Kriz aşıldı, ama bu tartışma bugünden yarına bitmeyecek.. Birtakım spekülasyonlarla zihinler bulandırılmaya çalışılacak.. Aslında Türkiye ilk defa rehine kurtarma operasyonu yapmıyor. Daha önce hem devlet, hem de sivil diplomasi, insani diplomasi yoluyla İHH rehine kurtarma operasyonları yapmıştı. İngilizler, Amerikalılar da kurtarıldı aynı yöntemle.
Türkiye’nin bölgede köklü, etkin, iyi bir temas ağı var..
Son MİT yasasından sonra Türkiye’nin bölgedeki etkinliği daha da arttı. TIR Operasyonu gibi operasyonlar bu etkinliği önlemeye yönelikti; olmadı..
MİT bölgedeki bütün dini, mezhebi, etnik, ideolojik ve politik hareketleri izliyor..
Irak’taki gelişmeleri hem kendi güvenliği, hem bölge insanına karşı insani bir görev, hem kardeş ve komşu halklara karşı bir kardeşilik borcu olarak yapıyor. Ve zaten Irak konusunda Türkiye garantör ülke olma özelliğine sahip.
Dikkat ettiniz mi, süreçle ilgili Almanya’nın, İtalya’nın ya da Rusya’nın, Çin’in adı geçiyor mu? Hatta İran’ın, Suudi Arabistan’ın ya da İsrail’in, Mısır’ın.. Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa’nın adı geçiyor sadece.. ABD zaten Irak’ta fiilen var.. İngiltere hem Irak’ın, hem de Suriye’nin garantörü, Fransa ise Suriye’nin garantörü..
Fransa’nın özellikle IŞİD’e karşı Suriye üzerindeki etkin hava harekatı, batı cephesindeki görüş birliğinin bir ifadesi olarak görülmeyebilir.. ABD’nin, Fransa’nın etkin olduğu Afrika ülkelerine, Ebola virüsü gerekçesi ile, BM şemsiyesi altında girmek istemesi ve 5000 kadar sağlık elemanının güvenliğini gerekçe göstererek bölgeye asker gönderme kararına karşı Fransa da, bölgede bayrak göstermiş olabilir..
Fransa saldırılarında IŞİD merkez karargahı ve silah depoları vurularak büyük insan kaybı ve maddi zarar oluşturuldu.. IŞİD içinde geleceğe ilişkin görüş ayrılıkları da giderek derinleşiyor. Uluslararası koalisyonun Irak hükümetinin yanında devreye girmesi, Barzani’nin peşmergelerle birlikte IŞİD’e karşı başlattığı operasyon ve IŞİD’in çok geniş bir bölgeye dağılmasının beraberinde getirdiği ikmal ve komuta sorunları sebebi ile zaten örgüt içinde birtakım sorunlar baş göstermeye başlamıştı..
Ankara IŞİD’e destek veren Arap aşiretlerinden önemli bir bölümü ile zaten uzun zamandan beri dirsek teması içinde idi ve aslında bu örgütler IŞİD’i desteklemekten çok Irak’taki Şia yönetiminin baskılara karşı bir ortak cephede sağlanan bir ittifak sözkonusu idi.. Olayın şekil değiştirmesi ve Irak’taki yönetim değişikliğinin ardından dengeler yeniden değişti. Tam da böyle bir zamanda Ankara rehineleri almayı başardı.
Türkiye’nin politikası zaten başından beri belli idi ve bu politikada bir değişiklik yok. Türkiye bölgedeki sivil insanların mal ve can güvenliklerinin sağlanması, gıda, barınma ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması konusunda her türlü desteğe hazırdır.. Bu maksatla Suriye içinde bir tampon bölge oluşturulması yönünde hazırlıklar başlatılmıştır. İHA’lar keşif uçuşlarına, F-16’lar da güvenlik maksatlı devriye uçuşlarına başlamıştır..
Türkiye batılıların kendi senaryolarının taşeronu olmayacaktır.. Bölge barışı ve insani diplomasi adına ne lazımsa bunu yapmakta da tereddüt etmeyecektir.. Öncelik sivil insanların güvenliği ve ardından çatışmanın bir an evvel sona erdirilmesidir..
IŞİD olayının ortaya çıkmasına sebeb olan otorite boşluğunun ortadan kaldırılması Türkiye’nin öncelikli konusudur. Suriye’de Esad rejimin varlığı ve devamı bu tehdidi desteklemektedir. Yine aynı şekilde Irak yönetiminin Sünnilere karşı Şiici politikaları da bu sorunun ortaya çıkmasındaki önemli etkenlerden biridir.. Şii, Sufi ve Selefi ayrışması, İslam dünyasına karşı bir komplodur ve bu tür senaryolar İslamifobiaya malzeme yapılmak istenmektedir. Ayrıca bu olaylar, bölge halkının diktatörlük rejimlerine karşı başkaldırılarını baskılamak için bir bahane olarak kullanılmak istenmektedir.. Çünki mevcut diktatörlük rejimlerinin yerine geçecek milli unsurlar, batılı kapitalistlerin haksız kazançlarına karşı tehdit oluşturmasının yanında İsrail’in varlık ve güvenliğine karşı bir tehdit olarak algılanılmaktadır..
Batılı ülkeler, bu olayları, bölgeye yerleşmek ve kendi yandaş rejimlerin iktidarlarının sürekliliğini sağlamak adına bir fırsata dönüştürmek istemektedirler.. Mısır’da yaşanan, Suriye’de yaşanan budur..
Irak ve Suriye’de yaşananlarla, Yemen’de yaşananlar büyük benzerlik göstermektedir.. Irak’ta IŞİD olayı yaşanırken, Yemen’de Husi ayaklanması sözkonusudur. Ve bu iki silahlı örgüt, hızla mevzi kazanmaktadır.. Husilerin karşısına Selefi grublar bölgeye çekilmeye çalışılırken, Irak ve Suriye’de de IŞİD’cilere karşı Şiiler ve Kürtler çatışmanın tarafı olarak alana çekilmeye çalışılmaktadır.
Bu soğuk savaşın bilinen takdiklerinden biridir ve bu kirli oyunun adı, kontrollü bunalım stratejisidir.. Bu kirli oyunda Suudiler Selefi-Vehhabi grublara destek verirken, İran Şiileri desteklemektedir.. Bu çatışmadan galip çıkacak olan tek ülke İsrail olacaktır..
Lübnan Hizbullahı, bir yandan Esad’a destek verirken, öte yandan Yemen’de Husilerle aynı cephede yer almaktadır.. Suudi Arabistan ise Kuzeyde IŞİD’ciler, Güneyde Yemen’deki El Kaide unsurları üzerinden İran ve Şia’ya karşı örtülü bir savaş vermektedir..
Şimdi öyle anlaşılıyor ki, uluslararası koalisyon, hava operasyonları ile IŞİD’in çevresine topladığı paramiliter grubların savaşan unsurlarını ve ellerindeki silah stoklarını vurarak imha etme yoluna gidecektir.. Hele Kurban Bayramı bir geçsin, bakın daha neler olacak. IŞİD’i gözünüze çok yaklaştırırsanız, onun arkasında yanan bir ormanı kaybedebilirsiniz. O takdirde savaş baronlarının kirli ve kanlı senaryolarını gözden kaçırabilirsiniz.
Cevabını arayan soru şu: Esad IŞİD’den daha kanlı, daha tehlikeli ve hatta IŞİD aslında varlığını Suriye’de Esad rejiminin oluşturduğu kan ve gözyaşı ile sulanan savaş bataklığına borçlu değil mi? Peki bu beyaz adam Esad’a karşı niye hâlâ sessiz! Selâm ve dua ile..
yeniakit