Risale-i Nur’lardaki tahrifattan... Kılık-kıyafetteki tahribata!

Hasan Karakaya

 

 

Malûmlarınız olduğu üzre, Akit’in dünkü sürmanşetinde bir “araştırma”ya yer verildi... Muhabirimiz Erol Metin imzalı ve “Risale-i Nur’da büyük tahrifat” başlıklı “araştırma haber”de Risale-i Nur’lardan; “ümmet, şeriat, Kemalist rejim, Kürtler ve münafık”larla ilgili kelimelerin çıkarıldığı, yerine de “gelişigüzel eklemeler” yapıldığı belirtiliyordu...

Haberde, yıllardır Risalelerin aslını bozma girişimleriyle mücadele eden Tenvir Neşriyat Başkanı Mehmet Sadık Şeyhanzade’nın, görüşlerine de yer verilmiş... Şeyhanzade; bunun salt bir tahrifat ve sadeleştirme yolarak görülmemesi gerektiğini, yapılan ekleme ve çıkarmalarla Üstad’ın topluma farklı şekilde tanıtılıp, Ilımlı İslâm’ın bir temsilcisi olarak sunulduğunu söylüyor ve ekliyordu: “İslâma muhalif düşünceleri Said-i Nursi’ye mal etmek Üstad’a iftira atmaktır.”

İtiraf etmem gerekirse;

Bu mevzular “derin mevzular”dır ve benim “bilgi kapasitemi” de aşar.

Yalnız, “bilgili” olmamak, “ilgili” olmamak anlamına da gelmez...

Çünkü, “Risale-i Nur’larda tahrifat” olayı yeni bir olay değildir...

Kavga, çok eskilerde başlamış ve halen de devam etmektedir...

SULHİ DÖNMEZER’İN RAPORLARI

“Tahrifat” konusuna geçmeden önce, bir “hukukçu”dan, evet Ord. Prof. Sulhi Dönmezer’den söz etmek istiyorum...

Efendim, Sulhi Dönmezer; “Risale-i Nur’ların mahkeme incelemeleri”nde, sürekli “bilirkişi” olarak tayin edilen ve “görüş”ü sorulan bir hukukçudur!..

Yani, Sulhi Dönmezer; “Burada suç var” derse, o dâvâdan “beraat” almak mümkün değildir... “Suç yok” derse de, o dâvâdan “mahkûmiyet” çıkmaz!..

Sulhi Dönmezer, ilk zamanlarda; “bilirkişi” olması hasebiyle mahkemelerin kendisine gönderdiği “kitap”larda, hep “suç” unsuru bulur...

Çünkü Ord. Prof. Sulhi Dönmezer; kendini şöyle tarif eder:

“Ben, Atatürkçü, medeniyetçi ve özgürlükçüyüm. Bu nedenle insanların, kanunları ve yukarda belirlediğim değerleri ihlâl etmemek ve sakatlamamak şartı ile, fikir ve düşüncelerini serbestçe açıklayabilmelerini iyi karşılarım.

Bütün mesele Atatürkçülüğe, medeniyetçiliğe ve özgürlükçülüğe ters düşmemektir. Manevi sahada, din alanında insanları etkilemek, doğru yollar göstermek, toplumsal ilişkilerde hak ve adalet çerçevesinde hareket etmeleri telkinini yapmak ve bu konuda etkili olmak elbette ki, toplumsal yönden yararlıdır.”

Evet; Sulhi Dönmezer böyle biridir ve bu mizacı dolayısıyla; önüne, “Risale-i Nur”lara ilgili bir dâvâ geldiğinde, genellikle “Suç var” diye görüş belirtir...

Yalnız, aradan epey bir zaman geçince; aynı Sulhi Dönmezer, aynı “Risale-i Nur”lar için “Suç yok” diye raporlar vermeye başlar...

Sorarlar kendisine;

“Ne oldu da, olumlu raporlar vermeye başladın?”

Necmettin Şahiner’in 1977 yılında Yeni Asya Yayınları arasında neşredilmiş “Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor” adlı kitabının “258’inci sayfa”sında yer verildiği üzre; Sulhi Dönmezer, “bilirkişi raporlarındaki tavır değişikliği”ni şöyle izah eder:

“Bilirkişi olarak Said Nursi’nin pek çok kitabını, broşürlerini ve basılmış ya da basılmamış elle teksir edilmiş düşüncelerini ihtiva eden yazılarını okudum. Başlangıçta bu yazıların birçoklarında Atatürk’e karşı ve siyasete bulaşıcı ibareler vardı. Biz bunları kendi anlayışımıza göre raporlarımızda belirttik.

Bu eserlerin sonraki baskılarında sözünü ettiğimiz kısımlar genellikle çıkarıldı ve kitaplar o suretle basılmaya başlandı.

Böylece kitaplar, siyasal ve kanunlara aykırı kısımlarından arınarak sadece dini açıklamalar şeklini almış bulundu.”

Bu “gerekçe” de gösteriyor ki;

Sulhi Dönmezer; Risale-i Nur’larda geçen Atatürk karşıtı ve siyasetle ilgili kısımları kendi anlayışlarına göre raporlandırdığını ve sonraki basımlarda söz konusu kısımların genellikle çıkarıldığını belirtiyor. Aynı bilirkişi, böylece bu kitapların siyasetten ve kanunlara aykırılıktan arındırılarak sadece dini açıklamalara indirgendiğini söylüyor...

1977’den bugüne “37 yıl” geçmiştir ve bu ifadeler aynı kitabın bütün baskılarında tekrarlanıp durmaktadır. Buna rağmen, “tahrifatçı çevreler”den bu iddiayı nakzeden yani “çürüten” bir yazı ne gördük, ne okuduk.

Bu da gösteriyor ki; bilirkişinin dedikleri aynen uygulanmış ve söz konusu tahrifatlar tahrifatçılarca da benimsenmiştir.

Uzun lâfın kısası;

Risale-i Nur’lar, bu “temizleme”lerin, bu “ayıklama”ların, yani bu “tahrifat”ların neticesinde, “Risale-i Nur” olmaktan çıkarılmış, “öz”ünden ve “aslı”ndan uzaklaştırılmıştır!..

TAKKE VE CÜPPE FORA!

“Öz’den ve Asıl’dan uzaklaşma” süreci, “Risale-i Nur”larla sınırlı kalmamış olsa gerek ki; dün “BBC’nin Türkçe Servisi’ne verdiği röportaj”ını izlediğimiz Fethullah Gülen’in “kıyafet”inde de, bir hayli “değişim ve dönüşüm”, bir hayli “tahrifat” gördük...

Bilmem dikkat ettiniz mi;

Başbakan Tayyip Erdoğan için “Firavun!.. Karun!..” derken ve daha sonra “Beddua” ederken bile “takke”sini başından, “cüppe”sini sırtından, “terlik”lerini ayağından çıkarmayan Fethullah Gülen, dün röportajının yayınlandığı BBC’ye; “başı takkesiz, sırtı cüppesiz” olarak çıktı, iyi mi?..

Dahası var;

Ayağında da “terlik” değil,

“Ayakkabı” vardı!..

Düşünebiliyor musunuz;

“Secde edilecek yerin temizliği” konusunda bile son derece titiz olan Fethullah Gülen, tıpkı “Batılılar” ve “Batı taklitçileri” gibi, “evin içinde ayakkabı” giyiyor!..

Hadi; “Başı takkesiz, sırtı cüppesiz” olmayı anlarım da, “evin içinde ayakkabı giymek” de neyin nesi oluyor?..

Hani, bir “türkü” vardır ya;

“Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun,

Gördün güzelleri beni unuttun!”

Fethullah Gülen de;

Pensilvanya’ya gittiğinden bu yana “Amerikalılar” gibi olmuş, “temizlik” hassasiyetini unutmuş ve onlar gibi; “eve ayakkabı ile girer olmuş” da, haberimiz yok!..

Ne ilginç değil mi;

“Mürit”lerin karşısına geçince başta takke, sırtta cüppe, ayakta terlik!..

BBC’nin karşısına geçince;

Takke ve terlikler fora!..

“Takke düştü, kel göründü” diyeceğim ama, hadi demeyeyim...

Nasıl olsa, atalarımız demiş!..

Buyrun, bir ayrıntı daha:

Fethullah Gülen; kendisiyle “röportaj” yapan ve “Cemaat’ten bir genç” olduğunu zannettiğim “BBC Türkçe Servisi’nin Muhabiri Güney Yıldız”ın karşısında “takkesiz, cüppesiz ve ayakkabılı” otururken, Güney Yıldız’ın ayaklarında “terlik” vardı, iyi mi?..

Şu hâle bakın;

Fethullah Gülen “ayakkabılı”

Ama, müridi “terlikli!”

Ne günlere kaldık?!?..

Fethullah Gülen’in, söz konusu röportajda kullandığı ve “demek istiyorum ama demiyorum” modunda söyleyip de, “uyanıklık” yaptığı “Paranoyak!.. Dengesiz!..” kelimelerinin üzerinde duracak değilim...

Çünkü, bu tür ifadeleri, Erdoğan’a “kin dolu” herkes kullanabilir...

Şahsen ben de, Fethullah Gülen’i “din dolu” bir ilâhiyatçı gibi değil, “kin dolu” bir siyasetçi gibi görüyorum!..

Dolayısıyla, o da söyleyebilir!..

Ben; “körler-sağırlar, birbirini ağırlar” formatındaki dünkü röportajda, Fethullah Gülen’in ağzından çıkan “söz”lerden ziyade, “öz”lere baktım...

“Söz”ler söylenir...

Önemli olan “öz”dür!..

Ama, gördüm ki;

“Takkesiz ve cüppesiz ama ayakkabılı” Fethullah Gülen, yavaş yavaş “öz”den uzaklaşıyor!..

Tıpkı, “Risale-i Nur”larda olduğu gibi!..

Dün, Risale-i Nur’lardan, nasıl ki; “ümmet, şeriat, Kemalizm ve Kürtler” kavramları “ayıklandı” ise; 37 yıl sonra bugün de Fethullah Gülen’in başından “takke”, sırtından “cüppe”, ayağından “terlik” ayıklandı!..

Bakalım, daha neler göreceğiz?..

Bu “diyalog” işi,

Ne kılıklara sokuyor insanı!??..

*****************************************************************

 

 

Pinokyo’nun çağdaş versiyonları: Zamane yalancıları!

Başı Dumanlı Zaman gazetesi, önceki günkü ilâvesinde, “Medyanın yalancı çobanları” başlıklı bir haber yayınlayıp, akılları sıra “Akit’in haberleri” için de “yalan” demişler... Sormak gerekir kendilerine; “doğru”ları yazdığını iddia ettikleri Zaman; hiç okuyanı olmadığı için “çöp konteynırları”na doldurulur, ya da, “hurda kâğıt” olarak kullanılmak üzere “depo”larda istiflenir mi?.. Ama, “yalan” yazdığı iddia edilen Akit, büyük ilgi görüyor ve elden ele dolaşıyor...

Her neyse... Gelelim, “yalan-gerçek” meselesine... Neymiş; “fotoğraf”ını bile yayınladığımız “Cemaat ile AB’nin gizli toplantısı” haberi “yalan”mış iyi mi?.. Güya, o toplantı “gizli” değilmiş!.. Çünkü, o toplantıya; bakanlar Egemen Bağış ve Fatma Şahin de katılmışmış!..

İşte buna “kuyruklu yalan” derler...

Çünkü efendim; o toplantıya Egemen Bağış katılmadı... Buyursunlar, aksini ispat etsinler!..

Diyeceğim şu:

Demek ki, “Zamane çobanları” böyle oluyor... “Yalan” dedikleri bir haberi “düzeltmek”(!) isterken bile “yalan haber” yapıyorlar!..

Pinokyo’yu bile solladılar!..

yeniakit