S.O.S.

Abdurrahman Dilipak

“Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda/Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle?”
“Her şeyi söylemek mümkün” geliyor size. “Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum” demiyorsunuz gümbür gümbür, yeri sarsan, gök gürültüsüyle gelen, şimşeklerle çevreyi aydınlatan dehşeti gözleri yuvalarından fırlatacak akıbeti.

Ne demişti alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberi: “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz”..

Bilmezdim, gerçeklerin bu kadar acımasız ve “Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu”, DSÖ cinnetini, CoVİD derdini, mRNA belasına duçar olmadan önce.

Bir Orhan Veli rüzgarı dağıtır olmayan saçlarımı.. “Bilmem ki nasıl anlatsam; Nasıl, nasıl, size derdimi! / Bir dert ki yürekler acısı, Bir dert ki düşman başına. / Gönül yarası desem... Degil! Ekmek parası desem... Degil! / Bir dert ki... Dayanılır şey değil”

İnsanlar ölüyor göz göre göre.. Hem de hijyenik, bilimsel, yasal..

Necip Fazıl kalksa da gelse ve dese ki: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! / Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak - Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden / Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden”. Necip Fazıl dursun şurada !? Hz. Musa kavmini uyardı da ne oldu! Elinde Asa’sı ile Hz. Musa, su kan gibi oldu, yed-i beyza bile ikna’ya yetmedi Firavun, Karun için, Haman için. Çekirge, Haşerat, Kurbağa yağdı gökten sanki, yağmur sel oldu, dolu geldi, gök yarıldı sanki gürültü ile, havada karada ve denizde canlılar öldü, yine uyanmadı insanlar. Hz. Musa ve Harun, güzel söz ve hikmetle onları Hakka davet etse de, “uyan derin uykudan, derin uykudan uyan” diye kavmini uyarsa da. Bit ve Sinek, salgın hastalıklar, iyileşmeyen yaralar, deprem ve çocuk ölümleri bile uyandırmadı onları, tıpkı bugün mRNA, PCR belasının ardından gelen ölümler, kısırlık, sakat doğumlar, sebebi meçhul olmayan hastalıklar sonrası yaşananlar gibi. Balıklar ölür ve nehir kokmaya başlar. Kıtlık olur, bitkiler olgunlaşmadan kurur, kokmaya başlar hava, su toprak.

Korkarım gelecek günler geçen günleri aratacak. Erken uyarı görevimi yapmak istiyorum.

Bugün buradan size şu sinyali gönderiyorum. SOS Bu ses Mors Alfabesi ile acil yardım çağrısı sinyalidir.. Bu tehlike uyarısı ilk kez Almanya tarafından 1 Nisan 1905'te uygulanmaya başladı konmuş, “Milletlerarası Radyo-telgraf Konvansiyonu” tarafından 3 Kasım 1906'da kabul edildi ve 1 Temmuz 1908'de yürürlüğe konuldu..

DSÖ yeni salgın senaryoları için onay aldı. Unutun sağı-solu, etnik kimlikleri, devlet, biyolojik insanı, dini, hukuku, ahlakı, tarihi unutun. Yeni yeryüzü tanrıları kökünüzü kurutmak için geliyor. Ne iktidar sahipleri, ne muhalefet, ne dini önderler, ne akademi, sivil toplum, sermaye ve media sesini çıkartmıyor bu cinayete karşı. Sağ-sol, İslamcı-Laikçi unutun. Hepsini resetlemek için geliyor Ateist Pedofolikler.Yeni normal dönemde, eski normal döneme dair, kavramlar ve kurumlar olmayacak. Tekrar söylüyorum Din, ahlak, hukuk da olmayacak, bu Şeytani plana göre. Bu Şeytani dayatmaya karşı “la İlahe” diyecek, “Hayır” diyecek kimse yok mu? Sesimi duyan kimse yok mu? “Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! / Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! / Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!”

DSÖ’nün bu dayatmalarına karşı hep birlikte hayır diyelim. Hemen şimdi referandum isteyelim. Devletin, anayasa ve yasaların varlık meşruiyet temeline ihanet sayılacak bu tehdit ve dayatmalara karşı birlik olalım.

Necip Fazılın “Destan”ı ile veda edelim mi: “Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul /
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa / Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”

“Ne haldeyiz” derseniz, Şairin cevabı şöyle: “Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç / Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilaç”.. Sanırım poetika ile politika arasında bir irtibat kurmak gerek. Mehmet Emin (1869 -1944 ) “Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir. / Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk; / Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!...” diye tanımladığı bir zaman için şöyle der: “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et; / Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;”

Tekrar Necip Fazıl’ın “Destan”ına dönelim: “Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan / Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! / Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde / Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!”. Selam ve dua ile.