Rukye Yapma ve Karşılığında Ücret Alma ile İlgili Delil Olarak İleri Sürülen Hadis
30 sahabinin bir koyun sürüsü karşılığında, içlerinden birinin Fâtiha suresi okuması konusundaki Buhari ve Müslim’de rivayet edilen hadis, Kur'ân karşılığında ücret almayı değil, duâ ile ma'nevî tedâvî karşılığında ücret şart kılmayı ifâde etmektedir. İmam Buhârî de bu rivâyeti “Fâtihatu'l-Kitâb'ı Okumakla Rukyeler Yapma Babı” diye başlık altında kitabına almıştır. Hadis-i şeriften çıkan hükümler:
1- Bu hadis, hastaya Kur’an veya başka bir şey okumayı değil, sadece Fâtiha okumayı caiz kılar. Atâ ile Ebû Kabe'ye göre hastanın üzerine Fatiha okuduğu için ve Fâtiha'yı öğretmek mukabilinde ucret almak caizdir. İmam Mâlik ile, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Sevr'in mezhebleri de budur. Kurtubi, rukye hakkında İmam-ı Â'zam'ın kavli de bu olduğunu nakletmiştir. Zührî 'ye göre ücret mukabilinde Kur'ân öğretmek mekruhtur. İmâm-ı Âzam ile diğer Hanefiyye imamlarına göre ücret mukabilinde Kur'an öğretmek câiz değildir.
Meseleyi, kendilerinin rukyeci olduğunu ileri sürenler Peygamberimizin müsaade ettiği Fâtiha suresi okumakla sınırlı rukyecilik yapıyorlarsa, yapabilirler, sadece Fâtiha suresini okuyarak bunun ücretini alabilirler. Bununla yetinmezler ve Kur’an’da ve sünnette olmayan nice şeyleri de rikye adıyla kattıkları, muskacılık yaptıkları, uydurma cin çıkarma seansları tertip ettikleri, psikolojisi bozuk veya beyninde hastalık olan, ya da epilepsi (sâra) hastalığı gibi tıbbî çözümü olan hastalığa sahip olanlara doktoru tavsiye edeceğine muskalar yazarak tedavi etmeye kalkmak, Rasulullah’ın izin verdiği rukye kalıbına girmeyen başka şeyler yapmaları ve bu vesile ile hastaların ümitleriyle oynayıp onların sukut-ı hayale uğramasına vesile olmaları ve onların rahatsızlığını kendilerine geçim kaynağı ve istismar alanı bulmalarında bu hadisten veya benzeri başka rivayetlerden bir delil yoktur.
Önce, tevhid ehli bir kimseye bu işleri yapmak bir tarafa, bu tür işleri savunmak bile züldür. Bir ilâcın şifaya vesile olması için, o ilacın kullanılması gerekir. Sadece reçetenin veya prospektüsün okunmasıyla şifa beklenemez. "Kur'an şifadır." (10/Yûnus, 57; 17/İsrâ, 82; 41/Fussılet, 44). Hem ferdî hastalık, problem, stres ve buhranlarımıza; hem de sosyal kargaşamıza. Aynı zamanda devlet yönetiminin ölümcül hastalıklarına şifadır. Bunun böyle olduğu sayısız deney ve tecrübelerle kanıtlanmış tarihî ve güncel bir vâkıadır. Aynı ilaç, bayatlamadan bozulmadan duruyor. Raflarda, kabından açılmadan tutuluyor. Uygulayacak hastaları bekliyor. Kur’an şifadır; emir ve yasakları uygulandığı durumda mânevî hastalıklarımıza, huzursuzluğumuza, psikolojik sıkıntılarımıza şifadır. Şu kadar sayıda okuyup üfleyerek, ağzımızdan tükürükler saçarak, tüh tüh diyerek değil; okuyup amel ederek Kur’an’dan şifa beklemeliyiz. Kur’an, hidayet kitabıdır, fal kitabı, üfürük kitabı değildir. Dünyevî çıkarlara âlet edilecek, okuyup üflenip geçim sebebi kabul edilecek, rukye adıyla dua edip para kazanılacak bir kitap değildir. Kur’an’da şerrinden Allah’a sığınmamız emredilen üfürükçü kimdir, rukyeci kimdir? Aralarında nasıl bir fark vardır? Kimse “ben üfürükçüyüm” demiyor, demez. Üfürükçüler kendilerini hep rukyeci olarak tanıtırlar. Hem de Kur’an ve Sünnete Göre Hacamat yaptıklarını ve rukye yaptıklarını söylerler. Kur’an’da hacamat kelimesi bile geçmediği halde, Kur’an’a göre nasıl hacamat yapılıyorsa, Kur’an’da geçmeyen rukye, nasıl suya üfleniyor, muska yazılıyorsa ve bütün bunlar Kur’an’a uygun nasıl hacamat ve Kur’an’a uygun nasıl rukye oluyorsa, biri bize ilmî cevaplar vermeli.
2- Ashâbın rukye ücreti aldığı ve Peygamberin bu ücreti onayladığı kimseler kâfirlerden almıştı bu rukye ücretini. Kıyas yapıp bu hadisten delil getirmek için rukye karşılığı ücret alnabilecek kimseler de mü’min olmamalı,
3- Bu hadiste sahâbîlerin ücret almalarının gerekçesi vurgulanmış; tedavi edeceği kimsenin ve çevresindekilerin yüzüne karşı da bu gerekçeyi söylüyorlar: “Sizler bizi konuk edip yemek yedirmediniz. Biz de, sizler bizim için bir ücret ta'yîn etmedikçe size rukye yapmayız!” Demek ki, herkese ücretle rukye okumak yok, kendilerine insanî muâmele yapmayan, misafir ve aç oldukları halde önlerine yiyecek koymayan kimselerden ücret istenebilir. Rukye karşılığı ücret için para alınan kimseler insanî özelliklerden de mahrum olmalı. Mü’min hastalara değil, insanî özelliklerden de mahrum kâfirlere sadece Fâtiha okunuyorsa rukye olarak bu hadisten delil getirip caiz bir iş yaptıklarını söyleyebilir rukyeciler. O sahabi sadece Fâtiha okumuştu. Rukyeci geçinin hiçbir kimse, bir hastaya karşı sadece Fâtiha okumaz. Sadece Fâtiha suresi okuyana, kimse hoca demez, para da vermez. Bu yönüyle de bu hadis, sizin için delil olmaz.
Ayrıca o sahabi, “tükrüğünü topluyor ve o hasta adamın üzerine tükürüyordu.” Rukyeci olduğunu söyleyen bugünkü bu tür işler yapanlar da mı öyle yapıyor? Madem bu rivayeti delil kabul ediyor bir rukyeci, aynen bu şekilde yapmak zorunda. Hadis rivayetinin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek olur mu? Kur’an okuduğu için değil de, o mübarek tükrüğünü toplayıp hasta adamın üzerine tükürdüğü için para alabilir bir rukyeci. Çünkü hiç olmazsa bir şey sarf etmiş oluyor, kendinden bir şeyi satmış oluyor. Allah’ın kitabını satmaya cevaz verilemez, ama rukyeci tükrüğünü satabilir. Tabii, onun mikroplu tükrüğüne para verecek, kendisine tükürdü diye tükrüğünü ağzına yüzüne sürecek ve bundan şifa bekleyecek enayiler varsa. Rukyeci diyebilir ki, öyle enayiler olmasa biz nasıl kazanacağız? Tevhid ehli, Allah’tan korkan, kendisine “hoca” denilen ve dini temsil eden kişiler tükrük saçmaya, tükrük satmaya kalkıyorsa, müşterilerini kâfir veya enayi kabul ediyorsa ve din adına bunu savunuyorsa kıyameti beklemek gerekir.
Yukarıda birkaç tanesini yazdığım, Kur’an’dan ve sahih hadislerden çok sayıda; Kur’an okuma karşılığında para ve mal almayı yasaklayan hadislerin zıddına, önemsenecek sahih hadis kabul edilen Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri Fatihatu’l-Kitab’ı Okumakla Rukye Yapma hadisi var.
Madem, en önemli delil bu hadis, bunun üzerine senin yaptığın gibi, önce şerhlerinden yola çıkarak âlimlerin görüşlerini aktaralım: Buhârî’nin Tecrid-i Sarih Terceme ve şerhini yapan Kâmil Miras şöyle diyor: Buhârî, bu hadisi Fâtiha-i Şerîfe ile duâ mukabilinde bir ücretin verilip alınmasının hükmüne dair bir bâbında sevk etmiştir ki, bu hadisin ifade ettiği hüküm cevazdır. (Demek ki, Buhârî, bu rivayeti, Fatiha’nın dua olarak okunduğunda ücret konusunda hüküm için bu hadis kullanılabilir. Fâtiha dışında bir dua için ücret alınma konusunda bir delil olmaz. –parantez içi açıklamalar bana, Ahmed Kalkan’a aittir). Eimme-i mezâhib (mezhep imamları) ise bu bâbta ihtilaf etmişlerdir (Niye ihtilaf etmişler, çünkü bu rivayete zıt caiz olmadığını kesin şekilde belirten sahih hadisler ve her şeyden önce âyetler vardır da onun için). Zührî, ücretle ta’lim-i Kur’an edilmesini kerih görmüştür ki, İmam Ebu Hanife ile ashâbının mezhebi de böyledir. Sâdât-i Hanefiyye ta’lim-i Kur’an mukabilinde ücret alınması caiz değildir, demişlerdir.
Hurmet-i istîcâre kail olan eimmenin mebnâ-yı ictihadları şu asl-ı fıkhîdir: Her tâat ki, edâsı Müslümana hastır; o tâat üzerine istîcâr câiz değildir. Çünkü ta’lim, tezkîr, te’zîn, imâmet birer tâat ve kurbettir ki, bunların âmilinden sudûru, âmilinin edâsı matlûb-ı şâri'dir’. Bunların edâsı mukabilinde Allah’ın hazîne-i kerem ve âtıfetinden başka bir yerden ücret alınması câiz değildir. (Yani, Ücretle Kur’an okumanın haram olduğu görüşüne sahip olan imamların ictihadlarının temelinde şu fıkhî esas vardır: Her sevap olan iş, ki onun edâ edilmesi Müslümana hastır. Yani, kâfirin yapmadığı sevap olan herhangi bir iş, o sevap olan işten ücret alınması câiz değildir. Çünkü Kur’an öğretmek, hatırlatmak, ezan okuyup müezzinlik yapmak, imamlık birer Allah’a yakınlık olan sevap işlerdir ki, bunların yapılmasını Allah istemiştir. Bu gibi okunması ve yapılması sevap olan işleri yapma karşılığında Allah’ın (âhirette vereceği) cömert hazinesinden başka bir yerden ücret alınması câiz değildir.)
Hurmet-i istîcâre kail olan (Kur’an okuma karşılığında ücret almanın haram olduğuna inanan) Hanefilerin istidlâl ettikleri naklî deliller de şunlardır: Kur’an okuyunuz, fakat Hazret-i Kur’an’ı me’kel ve vesîle-i intifâ’ edinmeyiniz!” kavl-i şerifidir.
"Kur'an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin." (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46).
Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe'den birçok kimselere Kur'an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- 'Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım' dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ'nın Kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" (Ebû Dâvud; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47)
Übeyy bin Kâ'b: "Bir adama Kur'ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir" buyurdular, ben de sahibine geri verdim. (İbn Mâce, II/157; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48).
Ve bu hadis rivayetlerine benzeyen Buhâri, Tecrid-i Sarih şârihi, birkaç hadis daha nakleder. Sonra şu açıklamayı yapar: İzahıyla meşgul bulunduğumuz Ebu Said-i Hudrî hadisi ile bunların teâruzuna gelince: Buna İbn-i Cevzî üç veçhile cevap veriyor: 1) Ebû Said-i Hudrî’nin resilerine duâ ettiği Arab kabilesi kâfir idi, onların mallarını almak câiz idi. 2) Hakk-ı dayf ve misafirperverlik vâcib iken bunlar bir İslâm seriyyesini kabul etmemişlerdi. (S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. D.İ.B. Yay., c. 7, s. 45-47)
Buhârî şerhinden tavsiye: Buhârî muhtasarı Tecrid-i Sarih şârihi Kâmil Miras, sözün sonunda şu tavsiyelerde bulunur (Osmanlıca olduğu için anlamakta zorlananlara az sonra sadeleştireceğim –A. Kalkan-): Muharrir-i âciz bir Buhârî hâdimi olmak itibarıyla eslâfın nassa müstenid olan tarik-ı ictihâdını ta’kib ve müteahhirînin istihsan yolundan udûl etmek kanaat ve mevkiinde bulunuyorum. Size de bu tarik-ı selefi iltizam etmenizi tavsiye ederek derim ki: Yukarıda terceme ettiğimiz ehâdîs-i şerifenin bize ilham ettiği hakikate göre, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) Efendimiz Kur’an-ı Azimü’ş-Şân’ın bir metâ-ı ticaret gibi îcar ve istîcâra tâbi tutularak ibtizâlini istemiyor. Maddî hayatımızdaki şerâit edâ ve istîfâdan müteâlî bulunması ve böylece Allah kelâmının mevkı-i bülend ve ihtirâmda mahfuz kalması matlûb-ı şâri’dir. Bu âlî gâyenin tahakkuku için Hz. Kur’an’ın ulüvv-i şânına izâfetle hamele-i Kur’an’ın yalnız Allah’ın hazîne-i kerem ü inayetine arz-ı ihtiyaç etmelerini tavsiye ve hamele-i Kur’an’ı îcâr ve isticar yoluyla halka el uzatmaktan tenzih ederim. Kur’an için istîcâr, Kur’an ile teberrük değil, Kur’an’dan ve tilâvet-i Kur’an ile matlûb olan mukaddes gâyelerden tamâmıyla tebâuddür (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B. Y., c. 7, s. 45-53). Buhârî hizmetkârı âciz bir yazar olarak seleflerin nassa dayanarak tutmuş oldukları ictihad yolunu takip ve müteahhirînin (sonradan gelenlerin) istihsan yolundan dönme kanaat ve mevkiinde bulunuyorum. Size de bu selefin yoluna tutunmanızı tavsiye ederek derim ki: Yukarıda tercüme ettiğimiz hadis-i şeriflerin bize ilham ettiği hakikate göre, Rasûl-i Ekrem Efendimiz Kur’an’ın bir ticaret metâı/eşyası gibi kiralanarak hor kullanılmasını istemiyor. Maddî hayatımızdaki şartları yerine getirip tümüyle ihtiyacımızı karşılamaktan çok daha yüce olması ve böylece Allah kelâmının yüce konumunu ve saygınlığını koruması Şâri’nin (Allah’ın) isteğidir. Bu yüce gayeye ulaşmak için Hz. Kur’an’ın yüce şânına izâfetle Kur’an ehlinin yalnız Allah’ın cömertlik ve yardım hazinelerine olan ihtiyaçlarını (yalnız Allah’a) arz etmelerini (Kur’an karşılığında başkalarının eline bakıp şahsiyetlerini rencide ettirmemelerini) tavsiye ve Kur’an hâfızlarının okuduklarını satar, kiralar gibi halka el açmaktan onları uzaklaştırırım (sakındırırım). Kur’an karşılığında para istemek, Kur’an’la teberrük (bereketlenme) değil; Kur’an’dan ve Kur’an okumakla beklenen mukaddes gâyelerden tamamıyla uzaklaşmaktır. (S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. D.İ.B. Yay., c. 7, s. 52-53)
Bu hadisin Müslim şerhinden önemli bölümlerini de aktarayım: Âyetle yahut menkul dualarla rukye yapmak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. Allah bir insanın ne kadar zaman sağlam, ne kadar hasta yaşayacağını bilir. Bunu değiştirmeye imkân yoktur.
Atâ’ ile Ebu Kılabe’ye göre hastanın üzerine Fâtiha okuduğu için ve Fâtiha’yı öğretmek mukabilinde ücret almak câizdir. İmam Mâlik ile, Şâfii, Ahmed bin Hanbel ve Ebû Sevr’in mezhebleri budur. Kurtubî rukye hakkında İmam-ı Âzam’ın kavli de bu olduğunu nakletmiştir. Zührî’ye göre ücret mukabilinde Kur’an öğretmek mekruhtur. İmam-ı Âzam ile diğer Hanefiyye imamlarına göre ücret mukabilinde Kur’an öğretmek câiz değildir. Bubda kitabımızın baş tarafında tafsilat geçmişti.” (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629)