Süleyman Şah kimdir? Belki birtakım üniversite öğrencileri kendi üniversitelerinin adı olarak hatırlayacaklardır.. Bu tartışmalar ışığında el yordamı ile öğreniyoruz kendi tarihimizi..
Keşke tarihi bir övgü ya da sövgü kitabı olarak görmesek. Tarihi bir hainler ve kahramanlar kitabı olarak okumasak.. Önemli olan kökü mazide olan bir ati olabilmektir.. Neyse artık şimdi bu gelişmelerden sonra okuyacağız herhalde..
Öyle tek kaynaktan okumak yok. Kafa konforunuz bozulacak, bildiklerinizden şüpheye düşeceksiniz.. Gerçekle efsane arasında gelip gideceksiniz..
Şunu da bir kenara not edelim.. Bazı tarihi kişi, sembol ve mekanların sembolik önemi vardır. O şey, olduğundan çok daha fazla bir anlam ve değer kazanabilir bir kişi ya da topluluk için. Bu bir kutsama değeri taşımasa bile onun da farklı bir anlamı ve değeri vardır.. Süleyman Şahbizi Osmanlı öncesi Selçuklu’nun son dönemine götüren bir isim. Yani geçiş dönemi ile ilgili siyasi, askeri bir kişilik.
Abdulhamid’in, Süleyman Şah Türbesini yaptırması ona tarihi bir değer atfettiğini gösteriyor..
Türbe 1973’e kadar Cebar Kalesindeydi, eskiden kervanlar için kervansaray olarak kullanılan bir mekan idi. Oradaki türbe Türk mezarı diye şöhret bulmuştur. İlk türbe 1144’lerde Halep Emiri Zengi Atabektarafından yaptırılmış, 1260’da Moğollar tarafından yıkılmış. Sultan Selimtarafından 1516’da bölge imar edilmiş. 2. Abdulhamid’in talimatı ile1884-85 yıllarında yeniden inşa edilmiştir.. 1921’de kale Fransızların kontrolüne geçti ve Fransızlar bölgeden çekilirken de Ankara anlaşması ile kale yeniden Türkiye’nin kontrolüne geçti. Bu alan 8.797 m2’lik bir kara parçası..
Tek Parti dönemine geçince 1924’de kaledeki türbe, Urfa müftülüğüne bağlı, türbede imamlık, müezzinlik ve hademei hayrat kadrosundan Şeyh Abdullah efendiye kadro verildiği ve 7 lira aylık maaş bağlandığı, Evkaf idaresinin yönetiminde bir mekan olduğu görülüyor.. Yani 1. Meclisdöneminde durum böyle.. 2. Meclis dönemine gelince, 30 Kasım 1925yılında çıkartılan “TEKKE VE ZAVİYELERLE TÜRBELERİN SEDDİNE VE TÜRBEDARLIKLAR İLE BİRTAKIM UNVANLARIN MEN VE İLGASINA DAİR KANUN”la bütün türbeler kapatılırken, Süleyman Şah türbesi kapatılmaz. Sadece kadrosu iptal edilir. Bu şekilde Ankara, Süleyman Şah’la ilgili hak ve hukukundan fiilen vazgeçmiş görüntüsü vermektedir.. Zaten Tekke ve Zaviye yasasından sonra oluşturulan “mehamid-i islamiyenin gerçek ihtiyaca göre tetkik ve tasnifi” vazifesi ile kurulan komisyon, Süleyman Şah türbesi için, “Burası bir mabed değil”, türbe ve türbedarlık zaten yeni laik Türkiye’nin ilgi alanı içinde olamayacağına göre Şeyh Abdullah efendinin kadrosunun iptaline karar verir.. Toprak başka bir ülkenin sınırları içinde olduğu için de ve bir başka ülke ile yapılan bir anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye temlik edildiği için, Ankara Süleyman Şah türbesini kendi gündeminden çıkarır.. Herhalde artık bir AK Partimilletvekili bunu bir soru önergesi ile sorar, Meclis arşivlerine, Diyanet veVakıf kayıtlarına, başbakanlık arşivlerine, Dışişleri kayıtlarına bir bakılır bundan sonra.. Tabii CHP’lilerin buna ne cevap vereceklerini bilmiyorum.
1945’e kadar bu uyku hali devam eder. Çünki o günki CHP TürkiyesindeOsmanlı ile birlikte, Selçuklu’yu da içine alacak şekilde İslam tarihi, kültürü, medeniyeti, mirası bütünü ile reddedilmektedir ve hiçbir işlem yapılmaz.. 150’liliklerden, 1924-1938 yılları arasında Suriye’de sürgün yaşayan Refik Halit Karay 1929’da yayınlanan “BİR İÇİM SU” isimli eserinde, Suriye’de yaşadığı yıllarda ziyaret ettiği Süleyman Şah türbesinin hali pür melalini şu ifadelerle anlatır.. “…örtüsüz sanduka, kırık cam, yıkık kapı, etrafta kuş gübreleri…” toz toprak içinde, terk edilmiş, kimsenin uğramadığı, korumasız metruk bir yer..
Muhtemelen Karay’ın bu sert eleştirileri Ankara’yı harekete geçirir ve1937’de Caber Kalesinin tamiri için, Jandarma İhtiram Kıtası için Karakol inşası ve mezar ve çevre düzenlemesi için Nafıa Vekaletine 1938 yılında kullanılmak üzere 8000 lira tahsisat çıkarılır.. Türbeden çok kale, “Kültürel miras olarak” değerlendirilerek bu bakım gerçekleştirilmiştir.. Ardından yine sessizlik. 1945’de konu tekrar mecliste gündeme gelir, ama bir karar alınmaz. 1951’de Saffet Gürol başbakanlığa bir rapor sunarak,kale ve türbenin durumunu özetler ve hali hazır durumun “UTANÇ VERİCİ”olduğunu söyler.. Birçok yazışmalar yapılır, ama bir şey çıkmaz. Bu rapor ve yazışmaları da bulmamız gerek..
1966 yılında başlayıp, 1973’de tamamlanan el Tabka barajı türbe bölgesini su altında bırakacağı için türbe 30 Eylül 1975’de nehrin doğu yakasındaki Karakozak köyüne taşındı.. Yani artık türbe Caber Kalesinde değil.. Cemaatin yazar kadrosundaki Halit Esendir’in RT ettiği bir twit de hükümetin Abdulhamid’in yaptırdığı türbeyi yıktırdığı, bomba ile patlattığı ileri sürülüyor.. Bu da en akıllılarından biri. Bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar, bir de kendi yalanları, yanlışları üzerine hüküm bina ediyorlar.. Türbe Abdulhamid döneminde 27 Temmuz 1884’de Kolağası Said beyin çizdiği plana göre inşa edilmiş.. Kale su altında kalınca, türbe de su altında kalmış oluyor. Yıkılan türbe Abdulhamid döneminde yapılan değil 30 Eylül 1975’de yapılan türbe.
1990’da bu defa Fırat üzerinde El Teşrin barajı yapılınca o bölgenin de barajın içinde kalması ihtimali ortaya çıkıyor.. Demirel, türbenin nakli yerine bu kez, DSİ’yi görevlendirerek, türbe çevresi “saplı ada” tekniği ile kara bağlantısı sağlanmasına yönelik bir proje hazırlattı. Bu maksatla bütçeden 1 milyon dolara yakın para ayrıldı. Ama bu proje bir türlü hayata geçirilemedi. Ta ki, 2005 yılında Erdoğan Suriye’ye gidene kadar.. Erdoğandöneminde türbe bugünki şeklini almış ve ziyarete açılmıştı..
Bugün yeni bir durum sözkonusu. Suriye rejiminden kaynaklanan provokatif saldırılar olabileceği gibi radikal Selefi grublardan da saldırılar olabilirdi. Son zamanlarda bu konu speküle edilmeye de başlanmıştı.
Türkiye’nin egemenlik haklarının korunması; Tahrik ve provokasyonların önlenmesi; komplo teorileri ve spekülasyonların önünün alınması; daha ağır, vahim sonuçları olan bir operasyon zorunluluğunun yaşanmaması için yapılan önleyici bir tedbir mahiyetinde başarılı bir operasyon gerçekleştirildi.. Öte yandan Türkiye’nin böyle bir kararlılık göstermesine de ihtiyacı vardı..
Keşke o şehid olan astsubayımızın mezarı da Süleyman Şah kompleksine dahil edilse, Trabzon’da, şehitlikte de bir makamı olsa..
CHP, cemaat çevresinin bu olay karşısındaki tavırlarını anlamak mümkün değil.. Sormak gerek bunlara, hükümet ne yapsaydı desteklerdiniz, ya da bu yaptıkları yanlışsa, doğru olan ne?
Neyse bunlar iyi oluyor. Bize şer gibi gelse de, acı gelse de kimilerinin halleri, umulur ki, Allah bunda da bir hayır murat etmiştir.
CHP’liler bu tartışmaya girmesinler derim, söylüyorum üzülürler.. Bu işin geçmişi ile ilgili belgeler ortaya çıktığında CHP’lilerin yüzleri kızaracak.. Selâm ve dua ile..
yeniakit