Irak’ın Amerikan emperyalizmi tarafından 2003 Baharı’nda işgaline seyirci kalan Rusya’nın bugün, dengesi o işgalden sonra daha bir bozulan Ortadoğu’da ve özellikle, Suriye konusunda, bu büyük lokmayı tek başına Amerika’ya kaptırmamak için olanca dikkatini sergilediği gözleniyor. Ve bugün görüyoruz ki, Amerika ve Rusya, büyük Suriye lokmasının yutmak isterken, neredeyse birbirleriyle bir savaşın eşiğine kadar geldiler ve karşılıklı ağır tehditler savuruyorlar. Bölgedeki diğer güçlere ve bu arada bilhassa Türkiye’ye de, ‘Sakın, Suriye’de bizim kabul edemiyeceğimiz şekilde ileri gitme ve hareket etme..’ diyorlar.
Hattâ Rakka’nın DAİŞ’ten kurtarılması planında Türkiye’nin yer almasını istemediklerini açıkça söylüyorlar. Buna karşı, PYD ve benzeri örgütlerle de yeni düzenleme yapabilirlerse, belki bir-iki kemik atacaklardır.
***
Bu korkunç savaş sürerken, Suriye’de elli yılı aşkın bir zamandır süren kanlı diktatörlük rejimine karşı verilen mücadelede, Amerika, Rusya ve diğer emperyalist güçlerin ve diğerlerinin, çağdaş teknolojinin en gelişmiş silahlarıyla devreye girmeleri ve sonra da, kendilerine karşı direnen örgütleri barbarlıkla suçlamaları, neresinden bakılsa, ancak zorbalık ve güce tapıcılık mantığından başka bir izahı olmayan bir tutarsızlık olsa gerek..
***
Irak’da Amerikan işgaliyle ortaya çıkan ve hele de Ebu Gureyb Zindanları’nda işlenen ve Amerika Hükûmeti’nce de resmen kabul ve itiraf olunan korkunç zulümler ve ahlâksızlıkları yaşamış insanların ise, kaybedecek bir şeyleri kalmadığı inancıyla, düşman bildiklerine karşı savaşa girmelerini de bu açıdan çok şaşırtıcı bulmamak gerekiyor.
Ama, İslam adına diyerek silahlı mücadele veren örgütlerin eylem ve metodlarının değerlendirmesini de Müslümanların değil de, emperyalistlerin kendi ölçülerine göre yapmaları ve onların Müslüman kamuoylarınca da doğruymuş gibi aynen kabulü, bir ayrı ‘traji-komik’ durum...
Ateşin, alevlerin içinde olanların söylem ve eylemleriyle, o tehlikeden çoook uzak bir mekan veya zaman diliminde bulunanların ve hele de o yangından menfaat umanların söylem ve eylemleri arasında elbette farklılık olacaktır.
Bu ölçüyü bugün sadece Suriye Dramı’na değil, Irak, Afganistan ve Libya, Keşmir ve diğer yerlerdeki silahlı mücadelelere de uygulayabiliriz.
Seyyid Qutb Sempozyumu’ndan son notlar
İst.- Fatih’deki Ali Emirî Kültür Merkezi’nde, Seyyid Qutb’un idâmının 50. yıldönümü münasebetiyle 1-2 Ekim günlerinde düzenlenen sempozyumda dile getirilenleri keşke uzun uzuuun aktarmak imkanı olsaydı.. Özellikle, Prof. M. Ali Büyükkara ve Prof. İbrahim Sarmış gibi isimlerin, Seyyid Qutb’un tekfir ve cihad konularındaki bazı görüşlerinin problemli olduğuna dair sözleri etrafındaki tartışmalar ilginçti..
Elbette, bu görüşler bazılarfınca te’vil edilmeye çalışıldı. Prof. Said Şimşek ve Prof. Fethi Ahmed Polat gibi isimler ise, Seyyid Qutb’un tekfirci vs. gibi sıfatlarla suçlanmasının yanlış olacağını ifade ettiler. Prof. Polat ayrıca, Seyyid Qutb’un eleştirilebilecek taraflarının elbette olduğunu, onun M. Abduh ve diğerlerine yaptığı eleştirilerin benzeri konularda kendisinin de aynı duruma düşmekten kurtulamadığını da ekledi.
Prof. Şimşek ise, İkhwan-ul’Muslimîn’in Filistin’deki işgalci-sionist yahudiler dışında hiçbir güç odağına veya kimseye karşı hiçbir zaman silaha sarılmadığını belirtti.
***
Bu bakımdan, ‘Hakk’ı, kişilere ve hadiselere bakarak tanımaya çalışmak değil; önce ‘Hakk’ ölçüsünü tanıyıp, kişi ve hadiseleri ona göre değerlendirmek gerektiği’ne’ dair Hz. Ali’den rivayet olunan ölçüyü burada tekrar hatırlamakta fayda olsa gerek..
***
(Resul-i Ekrem (S)’in, Mekke’den Medine’ye , kendi eliyle beşeriyete sunulan iman sistemime göre bir devlet kurmakla neticelenen kutlu Hicret’inin qamerî takvime göre 1438. yılının başlaması münasebetiyle tebriklerimi sunarak..)
stargazete