Cahit abimiz “Ne çok acı var” demiş, doğru demiş, ama eğlence de az değil bu dünyada.
“Atatürk’e hakaret”ten hapse girdiğimde pek muteber bir abimizin (Cahit abi değil, o çoktan ölmüştü, Allah ganî ganî rahmet eylesin) “Amerikalılar Tayyip sonrası için Hakan’ı başbakanlığa hazırlıyor” dediğini duyduğumda önce afallamış, sonra kahkahayla gülmüştüm.
Gülmüştüm gülmesine de, nefis nefistir, “Gerçekten başbakan olur muyum?” diye ümide kapılmamış da değildim.
Peki, ABD’nin getirdiği bir başbakan olarak emperyalizmle mücadele etmem biraz tuhaf kaçmayacak mıydı?
Yoksa emperyalizmle mücadele niyetimde samimi değil miydim?
Ben samimiydim de ABD mi yanlış ata oynuyordu yoksa?
ABD beni kullandığını zannederken ben ABD’yi kullanabilir miydim acaba?
İyi güzel de, ABD’nin desteklediği adayın başbakanlığının garanti olduğu nereden çıkıyordu ki?
Cem Boyner’in dramı bize bir şey söylemeli değil miydi?
Sorular, sorular, sorular…
İçinden çıkılmaz sorular, ama önemsiz.
Aradan 13 sene geçti, hâlâ başbakan olamadım ve üstelik başbakanlık müessesesi ortadan kalkmak üzere.
Pardon, Şükrü Saraçoğlu mu burası?
Ama “Recep İvedik 5” ne ki!
ABD’nin tayin ettiği yeni başbakan olamadımsa da “Kraliçenin İslamcısı” oldum işte.
Bazı Twitter kahramanları öyle diyorlar bana.
Tabirin majestikliğine bakmayın, bildiğiniz İngiliz ajanı yani.
Ahmet Davutoğlu’nu sevmeye devam ediyorum ya, ondan ötürü.
Başka delile gerek yok.
En çok da neye gülüyorum, biliyor musunuz?
Karşısında un ufak olduğum bir üstadımın bu meyandaki trolvari dedikodusu karşısında şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak kadar salak olduğum günlerdeki halime gülüyorum.
Ne olacaktı ki?
Ne zannediyordum ki bazı sahabilerin bile saçma sapan bir dedikoduya iltifat edebildiği bu dünyayı?
En iyisi itiraf etmek:
Kraliçe 2. Elizabeth’in huzurunda çalıp söylemiş olan ve üyelerinden Paul McCartney’e “Sir” unvanı verilen The Beatles’ın en az 40 şarkısını ezbere sayabilirim.
Bunların en az 30’unu mırıldanabilirim de.
Başından sonuna kadar eksiksiz söyleyebileceğim Beatles şarkıları bile var maalesef.
Özel bir sohbette “John Lennon ve Paul McCartney 18’inci yahut 19’uncu yüzyılda yaşasaydı bugün Bach, Mozart, Beethoven, Brahms ile beraber anılıyor olabilirdi” dediğimi de inkâr etmem.
Daha üstüme gelirseniz “The Beatles tek başına bile yeterliyken ayrıca The Rolling Stones, Pink Floyd, Led Zeppelin, The Kinks ve The Who’yu da çıkaran, üstelik bunlara Deep Purple ve Uriah Heep’i de ilave eden Britanya’nın saygı duyabileceğimiz yegâne işgali Rock tarihinin altın sayfalarındaki bu görkemli işgalidir” gibi laflar etmişliğimi de itiraf ederim.
Ve eklerim: “Daha Eric Clapton, Cat Stevens, The Clash, David Bowie, Queen vs’ye gelmedik ha! Görkemi varın siz hesap edin.”
Tamam, evet, bu böyle, ama sonuçta Rock’tan bahsediyoruz ve yukarıdaki iddialarımla rahatsızlık vereceğim ülke Türkiye değil Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Öyle olmasaydı ABD “İngiliz işgaline cevap” olarak The Monkeys’i imal eder miydi? (Anasına babasına pis pis konuştuğu için Jim Morrison’ı hiç sevmemekle beraber, “Amerika’nın The Beatles’a asıl cevabı” denilen The Doors’ın özgünlüğünü ve kalitesini takdir ederim, o ayrı.)
Neyse işte… İngilizlerle irtibatım aslında onların Rock müziğine katkılarının kıymetini takdir etmekten ibaret. (Edebiyattan anlasaydım D.H.Lawrence filan da derdim, ama ne gezer.)
Üstelik “Britanya’nın saygı duyabileceğimiz yegâne işgali” derken tabii ki ironi yapmıştım.
Ve bunları ilk defa açıklıyorum.
Demek ki bana İngiliz ajanı diyenlerin elinde buncağız bile yoktu.
Almanya’da doğmuşum, 12 sene Almanya’da yaşamışım, sık sık gidip gelirim Almanya’ya… Bu bakımdan, bana “Alman ajanı” diyenleri daha makul buluyorum.
Sahi; bağrıma taş basıp, hakkımdaki Alman ajanı iddiasını kabul mü etsem acaba?
Almanya’nın Namibya ve bir miktar Çin’deki mezalimi yenir yutulur gibi değil, ama İngiltere’nin uçsuz bucaksız sömürge coğrafyasıyla kıyaslandığında niye olmasın?
Bir iki yazımda Angela Merkel’i methettiğime de dikkat çekerek Alman istihbaratına çalıştığımı ileri sürenlere kurtarıcı gibi yapışabileceğim hiç aklıma gelmezdi.
Bunu da eğlenceli buluyorum.
Aaaa… Bi’ dakka!
Yukarıda Klasik Batı Müziği’nin üstatlarından örnekler verirken kimleri saydım ben?
Bach, Mozart, Beethoven ve Brahms; öyle mi?
Niye sadece Almanlar?
Demek ki var bir şey…
Ajanlık ne ki?
“Anschluss”çuluk derecesinde bir Alman manyağı olmalıyım ki, “Niye sadece Almanlar” derken Avusturyalı Mozart’ı ayırmadım.
Dedikodu borsasında bunların değerlendirilmesini, “Alman ajanı” yaftasının “İngiliz ajanı” yaftasına galebe çalmasını temenni ederim.
İşbu satırları yazarken fonda Jerry Lee Lewis’in “Whole Lotta Shakin’ Goin’ On” şarkısı çalıyor… Tam isabet!
Eğleniyoruz.
Fakat…
Eyvah!
Neoconların manevi liderlerinden evanjelist vaiz Jimmy Swaggart’ın kuzeni değil mi Jerry Lee Lewis?
Dön dolaş Amerikan ajanlığına geri geldik
karargazete