Reel politik farkı

Ahmet Taşgetiren

Onlara;
-Eğer bu D-8 projesi gerçekleşirse, dünyada yeniden bir Yalta masası kurulacak.
Büyükelçilerin gözleri fal taşı gibi açılıyor ve birbirlerine bakıyorlar.

Yalta, Tahran, Potsdam... Bunlar 2. Dünya Savaşı sonrasında Roosevelt, Churchill ve Stalin'in, dünyayı nüfuz bölgelerine göre parsellediği buluşma noktaları.
Erbakan Hoca, "Bu yeni masada Türkiye de olacak" demeye getiriyor ve bu, büyükelçilerde şafağı attıran bir etki yapıyor.

Bunu o toplantıda bulunan bir kişiden de dinledim, sonra Erbakan Hoca, gazetecilerle yaptığı bir sohbette de anlattı Yalta masasını...

Burada hemen, "D-8 gerçekten öyle bir sonucu doğurur muydu, öyle bir sonucu doğuracak olsa bile bunu Batılı büyükelçilere söylemek gerekir miydi" soruları sorulabilir ama belli ki Erbakan Hoca açık oynuyordu.
Dünya sistemi de ona bu açık oynamanın bedelini ödetti.
Dünya sisteminin kafasında hep "Acaba Erbakan'ın öğrencilerinin kafasında da benzeri hedefler var mıdır" sorusunun olduğunu söylemek yanlış olmaz.

AK Parti yola çıkarken...

Ben, AK Parti önderlerinin (Gül ve Erdoğan başta olmak üzere) yola çıkarken, özellikle dış politika alanında bir reel-politik değerlendirmesi yaptığını ve Batı dünyası ile ilişkide, Refah'tan farklı bir çerçeve öngördüklerini sanıyorum. Bunda, Erbakan'la özellikle dış ilişkilerde yakın temas halinde bulunan Gül'ün etkin katkısı olduğunu tahmin ediyorum.

AK Parti'nin Amerika ve AB ile ilişkileri onun için Fazilet-Saadet camiasında yadırganmıştır. Sonraki zamanlarda Has Parti Başkanı olarak Numan Kurtulmuş da, "reel politik" hassasiyetini tavizciliğin yansıması olarak değerlendirmişti.

Bizim, yani İslami camianın Batı ile ilişkilerden hayır beklemediğimiz bellidir. Onun için de Batı ile ilişkilere soğuk bakarız, hesaplaşma söylemleri hoşumuza gider.

Belki Batı için de bu böyledir, onlar da İslam dünyası ile ilişkide mesafeli dururlar.
Mesela, İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, Sarkozy'nin Türkiye'nin AB üyeliğine karşı tavrının tamamen "dini" sebeplerle, yani "Türkiye'nin Müslüman olması" ile alakalı olduğunu ifade ediyor.
Ama dış politika güç dengeleri üzerine kurulur ve orada duygudan öte hesap işler. Güçlü olursunuz, kendi pozisyonunuzu empoze edersiniz. Bazen güçlü olduğunuz zamanda bile, gücü kullanamama durumu söz konusu olabilir. Al-ver, kazan-kazan gibi politikalar bu yüzdendir.

Gül'ün ihtiyatı

Başbakan'ın kongre konuşması...
Gül'ün Meclis konuşması...
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım durum bakımından farklar taşıyor.
Zaman zaman Batı medyasında, diplomatik kulislerinde "Eksen kayması", "Yeni Osmanlı misyonu" gibi temalar dolaşıma giriyor. Bunlar, "Erbakan'ın öğrencileri"ne yönelik kuşku notları... Bu notların, Türkiye'de Batı nabzını kollayan çevreler tarafından da yoğun biçimde ve "kaygı" tonu ağırlıklı olarak tüketildiğine tanık oluyoruz.

Başbakan'ın seslendirdiği şeylerin, Türkiye'de büyük çoğunluğun yüreğini ferahlattığını tahmin etmek zor değil. 2023, 2071 gibi ufuklar, beni de mutlu ediyor.

Ama diyorum, acaba nasıl okunuyor bunlar Batı başkentlerinde ya da Batı'nın etkileyebildiği Ortadoğulu aydınlarda? Ve biz okuma tarzının böyle olmasını olumlu buluyor muyuz?

Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun da "stratejik derinlik" vizyonu sebebiyle, içeride ve dışarıda hedef haline geldiği biliniyor ve zaman zaman Davutoğlu da, "hedefler"in algılamasına yönelik düzeltmelerde bulunma ihtiyacı hissediyor.

Ben, Cumhurbaşkanı Gül'ü bu konuda daha ihtiyatlı buluyorum ve bu ihtiyatın, hükümet nezdinde de önemsenmesinin sağlıklı olacağını düşünüyorum.
Her ne kadar Sayın Başbakan'a bu söylem tarzı yakışıyor ise de...