Hama'dan bir görüntü.. Tank ateşiyle parçalanmış bir ceset. Panik ve korkuyla yükselen tekbirler, çığlıklar... Yerde uzanan bedenler...
Suriye ordusunun, Baas ordusunun güvenlik operasyonu! Ağır silahlarla bombalanan şehirde yüz otuz insan hayatını kaybediyor. Yaralı sayısı bilinmiyor. Diğer kentlerden, kasabalardan gelen haberler, listeyi uzatıyor...
Dumanlar yükselen 700 bin nüfuslu bir şehir.. Şam yönetimi, silahlı güçlere karşı operasyon yapıyor! Şehirleri "temizliyor" ama silahsızların kanını akıtıyor. Çok kan akıtıyor. Ölenler kim, Suriye insanı değil mi, kimin umurunda!
Zaferinin parlaklığını ölümlerin çokluğu ile ölçüyor. Ne kadar öldürürse o kadar güçlü olduğunu, o kadar ülkeye hakim olduğunu, o kadar iktidara sahip olduğunu, o kadar isyanı bastırdığını düşünüyor.
Buna gerçekten inanıyor!
1982'deki Hama katliamı korkusuyla izledik Pazar günkü kıyımı. Otuz bin insanın öldürüldüğü, İsrail'le savaşması gereken Suriye tanklarının kendi halkını kıydığı dönemler geldi aklımıza.
İslam dünyasının Ramazan'a hazırlandığı, sahura hazırlandığı, ilk teravih namazını kılacağı saatlerde Hama'da sokaklarda bu zalimliği sergileyenler, dün gün boyu benzer operasyonlara devam ettiler.
İşgaller biliyoruz, kıyımlar biliyoruz, en kutsal, en saygın günlerde, en hassas saatlerde yapılan. Özellikle, bu toplumları aşağılamak için o günler seçilirdi. Ama onlar bölge dışındandı.
Ramazan Bayramının ilk günü sabah vakti liderler astılar, Ramazan ayında hava saldırılarını, kara operasyonlarını artırdılar, insanların ve toplumların dinleriyle, kitaplarıyla alay ettiler.
Ama onlar bu coğrafyaya istila için gelmişlerdi. Suriye'de olanlarda, Libya'da olanlarda onların da payı var, dışarıdan olanların da rolü var. Ama bu ülkenin, rejimin, iktidarın kendi insanlarına böylesine bir acımasızlıkla kıyabilmesi, bunu ülke için yaptığını iddia etmesi, kan ve barut kokuları göklere yükselirken hala sempatik görünmeye çalışması kabil edilebilir bir şey değil.
İşgalcilerin Irak'ta, Bağdat'ta yaptıklarıyla sizin Hama'da yaptıklarınız arasında ne fark var? Onlar Bağdat insanını nasıl yabancı görüyorsa, nasıl tehdit görüyorsa siz de kendi halkınızı tehdit görüyorsunuz, ondan korkuyorsunuz korktukça da acımasızlaşıyorsunuz.
Bir gün o silahlar elinizden gider, tankların namluları size döner. Yaşadığınız coğrafya, bunun sayısız örnekleriyle dolu. Liderlerin hazin sonlarına ilişkin örneklerin sayısı çok fazla bu coğrafyada. Hiçbir direnç, kitlesel öfke, silahla bastırılamaz. O halk artık sizi sevmiyorsa güçle sevdiremezsiniz. Bugün olmasa yarın ama bir gün gideceksiniz. Öyleyse, gideceğinizi bile bile ülkenizde kan fırtınası estirmek nasıl bir anlayış, nasıl bir korkulu gelecek hazırlıyorsunuz?
Suriye üzerinde oynana oyunların farkındayız. İsrail'in ellerini ovuşturduğunu görüyoruz. Mezhep savaşından çıkar umanların hesaplarını biliyoruz. Bu işin Suriye ile sınırlı olmadığını, bir çok "el"in bu ülkenin her köşesinde dolaştığını biliyoruz.
Ama hiçbir gerçek, böyle bir anlayışı, böyle bir öfkeyi, böyle bir zulmü kabullenmemiz için geçerli değildir, anlamlı değildir. Kan üzerinden hesap yapanlara kendi halkının kanıyla cevap veren bir zihniyetin normal görülmesi mümkün değildir.
Bir taraftan yeni siyasi partilerin kurulmasına izin verirken, reform için garantiler verirken her fırsatta acı bir intikam almak, insanları cezalandırmak tipik bir şark kurnazlığını hatırlatıyor.
Suriye'nin bir karış toprağının işgaline izin vermeyiz. Suriye'nin iç savaşa girmesine, mezhep çatışmalarına sürüklenmesine izin vermeyiz vermemeliyiz. Suriye'nin, akıtılan bunca kana rağmen yine de iç barış yolunda atabileceği adımlar olduğu kanaatindeyiz. Suriye'ye yönelik askeri müdahaleyi, gerekçesi ne olursa olsun, karşı çıkacağız.
Ancak Baas yönetimi silahla kontrol kurayım derken ülkeyi kaybetti, kontrolü kaybetti... Ordunun kuruluşunun 66. yıldönümünde söylenen sözlere bakılırsa, bu kanlı yöntem bundan sonraki günlerde de kullanılacak.
"Alın bu ülkeyi işgal edin" demiyorsa bile Suriye yönetimi, dış müdahale için her şeyi yapıyor... Yazık..
yenişafak