonra İSKİ ve yetkililerle görüşüp, dışarıda kalan vatandaşların başka evlere yerleştirilmesi, kiralarının da ödenmesi konusunda mutabakata varılmıştır."
Bu haber, "şimdilik" güzel... Ama insanlar, "kalıcı çözüm" istiyor... Evler "yıkılacak"sa yıkılsın, "güçlendirilecek"se güçlendirilsin!.. Ama, bir "karar" verilsin...
Kaymakam Bey'den, bu konuda da "duyarlılık" bekliyorum.
yeniakit