Dünkü yazıda.. Bugünlerde 100. yıldönümü dolayısiyle, bilen-bilmeyen herkesin sunduğu tv. proğramlarında hurafelerle dolu yığınla lafları toplumun hâfızâsına boca ettikleri Çanakkale Savaşları’nın meydana gelişi ve orada hangi uluslararası güçlerin savaştığı ve gerçekte Çanakkale’de asıl savaş beyninin ingiliz generalleriyle alman generallerinin beyni olduğu ve savaş taktik ve hünerlerini çok daha iyi kullanan alman generallerinin zaferiyle noktalandığı anlatılmaya çalışılmıştı.
Ama günlerdir, ekranlarda Çanakkale üzerine tv. proğramlarına tarihçi diye takdim olunan bazı kişilerin anne-annelerinden aktardıkları rüyaları bile tarihî gerçeğin delili (!) olarak kullandıkları sözleri çerçevesinde anlatılanlara bakıyorsunuz ki, asıl mes’ele, savaşı anlatmak ve vatan toprağını korumak için candan geçen insanları rahmetle ve saygıyla anmak ya da, o savaşta binbaşı -yarbay rütbesinde bulunmuş yüzlerce subayı da hatırlamak değil; sadece bir ismi öne çıkarmak kaygusunun olduğu âdetâ sırıtmaktadır.
O sistemde, herkes Sultan’ın emrindedir ve bütün zaferler de, mağlubiyetler de onun hesabına yazılır. Özel bir takım üstün başarılar göstermiş komutanlar varsa, onların kimler olduğunu açıklamak da Sultan’ın, Padişah’ın takdirindedir.
Padişah’ın Osmanlı Ordusu üzerindeki en yetkili temsilcisi ise, ‘damad-ı şehriyârî’ Enver Paşa’dır. (Enver Paşa, İttihadçı kadronun yine de en iyilerindendir.)
1915’lerdeki kartpostallarda siyah zemin üzerine çizilmiş, gümüşî bir beyazlıkla resmedilmmiş, at üzerindeki bir kumandan figürü vardır, altında arabça olarak ‘Batal-ul’Hurriye (hürriyet savaşçısı) Enver Paşa’ yazısını okunur.
Yahu, bu kadar yoğun proğramlar yapıyorsunuz, maksadınız, Allah aşkına, hakikati anlatmak, gerçeği kitlelere, özellikle de yeni nesillere aktarmak mıdır; yoksa, daha sonra kendisinin kurduğu fiilî sultanlık sisteminin resmî ideolojisinin ikonu haline getirilecek olan bir kişiyi daha bir cilâlamak mıdır?
Hani, Osmanlı padişahlarına yazılan kasidelerde, Allah’a hamd, Peygamber’e salat’u selâmedilip, mükevvenâttaki güzellikler de uzun uzun anlatıldıktan sonra.. Kâselîs/ çanakyalayıcışairler, asıl hedeflerini ‘Maksûd heman, ol Hazret-i Padişahî’yi övmektir..’ şeklinde ifade ederler. Çünkü, ondan ulûfe / yem alacaklardır.
Bugünlerdeki hemen bütün proğramlarda anlatılanlar da, böyle olup, Çanakkale Savaşı’ndaki rolü, kendi beyanlarından veya çoğu ingiliz subayı olan birkaç ‘özel kişi’nin beyanından aktarmadır.
Bizde ekranlarda tarih adına proğram yapanlardan niceleri de, keşke hedeflerini o çanaklayıcı şairler gibi, açıkça söyleyebilseler, ‘bizim bütün bu sözlerimizin hedefi, resmî ideolojinin ikonu olarak yontulan bir ismi daha bir yüceltmektir..’ diyebilseler..
*
Sahi, Çanakkale Savaşları üzerine yıllardır, o kadar filmler, belgeler, yayınlanırken, siz bütün bu yıllar boyunca, Osmanlı Orduları Başkumandan Vekili olarak askerî açıdan en üst derece sorumlu ve yetkili isim olan Enver Paşa ile ilgili tek bir fotoğraf veya film karesi gördünüz mü?
Ben hatırlamıyorum.
İnanıyorum ki, Genelkurmay’ın elinde birçok filmler ve fotoğraflar vardır. Bunlar, birilerinin lehine veya aleyhine olabilir gibi kaygulara prim vermeden, itibar etmeden, 100 yıl geride kalan o günlerin dürüst şekilde yansıtılmasına yardımcı olmak üzere aktarılmalı değil midir? Yoksa, kemalistlerin, Enver Paşa’nın kemiklerinin yurda getirilmesine ancak 75 sene sonra izin vermelerinin anlaşılmaz korku ve düşmanlığı orada da mı etkili, hâlâ?
Tekrar edelim ki, Çanakkale, gerçekte ingiliz ve alman generallerinin savaş san’atını tatbik kabiliyetini sergiledikleri bir savaş alanıdır.
*
Bu vesileyle, gereksiz gibi görülen bir ince noktayı da burada aktarmakta fayda olsa gerek..
Daha o yıllarda.. Henüz lise çağlarında olan Yakub Kadri, ölümünden önceki yıllarda anlattığı hâtırâlarında, ‘savaşlarda Padişah’dan başka kimsenin adının yazılmaması ve orduya bir bütün olarak teşekkür edilmesi âdet olduğu’ şeklindeki uygulamayı hatırlattıktan sonra, daha o sıralarda, geceleri gizlice dağıttıkları bildirilerde, kendisinin de ömrü boyunca, ‘resmî ideoloji ikonu’ haline gelmesinde bir hayli emeğinin geçtiği ismi, İstanbul’da halka heyecanla duyurduklarını söylerdi.
Düşünebiliyor musunuz, daha 1915-16’lar..
Birilerinin ismi, gencecik çocukların yayınladıkları ‘şebnâme’ dedikleri ve gizlice yayınladıkları ‘gece beyannameleri’nde planlı şekilde cilâlanıyor; gelecekte kutsanacak ve ‘resmî ideoloji ikonu’ olarak görülecek ‘bir kişi’nin adını daha o zamandan, gelecekte oluşturulacak ikon olarak yontmaya çalışıyorlar.
Bunda düşünülecek bir tarafı yok mudur?
Herhalde, öyle bir hassas zaman diliminde, bu tür bir propaganda fikrini nereden aldıklarını da söyleyecek değildi ya..
Ancak biliniyordu ki, Enver Paşa, savaşta Almanya’nın müttefiki durumunda olduğu için, ingilizler tarafından tabiatiyle sevilmiyecekti ve ingiliz emperyalizmi ona rakib bir ismin büyütülmesi için gereken hazırlıklara daha o zaman girişmişti.
Enver Paşa evet, o şartlarda ‘almanophile / alman sempatizanı olarak öne çıkacaktı. Ona karşı yüceltilmeye çalışanların ise, ‘anglophile’/ ingiliz sempatizanı’ olmalarına da şaşmamak gerekir.
Ve dahası, Çanakkale Savaşları, hâlen de, sırf ‘ikon’un büyüklüğünün anlatılması için, özel bir maksadla parlatılıp kutsanmıyor mu? Ve âdetâ, bir ulusal kutsal savaş, ulusal cihadanlayışı halinde aktarılmıyor mu?
Geziler tertib ediliyor, bir takım öğretmenler- rehberler öncülüğünde, yeni nesiller o savaş alanlarında gezdiriliyor. O genç nesillere öyle şeyler anlatılıyor ki, âdetâ büyüleniyorlar.
Tabiatiyle, bunda merhûm Mehmed Âkif’in de Çanakkale Savaşları üzerine yazdığı şiirlerin de büyük etkisi var.
Ama, yine de ilginçtir ki, Âkif, evet, o savaşta Almanya safında yer alınmasını istiyor ve hattâ almanların diğer halklardan farklı ve mazlum milletlere analık yapabilecek bir özellikte olduklarına dair şiirler yazıyor.
Ama, yine de Enver Paşa övülmez. Çünkü, övülecekse, Padişah övülecektir.
Daha sonraki dönemin ilginç övgücü kalem erbabından birisi olacak olan Y. Kadri ise, geleceğin fiiilî sultanını övmenin hissî ve fikrî hazırlıkları içinde olmuştur hep.. Ve her ne yapılmışsa, bütün olumlu işleri ‘resmî ideoloji ikonu’na mal etmek, yanlışları ise ise diğerlerine yüklemek geleneğinin öncülerinden olmuştur.
Bu gerçekleri yansıtmayan Çanakkale övgücülüğünün artık makul bir çizgiye oturtulması ve onun ‘ulusal bir kutsal cihad’ anlayışına basamak oluşturulması oyununa son verilmesi gerekmektedir.
*
Bir diğer nokta ise,, ekranlarda Osmanlı askerlerinin sadece ve ısrarla türk askerleri olarak anlatılması ne çarpık bir zihniyeti yansıtıyor.
O Müslüman askerler, Bosna’dan, Kırım’dan, Baku’dan, Bağdad’dan, Diyarbekir’den Medine’den, Kahire’den, Bingazi’den, müslüman coğrafyalarının bir çok köşesinden gelen inanç erleri iken, onları tek bir etnik unsura mal etmek..
Henüz 100 yıl öncesinde böylesine bir ırkçı, kavmiyetçi anlayış yoktu..
Şimdi ise...
Ekran bülbülü olan bazı tarihçilerin, Yeni Zelanda’dan gelen anzak askerlerinin ‘savaş gazisi’diye anmaları, bütün mânâları alt-üst etmekte değil midir?
Ama, Anzak askerlerini, ‘onlar da bu topraklar için öldüğüne göre, artık bu milletini misafirleridir, rahat uyusunlar..’ diye acaib humanist duygularla, saldırganı da, mütecavizi de kutsayan, saygıyla anan bir ‘resmî ideoloji ikonu’nun saçma-sapan beyanları övülerek verilirken.. Hayatta kalan Yeni Zelanda’lı işgalci askerlere ‘gazi’ denilmiş, çok mu!?
haksöz