İnsanlık tarihinin şahit olduğu en vahşi katliamlardan biri olan Sabra ve Şatilla katliamı İsrail'in eski başbakanlarından Ariel Şaron komutasında 16 Eylül 1982'de işlenmişti. Katliamın yıldönümünde ise İsrail işgal güçleri, Kudüs'te Mescid-i Aksa'da Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerine devam ediyor.
İsrail işgal güçleri Yahudilerin milli bir bayramını gerekçe göstererek dört gündür Mescid-i Aksa'da Filistinlilere yönelik baskılarını sürdürüyor. İşgal güçleri çok sayıda Filistinliyi yaralayıp gözaltına alırken postalları ile Mescid-i Aksa'ya girdi.
SABRA ve ŞATİLLA KATLİAMI
16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler Lübnan'ın başkenti Beyrut'un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarını basarak 3 bin 500 kişiyi katletti.
Sekiz yıllık komadan sonra geçtiğimiz yıl ölen Ariel Şaron komutasındaki İsrail işgal ordusu "uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmış" Sabra ve Şatilla kamplarını kuşatma altına alarak kamplardaki Filistinlilerin kaçmalarına engel oldu. Lübnanlı Falanjistler ise kendi denetimleri altındaki Sabra-Şatilla'da bulunan çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kampın önce İsrail askerleri tarafından kuşatma altına alınmasına, daha sonra ise İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler tarafından kamp sakinlerinin katledilmesine göz yumdu.
Sabra ve Şatilla insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden sadece biridir. Katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 500 olarak ifade edilse de cesetlerin çoğunun toplu mezarlara gömülmüş olmasından ve parçalanmış cesetlerin yıkıntılar arasında kaybolmasından dolayı hiçbir zaman net bir sayıya ulaşılamadı. Ariel Şaron, 1982 yılında gerçekleştirdiği bu katliamın ardından "Beyrut kasabı" olarak anılmaya başlandı.
Birçok kaynak, saldırılarda fosfor bombası kullanıldığını belirtirken katliam sırasında bölgede bulunan Dr. Emel Şama, "Bebekleri alevlerden kurtarabilmek için hemen su dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra kovalardan çıkardığımda, vücutları hala yanıyordu. Hatta morgda bile için için yanmaya devam ediyorlardı." diyerek, duruma daha da açıklık getirmişti.
Gazeteci Robert Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü manzarayı, The Independent gazetesinde yazdığı bir makalede şöyle aktarmıştı:
"18 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi'ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamalarıyla Nuri Bey'i görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesedin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm... Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu."
BBC, Şaron'un İsrail Meclis Araştırma Komisyonu tarafından bir soruşturmaya tabi tutulduğunu ve katliamdan sorumlu bulunarak Savunma Bakanlığı görevinden 1983'te istifa ettiğini açıklamıştı.
2001'de ise Ariel Şaron'un İsrail Başbakanı olduğu dönemde Belçika'da konuyla ilgili bir adli bir soruşturma başlatılmış ancak, Belçikalı bir savcının Falanjistlerin gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili cezai soruşturmayı yürütemeyeceği kararının verilmesi üzerine, soruşturmanın Belçikalı savcılarca yürütülmesi durdurulmuştur.
37'üncü yıldönümünde insanlık halen Sabra ve Şatilla Katliamı'nın sorumlularının hesap vermesini bekliyor.