ŞABAN AY'INDA YAPILAN MUNACAATLAR (DUALAR)
Bu Şaban ay'ında, Şaban ay'ına ait dualardan (ki bu ayın başından sonuna dek bunların okunması emri bize gelmiştir.) Okuyarak Allah Teâlâ'ya hiç münacat ettiğiniz, yalvardığınız oldu mu? Ve bu duaların, rubibiyyetin bilinmesi ve ona iman edilmesine dair yüce ve öğretici içeriklerinden istifade ettiniz mi?
Bu dualar konusunda bize gelen haberlere göre, Hz. Emir (Ali) (r.a.)'in ve bu hazretin çocuklarının (İmamların) yaptıkları münacaat (dua)'lardır. Ve bütün pak imamlar(a) bununla Allah'a dua ettiler. Ay' rica hakkında, «bütün imamlar Allah'a bununla dua ederlerdi» ifadesi bulunan çok az dua vardır. Bu yakarışlar gerçekte, insanın Ramazan ay'ına ait sorumluluklarına hazırlanışı ve onun bu konuda uyarılması için bir mukaddime niteliğindedir. Ya da insanın dikkatini orucun hikmetine çekmek ve onun çok kıymetli oluşunu insana hatırlatmak için de olmuş olabilir. Pak imamlar (a) pek çok konuyu dua diliyle beyan buyurmuşlardır. Dua dili, yine hükümleri açıklamak için kullandıkları normal bir dilden çok farklıdır. Ulemaya ait birçok meseleleri, tabiat ötesine ait meseleleri, marifetullaha ait olan meseleleri dua diliyle beyan buyurmuşlardır. Ancak biz bu dualardan sonuna kadar okuduğumuz halde, maalesef bu yönüne hiç dikkat etmiyoruz ve aslında ne demek istediklerini de anlamıyoruz. Okuduğumuz münacaatta şöyle deniliyor. «İlahi! Bana, sana yönelmenin kemalini nasip et. Kalplerimizin gözünü parlaklıkla nurlandır. Ta ki o kalp, bakışını sana çevirsin ve kalbin gözleri nur perdesini yıksın; böylece de azametinin cevherine ulaşsın. Ve ruhlarımız kudsiyetinin yüceliği ile ilişkiye geçsin.»
«İlahi, bana, sana yönelmenin kemalini nasip et» cümlesi şu anlama gelmiş olabilir: Allah'ını bilen insanların, Ramazan ay'ına girip de gerçekte dünya lezzetlerinden uzaklaşma (ki bu uzaklaşma tam anlamıyla Allah'a yönelmeyi doğurur) olan oruca hazırlanmasıdır. Allah'a yönelme öyle basit bir şekilde meydana gelmez. Allah'tan başkasına yönelmemek için, Allah'tan başka şeylerle ilişkiyi kesebilmek için daha fazla (ruhi) riyazata, amel etmeye, zahmet çekmeye ve istikamet belirlemeye ihtiyaç vardır. İnsanın «kurtarıcı» özellik gösteren sıfatlarının tamamı, Allah'a yönelmenin mükemmelliğinde gizlidir. Birisi buna nail olarak büyük bir saadete erişmiş olabilir. Ancak dünyaya karşı en ufak bir meyille beraber Allah'a yönelenlerden olması imkânsızdır. Mübarek ramazan ayında kendisinden istenilen adap üzere oruç tutmak isteyen birinin, misafirleri karşılayan ev sahibinin konumunu tam anlamıyla bilmesi ve misafir karşılama kurallarını tam olarak uygulayabilmesi için tam bir yönelikle Allah'a yönelmesi gerekmektedir.
ALLAH'IN MİSAFİRİ OLMAK
Rasulullah (s)'ın buyurduklarına uygun olarak (O'na ait olan bir hadis'e göre) bütün kullar mübarek Ramazan ay'ında yüce Allah'a misafir olmaya çağırılmışlardır. Ve (kul) Rabbının misafiri olmaktadır. Bu konuda O (saa) şöyle buyuruyor: «Ey insanlar, Allah'ın ay'ı (size) geldi... Şüphesiz siz bu ay'da Allah'a misafir olmaya çağrılırsınız.»
Sizler Ramazan öncesi şu bir kaç günde düşününüz. Kendinizi ıslah ederek Hakk Tealaya yöneliniz. Nahoş amellerinizden ve hareketlerinizden af dileyiniz. Allah göstermesin bir günah işlemişliğiniz varsa, mübarek Ramazan'a girmeden önce tevbe ediniz. Dilinizi Allah'a münacaatta bulunmaya alıştırınız. Sakın ha mübarek Ramazan ay'ında sizlerden bir gıybet, töhmet, kısaca bir «günah» sadır olmasın ve Rabbin huzuruna Allah'ın verdiği nimetlerle, yüce Bari-i Teâlâ'nın dergâhında günahlara batmış biri olarak çıkmış olmayın. Siz bu şerefli ay'da Hakk Teâlâ'nın misafiri olmaya davet edildiniz: «O öyle bir ay'dır ki, siz o ayda Allah'ın misafirliğine çağrılırsınız.» Kendi kendinizi yüce celal sahibi Hakk Teâlâ'nın misafirliğine hazırlayınız. En azından orucun şeklî, zahirî kurallarına uyunuz. (Gerçek kuralları ise, daimi zahmeti ve murabekeyi gerektiren diğer bir konudur.) Oruç sadece, kendini yemek ve içmekten alıkoymak manasına değildir. Günahlardan da kaçınmak gerekir. Bunlar oruca yeni başlayanlar için başlangıç kurallarıdır. (Yüceliğin cevherine ulaşmak isteyen Allah'ın adamları için olan kurallar bunlardan başka kurallardır.) Sizler hiç olmazsa orucun görünürde ki adap ve erkânına uyunuz ve kendinizi yemekten içmekten kestiğiniz gibi, gözünüzle, kulağınızla, dilinizle de günah işlemekten çekininiz. Şimdiden dili, gıybetten, töhmetten, koğudan korumak ve kalpten hasedi, kini ve diğer şeytani sıfatları atmak için temel atınız. Eğer gücünüz yeterse «Allah'a yönelen»lerden olunuz. Amellerinizi, katışıksız ve riyasız olarak yapınız. «İnsan ve cin şeytanlarından» kopunuz. Fakat sırf görünürde ki kuralları yerine getirerek bu değerli saadet'e erişeceğimiz konusunda endişeliyiz. En azından oruçlarınızı haram olan şeylere karıştırmamaya çalışınız. Bunun dışında eğer sizin orucunuz fıkhi olarak sahih olsa bile ilerleme göstermesi ile, şer'i açıdan «sahih» olması arasında büyük fark vardır. Eğer Ramazan ay'ının sona ermesiyle sizin gidişatınız da, davranışlarınızda hiç bir (olumlu) değişiklik belirtisi ortaya çıkmazsa, sizin kendi yaşantınızda, hareketinizde, «oruç ayı» öncesine oranla bir değişiklik olmamışsa «sizden istenildiği şekliyle» bir orucun tutulamadığı ortaya çıkmış olur. Yaptığınız şey ise sıradan ve hayvani bir oruç olmuş olur. İlahi misafir evine davet edildiğiniz bu şerefli ayda, eğer Hakk Teâlâ ile tanışmadıysanız ya da onunla mevcut tanışıklığınızı daha da iyileştirmediyseniz, biliniz ki, «Allah'ın misafirliği»ne gerektiği gibi' hazırlanarak çıkmamışsınız ve misafirliğin hakkını vermemişsinizdir. Unutmayın ki «Allah'ın ay'ı» denilen mübarek ayda rahmet kapıları kulların yüzüne açılmış ve şeytanlar rivayete göre «zincire ve prangaya» vurulmuşlardır. Eğer sizin kendinizi ıslah etmeye ve arındırmaya gücünüz yetmiyorsa, emmare (emredici) nefsi kendi gözetim ve kontrolünüz altında tutunuz. Nefsanî havalarınızı ayağınızın altına alarak, dünya ve maddiyatla alakanızı kesiniz. Oruç ay'ından sonra bu gibi şeyleri uygulama safhasına koymanız oldukça müşkildir. Öyleyse fırsattan istifade ediniz. Ve bu büyük feyiz geçip gitmeden, kendinizi ıslah etme arındırma ve tesviye etme yolunda gidiniz. Kendinizi, Ramazan ay'ındaki sorumluluklarınızı yerine getirmek için hazırlayınız. Ramazan ay'ına girmeden önce (iyi düşününüz) şeytanların zincire vurulduğu bu ay'da Şeytanın ayarladığı saat gibi otomatik olarak İslami düsturların hilafına günahlarla meşgul olanlardan olmayınız. Bazen öyle olur ki şeytanın bile vesvesesine gerek kalmadan Hak'tan uzaklaşmışlığın ve günahlarının çokluğu nedeniyle asi ve günahkâr insan, cehalete ve karanlıklara saplanır. Kendisini şeytanın boyası ile boyar: «Sıbğatullah» tabiri «Sıbgatuş-şeytan» tabirinin karşıtıdır . Nefsi isteklerinin peşi sıra giden kimse ve şeytanın izinden giden kimse yavaş yavaş onun boyasına boyanır. Sizler hiç olmazsa şu bir ay içerisinde amellerinizi murakebe altına almaya karar veriniz. Allah Tebareke ve Teâlâ'nın hoşnut olmadığı hareketlerden ve sözlerden kaçınınız. Daha şimdiden hemen şu meclisimizde, Allah'la, mübarek Ramazan Ay'ında pislikten, töhmetten, koğuculuktan başkalarına nisbetle kaçınacağınıza dair ahitleşiniz. Dil, göz, el, kulak ve diğer azalarınızı ve organlarınızı kendi iradeniz altına alınız. Yaptıklarınızı söylediklerinizi kontrol ediniz. Olur ya bu değerli amelleriniz, Allah'ın size teveccühüne ve inayetine ve sizi başarılı kılmasına sebep olur. Ve böylece şeytanların zincirlerinden çözüldüğü, oruç ayı sonrası döneme ıslah olmuş olarak girersiniz. Artık şeytanın oyununa gelmezsiniz ve paklanmış olursunuz. Bunu bir defa daha, tekrarlıyorum: Bu otuz günlük mübarek ay boyunca dilinizi, gözünüzü, kulağınızı ve tüm diğer aza ve organlarınızı kontrol altına almaya söz veriniz. Devamlı duyduğunuz bir şeyin yapmak istediğiniz bir işin, dile getirmek istediğiniz bir konunun şer'i açıdan hükmünün ne olduğuna dikkat ediniz.
Bu, orucun başlangıcında yapılan görünür kurallardır. En azından orucun bu görülen kurallarına uyunuz. Birinin gıybet yapmaya kalkıştığını görürseniz, onu engelleyerek şöyle deyiniz: «biz bu Ramazan'ın otuz günü boyunca haram edilmiş şeyleri işlememeye sözleştik». Eğer onu gıybet yapmaktan alıkoyamıyorsanız meclisi terk ediniz, ne orada oturunuz ne de (orada konuşulanları) düşleyiniz. (Sizler Müslümanların güvenine sahip kimselersiniz. Müslümanların; elinden, dilinden, gözünden emin olmadığı kimse gerçekte Müslüman (bile) değildir . Sadece yüzeysel ve yapay (görünüşte) Müslüman olur ve görünüşte «lailaheillallah» demiş olur.) Allah etmesin siz birine küstahlık, hainlik yapmak istediğinizde ya da birinin gıybetini yapmak istediğinizde, Allah'ın huzurunda olduğunuzu, Yüce Allah'ın misafiri olduğunuzu Allah'ın huzurunda iken onun kullarına edepsizlik yapmakta olduğunuzu aklınızdan çıkarmayınız. Allah'ın kuluna ihanet etmek, Allah'a ihanet etmektir. Bunlar Allah'ın kullarıdır. Özellikle de ilim ehlinden olan, ilim yolunda bulunan ve tak-vah kimselerden iseler. İnsan bazen işlediği bu işler sebebiyle öyle bir yere varıyor ki, ölüm anında Allah'ı yalanlayabiliyor ve Allah'ın ayetlerini inkâr edebiliyor: «Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar ve onlarla alay ediyorlardı.» ). Bu işlerin gerçekleşmesi ağır ağır olur. Bugün doğru olmayan bir bakış, yarın bir kelime gıybet ve başka bir gün Müslümanlara ihanet ve... yavaş yavaş kalpte yığılır ve kalbi karartır. İnsanı «marifetullah» (Allah'ı tanımak)'tan alıkor. Bu, her şeyin inkârına ve tüm gerçeklerin yalanlanmasına kadar böylece devam eder.
Bazı ayetlere dair yapılan tefsirler konusunda gelen rivayetlerde geçtiğine göre (), İnsanın yapıp ettikleri, Allah'ın elçisine (s) ve pak imamlara sunulur ve onların mübarek gözleri önüne getirilir. Onlar sizin amellerinize baktıklarında, hatalarla ve günahlarla dolu bir yığın gördüklerinde bundan rahatsız ve müteessir olurlar. O Hazret'in kalbinin kırılmasına ve O'nun mahzun olmasına razı olamazsınız. O Hazret sizin amel defterinizin, Müslümanları gıybet etmek, töhmet etmek, onlar arasında dedikodu yapmak; tamamen dünyaya, maddiyata yönelmeniz gibi şeylerle dolu olduğunu görürlerse ve gene bu defterlerde birbirinize karşı kalbinizde kin, buğz, hased ve kötü fikir beslediğinizin kaydedilmiş olduğunu gördüklerinde titreyerek Allah Teâlâ ve meleklerinin huzurunda, ümmetler ve O'nun yolunda gidenler; Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükretmedikleri, bu şekilde başıboş ve pervasızca Allah Tebareke ve Teâlâ'nın emanetlerine hıyanet ettikleri için belki de utanç duyacaklardır. Başka birine olan bir kişi (örneğin bu bir hizmetçi olabilir) eğer bağlı bulunduğu kimsenin istediğinin tersini yaparsa, o kimseyi utandırır. Sizlerde Rasulullah (s)'a bağlısınız Sizler ilmi müesseselere girmekle kendinizi İslam fıkhına, Resuli Ekrem (s)'e ve Kur'an-ı Kerim'e bağladınız. Çirkin bir iş yaparsanız bunun zararı Peygamber (s)'e dokunur. O'na bu durum ağır gelir. Hatta Allah göstermesin sizden nefret etmesine bile yol açabilir. Allah'ın Rasulü (s)'nün ve pak İmamlar (a)'ın mahzun ve meraklı olmasına razı olmayınız. İnsan kalbi bir ayna gibi saf ve parlaktır. Dünyaya olağanüstü önem verme ve günahların çokluğu sebebiyle kararır. Ancak insan hiç olmazsa Orucu, sırf Allah için ve riya karıştırmadan tutarsa (Diğer ibadetler halis olarak yapılmasın demiyorum. Bütün ibadetlerin riyasız ve sırf Allah için olması gerekmektedir. Ki bu ibadetler şehvetlerden yüz çevirme, lezzetlerden kaçınma ve Allah'tan gayrisine yönelmemeyi de beraberinde getirir.) bu bir ay boyunca orucu güzel bir şekilde tutarsa, ilahi lütfün bürümesiyle kalbinin siyahlıkları silinebilir. Ve onu, tabiat aleminden ve dünyevi lezzetlerden engellemesi ümit edilebilir ve Kadir gecesiyle müşerref olmak istediğinde evliya ve mü'minler için verilen nuraniyetlerden o da nasibini alabilir.
Allah böyle bir oruca verilecek mükâfat konusunda şöyle buyurmuştur. «Oruç benim içindir ve onun mükâfatını da ben veririm.» Böyle bir oruca bundan başka mükâfat olamaz. Nimetler cenneti bile O'nun için tutulan böyle bir orucun karşısında kıymetsiz olurken, buna verilecek nimetleri hesaplamak mümkün değildir. Ancak eğer insan kendisinin oruçlu olduğunu varsayarak, ağzım yiyecek şeylere kaparken insanların gıybetine açarsa ve gece toplantılarının ve sohbetlerinin sıcak olduğu mübarek Ramazan gecelerinde eline fırsat geçtiğinden dolayı bolca Müslümanların gıybetini ve töhmetini yaparsa, onlara ihanet ederse bu orucun sevabından O'na nasip olan hiç bir şey kalmaz. Bu şekilde Oruç tutan biri Hakkın misafirliğinin kurallarına uygun davranışlarda bulunmamıştır, Kendi velinimeti üzerinde olan hakkını kaybetmiştir. O öyle bir velinimettir ki, onun için, yaranması ile nurunu sağlayan tüm gerekli şeyleri var etmiştir. Tekâmüle sebep olacak şeyleri hazırlamıştır. O'nun doğru yolu bulması için peygamberleri göndermiş, semavi kitapları indirmiştir. İnsanı «en güzel nura ve yüceliğin cevherine» ulaştırmak için ona kuvvet, akıl ve idrak vererek ona yardımda bulunmuştur. İnsana kerametler bahsetmiştir. Ve şu anda da kullarını, O'nun misafirhanesine girmeleri ve nimet sofrasına oturarak ellerinin ve dillerinin imkânı ölçüsünde ona şükretmeleri için, amel etmeye davet etmektedir.
Acaba kulların hem O'nun (Allah'ın) nimet sofrasından faydalandıkları, onların ihtiyarına verilen ve onların huzur ve sükûnunu sağlayan vasıtalardan istifade ettikleri ve hem de kendi Mevla ve mihmandarları olan (Allah)'a karşı geldikleri ve O'na karşı kıyam ettikleri doğru mudur? O (Allah)'ın onlara hibe ettiği aletleri, vasıtaları O'nun isteğinin aksine kullandıkları doğru mudur? Acaba insanın, mevlasının sofrasına oturması ve kendisinin en büyük dostu olan mihmandarına küstahça tavırlarla ve edepsiz tutumlarla ihanet ve kötülük etmesi ve mihmandarının yanında çirkin ve yakışıksız şeyler yapması şükürsüzlük ve kadir bilmezlik değil midir? Misafirin, en azından mihmandarım tanıması, onun konumu hakkında bilgi sahibi olması, misafirlik kurallarını ve adabım tanıması gerekir ki edebe, ahlaka mugayir bir davranışın çıkmaması için gayret göstersin. Yüce Allah'ın misafirinin ise, Yüce Zülcelâl Hazretlerinin konumuna dair bilgili olması gerekmektedir. O öyle bir konumdur ki, imamlar (a) ve büyük ilahi Peygamberleri sürekli o konum hakkında daha fazla bilgi edinme ve O'nu tam olarak tanıma gayretine düşmüşler ve böyle bir büyüklük cevherinin yatağına varmak arzusunda olmuşlardır. «Kalp gözlerimizi parlaklıkla nurlandır. Ta ki o kalp, bakışını sana çevirsin ve kalbin bakışları nur perdesini yaksın ve böylece büyük cevher yatağına ulaşsın..» Allah'ın misafirliği işte bu büyüklük cevheridir. Allah Tebareke ve Teâlâ kullarının böyle bir nura büyüklüğe kavuşmaları için onlara çağrıda bulunmuştur. Ancak eğer kul buna layık değilse bu derece büyük, ulu ve yüce makama ulaşamaz. Allah Teâlâ, kulları iyiliklere, hayırlara ve birçok manevi lezzetten tatmaya davet etmektedir. Ancak eğer onlar bu tür yüce makamlarda bulunmaya hazırlıklı değilseler oraya girmeleri mümkün değildir. Ruhi süfliliklerle, ahlaki rezilliliklerle, kalbî ve bedeni günahlara nasıl olur da ve büyüklük cevheri olan Rabb'ının misafirhanesine girilir ve huzuruna çıkılır? Yeterlilik istenmektedir ve hazırlıklı olmak gerekmektedir. Yüz karalığıyla ve karanlık perdelerle örtülmüş olan bulaşık kalplerle bu manalara ve ruhi gerçekliklere vakıf olunamaz. Bu örtülerin parçalanması; kalplerin üzerinde çöreklenmiş olan ve Allah'a varışı engelleyen ak ya da kara perdelerin, yüce ve ulu olan ilahi meclise girebilmek için orada uzaklaştırılması gerekmektedir.
Cihad-ı Ekber'den alıntıdır... (Ayetullah Humeyni)