PKK, Öcalan’a göre hareket ediyor; ya, T.C. tarafı?

Selâhaddin Çakırgil

Diriliş Postası’nda 21 Mart günü ve ‘Savaşmama’ iradesine sarılmak, tetiğe sarılmaktan daha sordur..’ başlığıyla çıkan yazımda ve ülkede onbinlerce insanın hayatına mal olan uzuuun ve kanlı bir silahlı mücadelenin bir-iki temenniyle sona erdirilemiyecek kadar basite alınmaması gerektiğine dair kanaatlerimi ve ‘her ne pahasına olursa olsun barış değil, adâlete dayalı bir barış kurmaya yönelmek’ gerektiğini ifade etmeye çalışmıştım. 
Ve, A. Öcalan’ın, açıklayacağı bildirilen mesajı henüz yayınlanmamıştı. Sonunda o mesaj Diyarbekir’deki Newruz şenliklerinde okundu.

Bu mesajın bazı özelliklerine değinmekte fayda var..
Ama, önce şu tesbitleri de gözönünde bulundurmalı, herhalde.. 
Öcalan, artık, Türkiye’nin geleceğinde AK Parti’nin birkaç dönem daha iktidarda kalabileceğini düşünüyor olmalı ki, hesab ve taktiklerini ona göre yapıyor. Halbuki, önceleri İmralı’da generallerin gözetiminde tutulurken, tam da darbe heveslisi, kemalist generallerin manyetik çekim alanındaki bir kimse olarak mesajlar veriyor ve, ‘M. Kemal’in cumhuriyeti bitti, tarikatlar cumhuriyeti başladı..’ gibi acaib laflar ediyordu. Tayyîb Erdoğan, bu uzuun yılları sabırla aştı ve nihayet, MİT’in eline geçti, İmralı.. Ve de Öcalan, durumu yeni bir pencereden görmeye başladı. (Hatırlayalım ki, 2006’larda, dönemin MİT Müsteşarı Öcalan’la görüşmek üzere İmralı’ya gitmek istediği zaman, Bursa Garnizon Komutanı olan bir albay bile, MİT Müsteşarı’nın motorunun yola çıkmasına izin vermemişti; dönemin Adâlet Bakanı M. Ali Şahin’in ekranlarda yaptığı bir açıklamaya göre..) 
Öcalan son yıllarda ise, daha değişik sözler ediyor.. Hattâ, önceleri, özü itibariyle vahye dayalı dinler konusunda söylediği ve onları önemsemeyici laflarını terkedip, en azından halkların inançlarına daha saygılı ifadeler kullanmayı da öğrenmiş gibi bir hava veriyor.

Bu bakımdan, Öcalan’ın mesajından ’Tüm halklarımıza..’ diye başlayan mesajındaki bazı cümlelere bakmakta fayda olsa gerek.. 
Şöyle diyor o:
’(...) Emperyalist kapitalizmin ve despotik yerel işbirlikçilerinin tüm dünyaya dayattığı Neo liberal politikaların yol açtığı kriz, bölgemiz ve ülkemizde çok yıkıcı bir şekilde yaşanmaktadır. Halklarımızın ve kültürlerinin etnik ve dini farklılıkları, bu kriz ortamında, anlamsız ve acımasız kimlik savaşlarıyla tüketilmektedir. Ne tarihi, ne çağdaş, ne de vicdani ve siyasi değerlerimiz bu tabloya asla sessiz ve bigâne kalamaz. Bilakis acil bir müdahale, dini inançlarımız, siyasi ve ahlaki sorumluluğumuzun gereğidir.’
Öcalan bu sözlerinden hemen sonra, ’Ülkemiz halklarının, demokrasi, özgürlük, kardeşlik ve onurlu barışı için yürüttüklerini’ söylediği mücadelelerinin tarihî bir eşiğe geldiğini söylemekte ve şöyle devam etmektedir: ’Kırk yıllık hareketimizin acılarla dolu geçen bu mücadelesi boşa gitmediği gibi aynen sürdürülemez bir aşamaya da varmış bulunmaktadır.’

Buk sözleriyle Öcalan, hem geçmiş mücadelelerine sahibi çıkıyor, hem de o mücadelenin artık sürdürülemez olduğunu belirtiyor.. Bu çelişkiyi, bir örgütün binlerce insanını kaybederek verdiği bir mücadelenin tartışma zemininden uzak tutmak taktiği olarak görmek gerekiyor. 
Öcalan’ın daha sonraki cümlelerinde ise, son günlerde Cumhurbaşkanı ile Hükûmet arasındaki tartışma konusuna dair işaretler görebiliriz. Nitekim, şöyle deniliyor mesajda:’… ’Bu temelde tarihi Dolmabahçe Sarayında, hepimizce resmen ilan edilen on maddelik deklarasyon temelinde yeni bir süreci başlatma görevi ile karşı karşıyayız.
Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK‘nin Türkiye Cumhuriyeti‘ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim.’
Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp Parlamento üyeleri ve İzleme Heyetinden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme komisyonundan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız.’
*
Bu cümleleri yazan Öcalan, daha sonra, yapılmasını istediği kongre’yi yapılmış gibi bile kabul ediyor, ’Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır.’ Diyor, kendinden emin bir şekilde.. 
Ama, T.C. tarafında bir netlik yok.. Tersine, Erdoğan’ın inisiyatif gücünü zayıflatmaya yönelik bir takım kıpırdanmalar sözkonusu.. Bu da, müzakerelerin bundan sonraki merhalelerinde yeni sıkıntıları berabserinde getirmeye gebe gözüküyor.. 

Nitekim, bu müzakerelerin yolunu açan Cumhurbaşkanı Tayyîb Erdoğan 23 Mart günü, yaptığı konuşmasında, ilginç mesajlar veriyor ve özellikle, AK Parti’de içinde Arınç tarafından dile getirilen Cumhurbaşkanı’nı dışlayıcı mânâları da içeren sözlerden cesaret alan HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın ve benezerlerinin, Tayyîb Erdoğan’ı bu ’çözüm süreci’nin müzakerelerin tıkayıcısı gibii gösterme çabalarına da değinerek şöyle diyordu:
’Cumartesi günü Nevruz’u büyük coşkuyla idrak ettik. (…) 1. Dünya Savaşı’nın ardından coğrafyamızda hiçbir baharı ağız tadıyla teneffüs edemedik. Hiç kuşkusuz ülkemizde yaşanan sorunların önemli bir kısmı bizim kendi içimizde ürettiğimiz sorunlardan ziyade bize dayatılan sorunlardır.
Bu sorunlar nedeniyle ağır bedeller ödüyoruz. Bu coğrafyanın zenginliklerine göz dikenler bu coğrafyada barış istemiyorlar. Ne kadar kan akarsa o kadar petrol elde edeceklerini zannediyorlar ve ellerinden geleni yapıyorlar.
Biz eğer bu coğrafyanın insanları olarak birbirimize kenetlenebilsek, inanın, dışarıdan hiç kimse gelip de bizim ağzımızın tadını bozamaz.
Sünnilerle Şiilerin çatışması bize değil, dışarıdan birilerine yarar sağlıyor.
Ne Sünni kazanıyor ne de Şii, ne Kürt kazanıyor ne de Türk. Her zaman kaybeden biz Müslümanlar, kazanan ise bizim kardeşlerimizi birbiriyle çatıştıranlar oluyor. (...) 
’Ne oluyor’ diye samimi şekilde tekrar sorgulamak durumundayız. 6-7 Ekim olaylarında olanları unutmayalım. Vatandaşlarımızın iş yerlerinin, araçlarının nasıl yakıldığını unutmayalım.
Yaklaşık bin yıldır bu topraklarda Kürtlerin yegane dostu Türkler, Türklerin yegane dostu ve kardeşi Kürtler olmuştur. Açın bakın Kürtlerin zor zamanlarında yanında sadece Türklerin olduğunu göreceksiniz.
Sanki bu ülkede Kürt sorunundan başka bir sorun yok. Artık, Kürt sorunu kavramını kullanmak Kürt kardeşlerimize haksızlıktır. Bu ayrımcılıktır. Bu ülkede sadece Kürtler yok, 36 etnik unsur var. Benim farklı etnik gruplara bakışım çok net olmuştur; ’Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü..’6-8 Ekim’de milleti sokağa davet eden kimdi? Şimdi, biz böyle bir şey yapmadık diye yalana başladılar.
Şimdi çıkmışlar utanmadan sıkılmadan Cumhurbaşkanlığı çözümün karşısında diyorlar. Kürtçe şarkı, türkü yasaktı. Anne evladıyla cezaevinde Kürtçe konuşamıyordu. Yol, öğretmen, okul yoktu. Bunların hepsini biz çözdük. 2 ayda olağanüstü hal kaldırıldı.

Batı’da ne varsa Güneydoğu’da, Doğu’da aynı hizmetlerin verilmesi için elimizden geleni yaptık. (...) Bu çağrım terör örgütüne değil, o vesayetten kendini kurtaramayan siyasi partiyedir. Bu ülkede siyaset yapmak istiyorlarsa o tasalluttan kurtulmak zorundalar. İtimadın tahrib olduğu bir ortamda somut adımlar görmeden daha ileriye gidemeyiz.
Her ne pahasına olursa olsun, tek başımıza da kalsak, son nefesimize kadar bu ülkede çözüm süreci ile formüle ettiğimiz kardeşliği tesis etmenin mücadelesini sürdüreceğiz.
(...) Ucuz kahramanlık sevdalıları bizi anlayamaz.
Birileri çıkmış ne diyor, ’artık tek adamsın, yanında kimse yok..’ 
Bunlar çok zavallı ya, ben cumhurun başkanıyım, ben bu milletin başkanıyım.’
*
Tayyîb Erdoğan böyle söylerken, Öcalan da yeni bir şeyler söylemeye çalışıyor.. 
O da elbette kendi mücadele çizgisinde kırılmalara yol açmamak dikkatinde.. 
Gerçi, Öcalan son iki-üç yıldır Newruz’larda ve diğer vesilelyerle yaptığı açıklamalara paralel şekilde yeni söylemler de geliştiriyor ve bunların her iki taraf açısından da üzerinde durulması ve anlaşılması gerekir. 
Şöyle diyor: ’Kapitalist emperyalizmin genelde son iki yüz yıllık, özelde son yüz yıllık gerçeği şudur: Ulus devlet milliyetçiliği temelinde etnik ve dini kimlikleri özüne ters biçimde içe doğru kapatıp birbirlerine düşman etmek, yani böl-yönet politikasına uygun olarak varlığını acımasızca günümüze kadar sürdürmek!
Bilmeliyiz ki  Ortadoğu üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Emperyalist güçlerin yol açtığı son zorbalık IŞİD görüntüsünde ortaya çıkmıştır. Barbarlığın bile anlamını zorlayan bu örgüt, kadın çocuk demeden, Kürtler, Türkmenler, Araplar, Ezidiler, ve Asuri-Süryaniler başta olmak üzere bütün bölge halklarına ve inançlarına dönük vahşice katliamlar sergiledi.

Artık gün bu acımasız ve yıkıcı tarihi sonlandırıp gerçek geçmişimize uygun barış, kardeşlik ve demokrasiye geçiş yapma günüdür. (…) Bunun için ulus devletleri kendi içinde demokratik siyasetle demokratik ortaklaşmanın yeni bir türünü gerçekleştirmeye ve yine ulus devletleri kendi aralarında Ortadoğu‘nun demokratik ortak evini inşa etmeye çağırıyorum.’ 
(…) Yukarıda belirlemeye çalıştığım tüm bu saptamalar tek cümleyle tarihimizin ve güncelliğimizin toplum olarak yeniden revizyonu, restorasyonu ve yeniden inşası için değerli bir çağrıdır.’(…)Yaşasın Halkların Kardeşliği…“
*
Tekrar edelim.. 30-40 yıl sürmüş ve tarihî arka planında da, herbirisinde onbinlerce insanın canına mal olan Şeyh Saîd, Dersim, ve Ağrı vs. ayaklanmaları sürecinden, Öcalan kendi ideloojik çerçevesi içinde bir çıkış yolu arıyor gibi..
Bu konuda Tayyîb Erdoğan ise, bu konunun ülkenin en temel mes’elelerinden birisi olduğunu neredeyse tek başına gören ve bu yolda ciddî ve yürekli adımlar atan ve muhalefetin yıllardır ağır sataşmalarına ve suçlamalarına rağmen, çizdiği yolda ilerleyen ve kanı durduran bir isim.. Bunu yapabilmek öyle sadece hükûmet kararları açıklamakla, bildiriler yayınlamakla sadece kısa vâdeli taktik başarılarla olmaz. 
Tayyîb Erdoğan bu imtihanı bu zamana kadar defalarca vermiştir. Parti içinden bir takım yanlış mesajlarla bu itimadı zedelememek gerekir. Bu, aynı zamanda halk kitlelerinin geniş çapta itimadına, güvenine lâyık olmayı da gerektirir. Sosyal itimadın tahrib edilmemesi gerekir.

Böyleyken, Arınç’ın, ’Biz Cumhurbaşkanımızı çok seviyoruz, onun gücünü de biliyoruz.. Ama, burada bir Hükûmet’in olduğu da unutulmamalı..’ gibi söylemleri, son derece yanlıştır. Hele de böylesine çok çok önemli ve uzun solukluluk ve psikolojik inceliklere riayeti isteyen bir süreçte.. Hakan Fidan’ın konusunda yanlış mesajlar verip Hakan’ı, Erdoğan’ın râzı olmamasına rağmen, adaylığa heveslendirenler, şimdi de yeni yanlışlara kalkışıyorlar gibi.. 
Bir siyasî hareket, orkestra şefiyle uyumlu olduğunda başarılı olabilir, her kafadan ses çıkararak değil.. Öcalan, kendi tarafında bu orkestra şefliğini gösterebiliyor.. AK Parti tarafında ise, bir takım yersiz kıpırdanmalar görülüyor.. Herkesin kendisini Tayyîb Erdoğan zannetmesi eğilimine kapılması bir ciddî rahatsızlıktır. Tayyib Erdoğan, elbette yanlış da yapabilir, ama, siyaseti ortadadır ve kolayca tekrarlanamaz da.. 
Anlaşılıyor ki, Erdoğan, evet, Arınç’ın dediği gibi herşeyi ’herşeyi biliyor’, ama, takib edilen müzakere yöntemiyle mutabık olmadığını da ortaya koymuştur.

diriliş postası