Rusya Kosova'nın Bağımsızlığına Neden Karşı?

Kosova ile ilgili durumu biraz takip edenlerde, Rusya'nın açıkça bu eski Yugoslavya bölgesinin bağımsızlığına örnek olmasından korkarcasına karşı olduğu izleniminin uyanması gerekiyor.

Rusya Kosova'nın bağımsızlığına neden karşı?

Kosova ile ilgili durumu biraz takip edenlerde, Rusya'nın açıkça bu eski Yugoslavya bölgesinin bağımsızlığına örnek olmasından korkarcasına karşı olduğu izleniminin uyanması gerekiyor. Aynı zamanda Rusya'ya yönelik ABD yönetimi ve Avrupa kurumlarından Kosova'nın Çeçenya için örnek olamayacağı yönündeki defalarca yapılmış teminatlar da gözden kaçamaz.

Buna rağmen Rusya, Marti Ahtisaari planını desteklemeyi reddediyor. Bana göre, burada Rusya'nın korkuları veya batılı partnerlerine güvensizliği söz konusu değil. Rusya için Kosova'nın bağımsızlığı faydalı, ama bunun kendi resmi kabulü olmadan veya en azından onayı olmadan gerçekleşmesi gerekir. Birinci durumda bu veto kullanma, ikincide de BM Güvenlik Konseyi’nde oylamada sadece çekimser kalma anlamına gelir.

Rusya, Kosova'nın bağımsızlığının Güvenlik Konseyinde uzlaşı olmadan tanınmasını metodik olarak başarmaya çalışıyor.

Rusya en kısa zamanda Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester halklarının bağımsızlık haklarını kabul edecek, yani onlara kendisine bağlanmalarına müsaade edecek, o zaman kabul etmeyenler olacak, ama bu yeni bir şey olmayacak, bununla yaşamak mümkün ve gerekli olacak.

Batı'nın Kosova'nın kendi kendini idare hakkını tanıma anlamına gelecek olan Kosova problemini çözme arzusu kesinlikle anlaşılır. ABD ve AB'nin Kosova planlarına Rusya'nın desteğini neden elde etmek istedikleri de kolayca hesaplanabilir. Onlar Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester meselelerinin çözümünde Rusya'nın tek başına olması durumuna karşı kendilerini sigorta ettirmeye karar verdiler. Eğer bu bölgeler Gürcistan ve Moldavya bütünlüğüne geri dönselerdi kendi kontrollerine almak elbette kötü olmazdı. Tarih ısrarla, her türlü ilgi çekici şeyin beraberinde gerçek bir neden olmadığını öğretiyor.

Yukarıda adı geçen üç cumhuriyetin Rusya için jeopolitik önemini yazmak gereksiz. Haritaya bakmak yeterli. Örneğin, Abhazya'nın Karadeniz bölümü olmasa, Rusya Karadeniz’de sadece sembolik olarak bulunabilirdi, Güney Osetya olmasa Rusya'nın Güney Kafkasya perspektifleri 'kuş hakkı' diye adlandırılan şekilde olurdu. Transdinyester'e gelince, bana göre Batı Berlin ile kıyaslanması oldukça başarılı olur. Rusya'nın ‘Batı Berlin'ini reddetmesinin bir sebebi yok.

Rusya SSCB'nin dağılımından beri üç ülkeye de facto sahip. Rusya'nın onların aidiyetini de jüre olarak şekillendirmesi için bir adım atması yeterli, özellikle de: Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester yönetimlerince kendisine bağlanmak için gönderdikleri mesaja usulen 'evet' diyerek.

'İlan edilmiş' egemen cumhuriyetlerin hukuki temelleri kesinlikle Rusya, Gürcistan, Moldovya ve Kazakistan'ın egemenlikleri ile aynı. Gorbaçov reformu 1990'da SSCB yapısındaki tüm bölgesel oluşumları yasal olarak eşitledi. SSCB Yüksek Yönetimi o zaman şu veya bu milli-bölgesel oluşumların politik statülerini belirleme hakkını reddetti, bu hakkı o bölgelerin kendilerine verdi. 'İlan etme' hakkında da öncelikle Rusya acele etti (o zaman RSFSR idi), 1990 Haziran’ında devlet egemenliği deklarasyonunu kabul etti.

Olaylara objektif olarak bakacak olursak, Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester'in egemenlikleri de, aralarında Rusya'nın da bulunduğu tanınmış 15 yeni bağımsız devlet gibi Sovyet mirası.

Eğer Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester'e karşı Sovyet yönetiminin kararları görmezden gelinebilecekse, neden Rusya, İkinci Dünya savaşından sonra Sovyet yönetimince kendisine verilen Kaliningrad ve bir dizi Japon adasından vazgeçmiyor?

Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester'in Rusya'ya bağlanması kararı, bu ülkelerdeki ayrılık sorunlarını henüz kimse duymamışken Moskova'da kabul edilmişti. Rusya 15 yıl boyunca kendi kendini idare etme hakkını ilan eden ülkelerin bu hakkını Kosova örneğini beklediği için değil, egemenliği Rusya'dan daha az olmayan Çeçenya ile devam eden savaşın uzamasından dolayı açıklamadı. Bir yıldan fazla bir süre önce Rusya üst düzeyde ilk kez, Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester halklarının kendi kendini idare hakkını açıkladı, Çeçen probleminin artık çözülmüş olduğunu düşünmüş olması gerekir. Rusya devlet başkanı tarafından belirlenen 23 Mart 2004'deki Çeçenler için anayasa referandumu, Vladimir Putin'in resmi değerlendirmesine göre, Rusya'nın de jüre bölgesel bütünlüğünün yeniden inşası sayıldı. Şüpheli referanduma karşı heyecanlanmayan ABD yönetimi ve Avrupalı yöneticiler daha sonradan, bu referandumdan sonra oluşturulmuş olan Rusya yanlısı Çeçenya yönetimlerine doğrudan finansal desteği kabul ettiler. Bundan sonraysa Rusya yönetiminin Çeçen meselesinin kapandığını düşünmüş olması şaşılacak şey değil.

Rusya bir taraftan Kosova örneğini, Sovyet Birliği halklarının kendi kendini idare hakkı mirasını daha az örnek göstermek için elde etmeye çalışıyor. Yoksa her iki Çeçen savaşı da 'egemen bir devlete karşı saldırı' anlamına gelecek, hiç şüphesiz ki böyle de. Diğer taraftan Rusya yönetimi Kosova ve diğer tüm postsovyet anlaşmazlıkların çözümünün maksimum uzamasından yana gibi görünüyor. Rusya Çeçen karşıtı savaşı başlattığında, bölgesel bütünlük prensibine müracaat etmeye başladı, çengeline sadece Gürcistan ve Moldovya gibi doğrudan ayrılık tarafları takılmadı. Batılı Liderler de Çeçenlerin toplu öldürülmelerine göz yumabileceklerini, Rusya'nın Çeçenya'yı yutunca Abhazya ve Güney Osetya'nın Gürcistan, Transdinyester'in de Moldavya yönetimine geri döndürülmesine engel olmayacağını düşündü.

On yıldan fazla bir süredir Rusya ile ortak hareket eden batı Avrupa ülkeleri, sebatla demokratik prensiplerini feda ediyorlar. Bugün Rusya'da oluşan bu rejimde batılı liderlerin de sorumlulukları var. Demokrasi otorite ile çarpıştığında, esas değerlerinden uzaklaşma veya çifte standarda gitme durumu ortaya çıkıyor, bu da hedefin dışında herhangi bir yere kayabilecek raylardan çıkan trene benziyor. Amerikalıların Irak'ta özellikle Putin'in Çeçenya'daki politik çözüm tecrübesini kullanılmış olması büyük bir hata oldu ve bugün bir çoğununun bundan şüphesi yok.

Rusya ile Kosova hakkında anlaşma girişimlerinde, çifte standardın tezahüründen başka bir şey görmüyorum. Demokrasi adına halklar hak edilen ve hak edilmeyen özgürlüklere göre ayrıldığında, bu durumu seçmeli demokrasi olarak adlandırmak gerekiyor. Bir başka soru, bunun Putin'in yönetim demokrasisinden farkı ne? Sadece, birincisinde çıkmaza götürüyor, ikinci durumda 90'lı yılların başında Rusya'da olduğu gibi demokratik reformları planlı olarak deviriyor. Yönetim evrensel demokratik prensiplerle istikrara götürebilir ve aynı anda demokrasinin yaygılaşmasına hizmet edebilir.

Çeçenlere karşı savaşın, Rusya'da halk karşıtı ekstremist rejim ile sonuçlandığı gerçeğini tartışmıyoruz. Abhaz ve Güney Oset sorunlarının uzun süre çözülmemesi Gürcistan'ı felce uğratıyor. Transdinyester probleminin var olması, Moldavya'da durum ve Avrupa'ya entegre perspektiflerinde kötü şekilde etkili oluyor. İstikrarsızlık ve gerginlik engel olan güçler için besleyici oluyor.

Seçmeli demokrasiden evrensele dönmek Batıya perspektifsiz savunma yerine taarruza geçmeye izin verecek. Kendi kendini idareyi belirlemede insan hakları ve halkların hakları koparılamayacak tarzdadır. Çeçenleri acımasızca takibe Rusların rızası, sonunda kendilerini vurdu. Hiç kimse sigortalanmadı: ne demokratlar, ne oligarklar ve hatta ne vatansever-emperyalistler. Rusya'da oluşan rejimin tabiatı böyle, kendi ihtiyaçlarını kendi kısma mekanizmasına sahip değil. Bundan dolayı bu rejimi değiştirmek gerekiyor.

Kaynak: Çeçen-İçkerya Dışişleri Bakanı Ahmed Zakayev'in 14 Temmuz 2007'de Alman gazetesi Westdeutsche Allgemeine Zeitung'da yayınlanan makalesinin Rusçası Chechen Press’te yer aldı. Ajans Kafkas’tan Özlem Güngör de Türkçe’ye çevirdi.

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Acar Medya Nifak Çetesini İfşa Etti (VİDEO)
Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine