Muhammed Emin Yıldırım Hoca ile ilk kez 1990’lı yılların sonlarında yapılan, Kütahya Harlek’teki Akabe Vakfının koordinasyon toplantısında tanışmıştım. Toplantı sonrasında İstanbul’a kadar birlikte gelmiştik. Ondan sonra İstanbul’da birçok kez kendisini ziyaret ettim.
Son yıllarda yüz yüze görüşemesek de Siyer vakfı merkezli olarak yürüttüğü faaliyetlerini yakından takip ediyor ve çalışmalarını taktir ediyorum. Muhammed Emin hoca kimi konularda farklı düşünsek de sevdiğim, çok değer verdiğim bir güzel insan, Rabbim çalışmalarını bereketlendirsin.
Geçenlerde sosyal medyada hocanın “Muaviye'yi ve Amr b. As'ı Sevmiyor musunuz?” sorusunu cevapladığı bir videonun paylaşıldığı gördüm ve hocanın bu soruya verdiği cevabı hayretler içerisinde izledim.
Hoca söz konusu soruya cevap verirken, Muaviye ve Amr b. As’ı sevmenin Ehli sünnet olmanın bir şartı olduğunu zannedenlere Muaviye ve Amr b. As’ı ne kadar sevdiğini ispatlamaya çalışıyordu. Hoca 2006 yılında Hz. Ali’yi anlattığı bir konuşmasında, Muaviye ve Amr b. As’la ilgili hakikatleri söylediği içinde sanki özür diliyor, 33 yaşında bir genç olarak bazı ağır ifadeler kullanmış olabilirim diyordu.
Oysa hocanın Ehli beyti anlattığı bu seri dersler tarihin hakikatlerini anlatıyor onlardan çıkarmamız gereken dersleri çok güzel ifade ediyordu. Özellikle “Yaşayan Kuran Hz. Fatıma” kitabımı hazırlarken bu derslerden çok istifade etmiştim. Hoca orada özür dileyecek bir şey söylemediği gibi hatta bazı şeyleri eksik bile söylemişti.
Ve bugün geldiği nokta olarak hoca Muaviye ve Amr b. As’ı sevmenin ehli sünnet olmanın bir şartı olduğunu zannedenlere bir anlamda teslim oluyor Kuran’daki sahabe ile ilgili ayetlerden hareketle “Muaviye'yi ve Amr b. As'ı Sevmenin” Ehli sünnetin gereği olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Muhammed Emin hoca “Tartışmaların Odağında Bir Sahâbî: Muâviye b. Ebû Süfyân” isimli dersinde bütün yumuşatmalarına rağmen Muaviye’yin yaptığı onca zulmü / haksızlığı yanlışı, anlatmaktan kendini alıkoyamıyordu. Ancak Muaviye’nin onca zulmünü anlatıp sonra hazreti demek ve Muaviye’yide Hz. Ali’de seviyoruz demek nasıl bir garabettir ben anlamakta zorlanıyorum doğrusu.
Said b. Müseyyeb’e bir gün bir adam gelir ve şöyle bir soru sorar:
Üstad ben Haccac cennetlikse eşim benden boş olsun diye yemin ettim. Şimdi Haccac şayet cennete giderse ben eşimle zina etmiş olur muyum?
Said b. Müseyyeb orada tarihi bir fetva verir derki: Haccac bunca zulmü ile cennetlik olursa var sende hanımınla zina et sende cennete gidersin…
Said B. Müseyyeb’in bu fetvasından sonra Muaviye’nin yaptıklarını kısaca hatırlatmak istiyorum.
Muaviye, ömrü İslam düşmanlığı ile geçen Ebu Süfyan ve Uhut savaşında Hz. Hamza’yı öldürtüp ciğerini yiyen Hind’in oğludur. Muaviye ve ailesi Peygamberimizin vefatından iki yıl önce, Mekke'nin fethinden sonra İslam'ı kabul etmiş Müslüman olmak zorunda kalmışlardı. Yani O ve ailesi, öyle bir dönemde İslam'ı kabul etmiştir ki, Mekke müşriklerinin İslam’ın gücüne teslim olarak Müslüman oldukları yada Mekke’yi terk ettikleri bir dönemdi.
Muaviye Mekke’nin ileri gelen ailelerinin birinde maddi refah içerisinde büyümüş okuma yazma bilen iyi yetişmiş biri idi.
Allah Resulünün vefatından sonra İslam’ın bölge çok hızlı yayılıp birçok şehrin fethedilmesi üzerine takva durumuna bakılmadan yönetici vasfından dolayı Hz. Ömer döneminde Şam valisi yapılmıştı. Hz. Ömer’in sıkı denetimi ve sert yapısından dolayı Muaviye, yönetimdeki uygulamalarında hassas davranmış Hz. Ömer döneminde iyi bir yönetim sergilemişti. Muaviye, Hz. Osman döneminde ise Bizans yöneticileri gibi hareket etmeye başlamıştı. Bu tavrından dolayı büyük Sahabi Ebuzer-i Gifari tarafından sürekli uyarılmış, eleştirilmişti.
Muaviye Bizans yöneticilerini örnek alarak kendine Şam’da bir Yeşil Saray yaptırmıştı. Hz. Ebuzer bu olay üzerine Muaviye şöyle demişti: “Bu sarayı kendi paranla yaptırmışsan israftır ve haramdır. Yok Beytülmalden ümmetin parası ile yaptırmışsan hırsızlıktır ve daha büyük bir haramdır” Bu durum üzerine Muaviye Hz. Ebuzer’i halife Hz. Osman’a şikayet etmiş Hz. Osman ise Muaviye’yi cezalandırması gerekirken Hz. Ebuzer’i cezalandırmış ve Rebeze’ye sürmüştü.
Hz. Osman’ın şahadeti ile sonuçlanan isyanda halifenin yardımına gitmeyen Muaviye Hz. Osman’dan sonra halife seçilen Hz. Ali’ye biat etmeyerek Allah Resulünün ifadesi ile asi ve baği olmayı tercih etmişti.
Güya Hz. Osman’ın kan davasını güden Muaviye Hz. Ali’ye karşı asker toplamış ve Sıffın’da onbinlerce masum insanın başta Ammar b. Yasir olmak üzere birçok sahabenin ölmesine sebep olmuştu. Ammar b. Yasir için Allah Resulü şöyle buyurmuştu: “Ey Ammar seni baği bir topluluk öldürecektir.” Evet Allah Resulünün ifadesi ile Muaviye bu asi ve baği bir topluluğun lideridir.
Hz. Ali’nin günlerce aramızda Kuran hakem olsun çağrısına olumlu cevap vermeyen Muaviye, Sıffın savaşında yenileceğini anlayınca Amr. B. As’ın düzenbazlığı ile mızrak uçlarına Kuran yaprakları takıp güya Hz. Ali’yi Kuran hakemliğine çağırarak yenilgiden kurtulmuştu.
Güya Hz. Osman’ın kan davasını güden Muaviye, Hz. Osman’ın katilleri için meşru halifeye karşı ayaklanan, asi ve baği olan Muaviye, saltanata giden yolda, ne hakem olayında, ne İmam Hasan’la anlaşmasında, nede başka bir olayda, Hz. Osman’ın katillerini mevzu bile edinmeyerek gerçek niyetinin, Hz. Osman’ın katilleri değil saltanat olduğunu göstermiş oldu.
Hakem olayında ise, Amr B. As, yeni bir düzenbazlıkla verdiği sözde durmamış, varılan anlaşmaya aykırı bir açıklama yaparak yalancı ve düzenbazlığını bir kez daha göstermişti. Bu durum İslam tarihinde birçok fitnenin çıkmasına sebep olmuştu.
Şimdi bu iki düzenbaz hileciyi sevmek Ehli sünnet olmanın şartı öyle mi?
Muaviye siyasetinin üç özelliğinden bahseder tarihçiler Zer(Altın)- Zor (Güç- Baskı) Tezvir (hile – düzenbazlık)…
Muaviye altının geçtiği yerde altınla insanları satın alarak kendine tabi kılıyordu. Hz. Ali’den sonra halife olan İmam Hasan’ın komutanlarının bir kısmını altınla satın almıştı.
Kimi insanları ise baskı ve zulümle sindirmiş Cuma hutbelerinden Hz. Ali’ye küfrettiriyordu. Hilenin geçtiği yerde ise hileye başvuruyordu. Hakem olayında Amr B. As ile kurdukları düzenbazlık bu hilelerden sadece biri idi. Bu hileleri merak edenler tarihi rivayetlere bakabilir.
İmam Hasan, komutanlarının da satıldığını görünce ümmetin kanı boş yere akmasın diye Muaviye ile bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre Muaviye kendisinden sonra yerine kimseyi halife bırakmayacak, İslami hilafeti saltanata dönüştürmeyecekti.
Muaviye önce İmam Hasan’ı zehirletip şehit etti. Daha sonra ise içkici, oyun eğlence düşkünü, oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife ilan etti. Muaviye yine hilebazlık yapmış, yaptığı anlaşmaya uymamıştı.
Muaviye, Yezid’i halife ilan ederek, sağlığında oğlu Yezid için biat almıştı. Muaviye Abdullah b. Ömer’e beytülmalden çok sayıda altın göndermişti. Abdullah b. Ömer önce bu altınları kabul etmişti. Altınlar kabul edilince Abdullah b. Ömer’den Muaviye oğlu Yezid için biat istedi. Abdullah b. Ömer Yezid’e biat etmeyi red etmiş ve aldığı altınları geri iade etmişti. Abdullah b. Ömer “Muaviye benim dinimi bu kadar ucuza alacağını mı zannediyor” demişti.
Muaviye, monarşik, zorba, diktatör, babadan oğula geçecek saltanat, Rumların Kayser'ine Farsların da Kisra'sına benzer bir yönetim biçimi oluşturmak istiyordu. Ve Yezid’i halife ilan ederek bunu yapmış İslami hilafeti saltanata dönüştürmüştü.
Muaviye, Yezid veliaht ilan edip sağlığında biat aldığı için, Yezid döneminde vuku bulan ve tarihe Hurre vakası diye geçen olayda Yezid’in ordusunun Medine’yi talan edip binlerce sahabeyi öldürmesinin, Medine’de birçok kadına tecavüz edilmesinin ve Kerbela’da İmam Hüseyin ve ailesinin dostlarının katledilmesinin de dolaylı sorumlusu olmuştur.
Muaviye şöyle diyordu: "Mal, Allah'ındır, ben de Allah'ın halifesiyim, aldıklarım benim verdiklerim ise benim ihsanımdır." (Mesudi, Mürucu'z? Zeheb, c.3, s.52). Muaviye bu tavrı ile beytülmali istediği gib kullanabileceğini söylüyor ve söylediğini de yapıyordu.
Muaviye’nin Kufe valisi Ziyad Allah Resulün sahabelerinden Hucr b. Adiy ve arkadaşlarını Hz. Ali’ye küfür etmiyor diye tutuklamıştı. Ziyad, Hucr b. Adiy ve arkadaşlarını Muaviye gönderdi. Muaviye, Hucr bi Adiy ve arkadaşlarının, Hz. Ali’yi lanetledikleri ve ondan teberri ettiklerini söyledikleri takdirde serbest bırakılmasına, aksi takdirde öldürülmesine karar verdi. Bu teklifi kabul etmemeleri üzerine de Hucr B. Adiy ve arkadaşları öldürüldü. Rivayete göre Hucr B. Adiy öldürülmeden önce abdest alıp iki rekat namaz kılmış, üzerindeki zincirlerin çözülmemesini ve kanının yıkanmadan defnedilmesini vasiyet etmiş, böylece zulmen öldürüldüğünü ve şehid sayılacağını anlatmak istemişti.
Muaviye Cuma hutbelerinden Hz. Ali’ye küfrettiriyor lanet okutuyordu. Bu uygulamaya şiddetli bir şekilde karşı çıkan Hz. Hasan, Muaviye ile yaptığı sulh antlaşmasında Hz. Ali’ye sebbedilmesinden vazgeçilmesi şartını da ileri sürmüştü.
İlkönce tüm şartları kabul ettiğini açıklayan Muaviye, diğer şartların önemli bir kısmını yerine getirmediği gibi, Hz. Ali’ye sebbetme uygulamasına da son vermemişti. Ümeyye Oğulları’ndan bir grup Muaviye’ye giderek, “Ey Müminlerin Emiri Artık arzularına ulaştın. Ne olur bu adama (Hz. Ali’ye) küfür ve lanet etmeyi bırakıver” dediler.
Muaviye dedi ki: “Hayır vallahi, çocuklar bu inançla büyüyüp, büyükler yaşlanıncaya ve onun faziletini ağzına alacak biri bulunmayıncaya kadar bundan vazgeçmem” dedi.
Muaviye’nin başlatmış olduğu Hz. Ali’nin şahsında Ehl-i Beyt’e karşı Cuma Hutbelerinde lanet ve küfür etme geleneği, Emevi halifeleri tarafından Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar devam ettirilmişti. Emevi ailesinden çıkan bu salih insan, Ömer b. Abdülaziz, Cuma Hutbelerinden Hz. Ali ve Ehli beyte lanet okumayı kaldırmış, Nahl suresinin 90. Ayetinin okunması geleneğini başlatmıştı.
Sonuç olarak Muaviye bunca zulmü ve günahı ile hazreti olmayı ve ümmetin sevgisini hak ediyorsa ve cennetlikse Allah aşkına çevrenizde Hazreti olmayacak, saygı ve sevgiyi hak etmeyecek ve cennete gitmeyecek kaç kişi görebilir yada gösterebilirsiniz. Çevrenizde insanlara bir bakın Allah aşkına Muaviye’nin zulümlerini işleyen kaç kişi var. Bu insanlar Muaviye’den daha masum değiller mi?
Muaviye’nin bunca adaletsizliğini amalarla izah eden bir topluluğun, Muaviye’yi adil bir yönetici olarak gören bir topluluğun, insanlığa vereceği bir adalet mesajı olamaz. Onlar her zaman ve zeminde her türlü adaletsizliği ama diyerek izah edebilirler.
İslam’ın esası tevhid adalettir. Bir Müslüman’ın insanlık için verebileceği mücadele adalet mücadelesidir. Tarihimizdeki yapılan adaletsizlikleri meşrulaştırarak adalet mücadelesi vermek mümkün değildir.
Muaviye’yi sevmek ehli sünnet olmanın şartı ise kusura bakmayın ben ehli sünnet değilim. Ben Hz. Ebubekir’i ben Hz. Ömer’i ben Hz. Ali’yi seviyorum…. Resulün kutlu ashabına ve temiz ehli beytine selam olsun…