Şahıslar fânî; fikir, inanç ve zihniyetler kalıcıdır! -III-

Selâhaddin Çakırgil

-Erbakan"ın perdenin öte tarafına geçmesi münasebetiyle..-

 

(Merhûm Erbakan"ın siyasî mücadelesinin bir özetini verdiğimiz önceki iki yazının ikinci bölümünü, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"ne geliş sürecini özetleyip,  ""MSP"nin, Ağustos-1980"de dönemin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen"in aleyhine verdiği gensorunun, CHP tarafından da desteklenmesiyle güvensizlik oyuyla düşürülmesiyile, artık hükûmetin tamamiyle MSP"nin inisiyatifine girdiği ve ülkenin dışsiyasetinin de Erbakan"ın yönlendirmesine tâbi olacağı korkusu laik çevreleri derinden sarsıyor ve 6 Eylûl 1980 günü, Konya"da Erbakan"ın da katıldığı Kudüs Mitingi"nde, İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayan bazı grupların ve Kelime-i Tevhîd, Tekbîr ve emsali ibarelerin yazılı olduğu arabça flamaların görüntülenmesi bahane edilerek, Gen. Kur. Başkanı General Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları olan diğer generaller, 12 Eylûl 1980 gecesi, ülkenin idaresine elkoyuyorlar ve ülke bir kez daha kurtarılıyordu, kemalist-laiklik adına..

Meclis feshediliyor, anayasa kaldırılıyor ve bütün siyasî liderler gibi Erbakan da tutuklanıyor;  Ecevit ve Demirel, yargılama olmaksızın, birkaç ay gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılırken; MSP ve MHP yöneticileri yıllarca sürecek yargılamalara tâbi tutuluyorlardı." cümleleriyle bağlamıştık..

Bu tarihî seyri, -daha yakın dönemler olduğu için daha kolay hatırlanacağını düşünerek- daha kısa ve ana başlıklar halinde özetleyerek sürdürmeye devam edelim..)

*

General Kenan Evren liderliğindeki Askerî Darbe Hükûmeti, 1980 öncesindeki bütün siyasî liderlere siyasî yasak getiriyordu.. Onbinlerce insan zindanlara doldurulmuştu, yüzlerce insan, güvenlik güçlerine karşı direndikleri vs. gibi sudan bahanelerle katlediliyor, onlarca insan dârağaçlarında sallandırılıyor ve onbinlerce insan da yurt dışına kaçıyordu.. Bu arada başta Diyarbakır ve Denizli Cezaevleri başta olmak üzere, bütün ülkededeki zindanlarda ve karakollarda ve de günlük siyasî hayatta, askerlerin bilinen usûllerle sergilenen korkunç zulüm uygulamaları, toplumuu derinden derine daha bir yaralıyor ve başta PKK olmak üzere, bir çok silahlı- radikal çözüm yollarına başvurulması gerektiğini düşünenlere kapı açıyordu..

Görünüşe göre ise, ülke sütliman olmuştu..

Evet, ülkeyi yıllardır kasıp kavuran ve bir içsavaş görüntüsüyle devam eden kanlı sokak ve sosyal sınıf savaşları bu yöntemlerle sona er(diril)mişti.. Ama, cevabı verilemiyen bazı sualler zihinlere bir burgu gibi işliyordu.. Çünkü, bu askerî yönetimin sahib olduğu bütün yetkiler, darbe öncesindeki dönemde de, Sıkıyönetim uygulaması dolayısiyle aynen vardı.. O zaman, o kanlı boğuşma niçin durdulamamıştı da, şimdi durdurulmuştu?

*

TERÖR, DARBE PLANLAYICILARININ İSTEĞİNE GÖRE TIRMANDIRILMIŞ VE GEN.KUR.  BAŞKANI, TERÖRÜ, BİR TAPU MÜDÜRÜ GİBİ SEYRETMİŞTİ..

Demirel, haklı olarak, Ken"an Evren"e, "Sen o zaman Genel Kurmay Başkanı değil de, Antalya"da Tapu Müdürü müydün?" diye soruyor, dolaylı olarak, "Demek ki, iktidara gelmek için bir tertibin içindeydin.." demek istiyordu..

Esasen, bu konuyu 1980 döneminin önde gelen komutanlarından 2. Ordu Kom. Org. Bedrettin Demirel de, daha sonra, hâtırâtında, "Askerî müdahaleyi 9 (veya 11) Temmuz uygulamaya koyacaktık, ama, müdahalenin şartları iyice olgunlaşmamıştı.. Halkın bir müdahaleyi psikolojik olarak bekler ve hazır duruma gelmesi için,12 Eylûl 1980"e ertelemiştik.." diye yazacaktı..

Yani, ordunun müdahalesinin halk tarafından hoşnudsuzlukla karşılaşmaması, halkın bu durumu bir kurtarıcı gibi kabullenmesi için, o kanlı boğuşmanın bir süre daha devam etmesi bilerek istenmiş ve yüzde 90"ından fazlası genç olan binlerce insan daha o boğuşmalara kurban verilmişti..

1980 Askerî Darbesi oluşturulan bir Danışma Meclisi"ne bir yeni anayasa taslağı hazırlatılmış, ve o taslağa, Millî Güvenlik Konseyi diye anılan ve başlarında Kenan Evren"in bulunduğu 5 orgeneral tarafından son şekil verilip referanduma sunulmuş ve halkın yüzde 92"si tarafından kabul edildiği açıklanmış ve bu "kabul"le birlikte, Kenan Evren de otomatik olarak, gelecek 7 yıl için Cumhurbaşkanı seçilmişti..

(Ki, daha sonra, 2002"lerde, dönemin Yargıtay Başkanı Sâmi Selçuk, "cebr ve ikrahla, süngüucu dayatmasıyla kabul ettirildiği için, bu anayasa bütünüyle mutlak butlan"la bâtıldır ve keenlemyekûn (bütünüyle yok, hükümsüz) sayılmalıdır.." diyecekti,; ama, o anayasaya göre geldiği makamından istifayı göze alamıyan bir zaafla..)

Yeni anayasanın kabul edildiğinin açıklanmasıyla birlikte, yeni partiler de kurulmaya başlanmıştı.. Demirel tarafından, em. Org. Ali Fethi Esener liderliğinde kurdurulan Büyük Türkiye Partisi"nin kısa sürede bütün ülke çapında teşkilatlanmasını tamamlayıp hızla yükseldiği görülünce.. Kenan Evren, derhal bu partiyi kapatıyor; Demirel ve Baykal başta olmak üzere, AP ve CHP"li birçok siyasetçiyi, "Zincirbozan Askerî Birliği"  gibi mekanlarda mecburî ikamete tâbi tutuyordu..

Erbakan ve Türkeş ise, zâten içerdelerdi..

General Evren"in bu parti kapatma tepkisiyle elbette, Erbakan"a da bir mesajı vardı..

Ama, Erbakan, dışardaki takibçilerine Refah Partisi diye bir parti kurduruyordu.. Kapatılan MHP"nin lideri Türkeş ise, Milliyetçi Çalışma Partisi diye bir yeni parti..

12 EYLÛL 80  SONRASI; ÖZAL"IN YÜKSELİŞİ, YALNIZ DEMİREL"İ KIZDIRMAKLA KALMIYOR, ERBAKAN"IN DA YOLUNU KESİYORDU..

12 Eylûl Darbesi öncesinde, Demirel"in -Bakanlardan da üstün bir statüde- Başbakanlık Musteşarı olan ve 12 Eylûl sonrasında ise, askerlerin kendisini, Bülend Ulusu başkanlığında kurulan askerî hükûmet"te Başbakan Yardımcılığı"na getirmek istediklerinde, bunun için, -Hamzakoy"da gözaltında tutulan Demirel"den aldığı izinle bu vazifeyi kabullenen- Turgut Özal ise, Demirel"in kurdurduğu parti kapatılınca, "artık generallerin eski siyasetçilere siyaset kapısını asla açmıyacağını" anladığını dile getirerek, Demirel"den izinsiz bir şekilde, Anavatan Partisi (ANAP) adında bir parti kuruyor ve Demirel"den‚ "Ben kendi arsamda gecekondu yapılmasına müsaade etmem!" diye sert bir tepki görüyor ve aralarında Özal"ın ölümüne kadar sürecek olan bir kopukluk ve kırgınlık meydana geliyordu..

Ama, Özal"a kızan, sadece Demirel değildi.. Çünkü, Özal, ANAP"ta eski 4 eğilimi de birleştirdiğini iddia ediyor ve özellikle de Erbakan"ın en yakın çalışma arkadaşlarından nicelerini kendi safına çekiyordu..

Bu bakımdan, Özal"a oldukça kızgın olanlardan birisi de Erbakan"dı..

Gen. Evren ve genelde TSK ise, eski orgenerallerden Turgut Sunalp liderliğinde, emekli generallere ve seçkin kemalist-laik bürokratlara kurdurdukları Milliyetçi Demokrasi Partisi"nin iktidara gelmesi için, bütün devlet imkanlarını kullanıyorlardı.. Evren, halka seçimlerden önceki son konuşmasında yaptığı çağrıda, seçim kazansa bile Özal"a iktidar verilmeyeceğinin mesajını bile vermişti..

*

Buna rağmen, 1983 seçimlerinde, Turgut Sunalp"ın partisi askerlerce beklenmiyen bir yenilgi alıyor, Turgut Özal, büyük bir çoğunlukla kazanıyordu.

CHP"nin yerine kurulduğu bildirilen Halkçı Parti ise de başarılı olamıyor; Demirel"in kurdurduğu bir diğer parti olan Doğru Yol Partisi ise, ancak 25 kadar m. vekili çıkarabiliyordu..

Refah Partisi ise, yüzde 4 civarında bir oy alıyor ve Meclis dışında kalıyordu..

Yani, genel olarak Erbakan"ın bittiği kabul ediliyordu..

Bu bitiş ihtimali, Erbakan"ın etrafındaki başarılı nice teknokratın Özal"ın uzattığı hizmet imkanına yönelmesine vesile oluyordu..

Ama, Erbakan ise,  Sezaî Karakoç"un bir şiirindeki, "Biz yarış bittikten sonra da koşmaya devam eden atlarız.." mısraını hatırlatacak şekilde yoluna devam ediyordu..

Özal"ın iktidar dönemi, genelde halk kitlelerinin desteğini kazandı..

Ve siyasî yasakların kaldırılması için yürütülen kampanya sonunda, anayasada gerekli değişiklik yapıldı ve bu değişiklik referanduma götürüldüğünde, yasaklar, yüzde 49,5"a yüzde 50,5 la, kılpayı kabul edildi..

Ve, 1987 yılında yapılan seçimlerde Özal"ın ANAP"ı yine kazanıyordu.. 

Ama, Demirel Meclis"e tekrar dönüyordu, üçüncü partinin lideri olarak...

Ne var ki, Özal,1989"da partisinin Meclis"teki çoğunluğuna dayanarak kendisini Cumhurbaşkanı seçtirince, partisi, liderlik özellikleri olmayan Yıldırım Akbulut ve Mesud Yılmaz gibi zayıf ellerde kaldı ve erimeye başladı.. Ve, bu şartlar altında, 1991 seçimleri yapıldı..

Erbakan, bu seçimlerde yakın çevresini şaşırtan bir şekilde, siyasî açıdan tamamen bittiği kabul edilen Türkeş"le ve de Mücadele Birliği"nin siyasî platformdaki devamı mahiyetinde görülen ve hemen hiç bir gücünün olmadığı bilinen bir küçük partiyle seçim ittifakına girdi..

Siyaset meydanında, yıllar boyu İslam kardeşliğini esas alan ve bu yüzden en çok da türkçü nasyonalistlerden ağır eleştiriler alan Erbakan bu ittifaktan dolayı çok eleştiri alacaktı. Ayrıca o zamana kadar, Erbakan"ın liderliğindeki partilerin oy deposu gibi bir manzara sergileyen Güneydoğu Anadolu"da, çoğunluğunu müslüman kürd halkının oluşturduğu halk kitleleri arasında derin bir çatlak meydana geliyor ve o kitleler, kendilerinin yanıltıldıklarını, kullanıldıklarını  düşünmeye ve karşılarına bu gibi argümanlarla çıkan siyasetçilere daha soğuk davranmaya başlıyorlar ve bu durumdan da tabiatiyle, PKK faydalanıyordu..

Ama, yakın siyasî çevresinden bazıları da, "Öyle bir ittifak olmasaydı, belki de Meclis"e yeniden dönülemiyebilirdi.." diyordu.. Diğer bazıları ise, Erbakan"ın Meclis"e dönmesine, Türkeş"in de dönmesine yol açılması şartıyla izin verilebileceği, kendisine mâlûm derin odaklarca dikte edildiğinden, ittifak  için kanunî sürenin bitmesine bir-iki saat kala, bir gecenin 03.00"nde ve beklenmiyen şekilde karar verildiğini" dile getiriyorlardı..

Bu konu, Erbakan, Türkeş veya bir başkası tarafından, hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamamış olup, bu iki ismin de hayattan çekilmesiyle, büyük çapta gizli kalacağa benzemektedir..

Demirel"in yanı başında ise, Amerika"dan gelen Tansu Çiller isimli bir hanım ekonomi prof."u daha bir göze çarpıyor, medya, bazı özellikleriyle yaldızlanmaya müsaid olan bu yeni figürü siyasî hayatta bir yeni lider olarak yontuyordu..

Gerçekte ise, Çiller, siyasete atılmak kararını, Washington"da bulunan  "Türkiye"nin Amerikalı Dostları Derneği" isimli kuruluşta yaptığı bir konuşmada izah ederken, "Türkiye"de laikliğin tehlikeye düştüğü"  gibi, muhatabları üzerinde dehşet uyandıran ihtimallere dayanıyor ve "bu duruma Atatürk"ün kızları olarak izin vermiyecekleri" söylemiyle ilgi ve alkış topluyordu..

Ekonomik sıkıntılar içindeki kitlelerin, "Kurtar bizi Baba.." gibi çığlıklarıyla karşılanan ve "Kendim için oy istersem, namerdim, ben millet için oy istiyorum" diyerek ve her aileye, biri ev ve biri de araba için olmak üzere iki anahtar verileceği ve 38-40 yaşlarında erken emeklilik hakkı tanınacağı gibi, hayalleri süsleyen, iştahları kabartan sözlerle meydanlara çıkan Demirel"in DYP"si, 1. Parti olarak çıkıyordu o seçimlerden..

*

İKİ ASKERÎ DARBE İLE UZAKLAŞTIRILAN DEMİREL, TEKRAR BAŞBAKAN OLUYORDU..

Ve, Cumhurbaşkanı Özal, Hükûmet"i kurma yetkisini, kendisini Çankaya"dan indireceğine dair sözleri seçim propagandalarının ana sloganı haline getiren ve iki askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılıp, 10 yıla yakın bir süre siyasetten yasaklanmış olan eski lideri Demirel"e istemiye-istemiye veriyor ve o da, Erdal İnönü liderliğindeki SHP (CHP) ile bir koalisyon hükûmeti kuruyordu.. (Ecevit"in DSP"si ise, 7-8 m.vekiliyle yer alabilmişti Meclis"te..)

-Her ne kadar nasıl uygulanacağına dair açık verileri elde bulunmayan bir-  "Âdil Düzen" sloganıyla seçime giren Refah Partisi ise, bünyesinde üç partinin adaylarını taşıyarak, 60 kadar m. vekili çıkarmıştı..

Refah Partisi"nin böyle bir küçümsenemiyecek bir mikdarda oy alması, kapitalist dünyada korkulu bir heyecan meydana getiriyor ve bu durum, "İslam"ın yükselişi" olarak algılanıyordu..

Türkeş, birkaç ay sonra RP"den ayrılıp MHP"yi yeniden kuracaktı..

Diğer küçük parti de 2-3  m.vekiliyle ayrılmış ve Refah Partisi 38 m. vekili kalmıştı.. Ama, mahalli seçimlerde Sivas, Urfa, Diyarbakır ve Konya belediyeleriyle Ank.-Keçiören, İst.-Kağıthane gibi belediyeleri kazanan RP"nin bu şehirlerdeki hizmetleri ülkeye yeni bir belediyecilik anlayışının getirilebileceğinin güçlü mesajını veriyordu..

Bu arada, Erbakan uluslararası siyaset alanında da bazı temaslarıyla dikkat çekiyordu..

Pakistan"a gidip, Afganistan"da Sovyetler"in çekilmesi ve komünist rejimin çökmesinden sonra Afganistan"da birbiriyle savaşa tutuşan eski cihad teşkilatlarının arasını bulmak için Peşaver"de bir toplantı yapıyor; Kuveyt"in Saddam Irakı tarafından Ağustos-1990 başında işgal ve ilhakıyla Ortadoğu"da Amerika ile Irak arasında başlayan büyük gerilim sırasında, savaşın engellenebilmesi için, Libya Lideri Gaddafî"nin himayesinde teşekkül ettirildiği bilinen "İslam"a Davet Cemiyeti" öncülüğünde oluşan bir uluslararası müslüman heyetiyle birlikte B. Amerika"ya gidiyor ve düşük kademelerde de olsa, bazı görüşmeler yapıyordu..

Ve de, Amerikalılardan, "Bir sürü acaib kılıklı adamlar.. Aralarında, muhatab alabileceğimiz, konuşabileceğimiz ve metodik düşünebilen ve bizim gibi giyinen, modern görüntülü ve bizden bir farkı namaz kılması olan bir Prof. Erbakan var.." gibi övgüler alıyor ve o da, dönüşte, "Amerika"lıların çok kötü kimseler olmadıklarını, sadece kendimizi onlara iyi anlatamadığımızı tesbit ettiklerini"  söylüyordu, medyada yer alan beyanlarında..

Bu arada, Erbakan"ın Millî Görüş diye isimlendirilen siyasî hareketinin sözcüsü olmak üzere 1972"lerde yayınlanmaya başlamış bulunan Millî Gazete"de Amerika ve siyonist İsrail rejimi aleyhindeki yayınlarda daha temkinli ifadeler kullanılmaya başlandığı dikkatleri çekiyordu..

O günlerde Turgut Özal"ın ise, aynı konuya‚ "Bir koyup, üç, beş ve hattâ yirmi alacağız.."  gibi, hayalî kazanç hesablarıyla yaklaşarak B. Amerika ile işbirliği yaptığını; 1991- Amerika / Irak ,Savaşı"ndan sonra ise,  Amerika"yla işbirliği yapan ülkelerden İngiltere dışındaki hiç bir ülkeye ve tabiatiyle Türkiye"ye de zırnık koklatılmadığını hatırlamakta fayda var..

Ama, Erbakan"ı o günlerde asıl meşgul eden konu, kendisinin yıllarca karargâh olarak kullandığı İst.-Fatih-İskenderpaşa Camii"nden yükselen muhalefet idi.. Bu muhalefet, Erbakan"ın şeyhi olarak bilinen ve Mehmed Zâhid Kotku"nun damadı olan ve "Naqşibendî tarikatı"ndaki halefi kabul edilen Prof. Esad Coşan"ın, tirajı bir ara 100 bin"i bile aştığı söylenen  "İslam" dergisi aracılığıyla Erbakan"a getirdiği ağır ve hattâ onun Amerika"dan beslendiği gibi eleştirilerle derinden derine etkili oluyordu.. Erbakan ve yakın çevresi ise, bu derin ihtilafta, Esad Coşan"a hiç cevab vermemek gibi bir yolu izliyor ve böylece fazla bir kayba uğramaktan kurtulmuş oluyordu..

*

TERÖR SARMALI ÜLKEYİ YENİDEN KUŞATIYOR VE ERBAKAN, KİTLESİNİ BU TUZAKTAN UZAK TUTMAYA ÇABA HARCIYORDU..

Türkiye, üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı ile tırmanan bir gerilimin içindeyken, arka arkaya gelen suikasdlerle çalkalanıyor; Hürriyet"in Gen. Yy. Md. Çetin Emeç, Prof. Bahriye Üçok, Prof. Muammer Aksoy, gazeteci Uğur Mumcu isimler arka arkaya tertib olunan suikasdlerde can veriyorlar ve toplum giderek daha bir müslüman-laik kutublaşmasına doğru sürükleniyordu..

Ama bütün bu gelişmelere Refah Partisi bulaşmamaya özen gösteriyor ve bu hususta, "çatışmasız bir sosyal değişim peşinde olduğu için"  Erbakan"ı öven yorumlara az da olsa yer vermeye başlıyordu, laik medya ve çevreler..

Ve öyle bir sırada, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 Nisan 1993"de vefat ediyor ve yerine Başbakan Demirel, DYP ve CHP (o zamanki ismiyle SHP)"nin elbirliğiyle, C. Başkanlığı"na getiriliyordu..

Yani, iki kez askerî darbeyle devrilen Demirel, şimdi C. Başkanı olarak, TSK"nın başkomutanı durumuna geliyordu..

Bu noktaya gelmesini ise, herhalde, TSK karşısında tam bir teslimiyetle hareket etmesine borçluydu.. Çünkü, gerek 12 Mart 1971 ve gerekse 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi sonrasında, her ikisinde de, Ordu ile zıdlaşmaktan kaçınmayan Demirel, 1989-90"larda, "Ben hayatımda iki kez, Ordu ile mücadeleye girdim, ikisinden de yenik çıktım ve anladım ki, Ordu ile savaşılmaz.."  sözleriyle bir bakıma günah çıkartmıştı ve şimdi bunun karşılığını görüyordu..

Demirel C. Başkanı olunca, DYP"nin başına getirilen Tansu Çiller Başbakan oluyordu ve CHP Gen. Başkanı Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısı..

Ama, yeni kurulan koalisyon hükûmeti Meclis"ten henüz güvenoyu bile almamışken, Aziz Nesin isimli ve ateist olduğunu ilan eden bir mizah yazarının, Hindistan-Bombay"lı bir müslüman ailenin çocuğu olan Ahmed Selman Ruşdî"nin dünya müslümanları arasında derin nefret ve protestolara vesile olan "Şeytan Âyetleri" isimli ve İslam"a hakaretlerle dolu romanını türkçe yayınlayacağına dair iddialarla ortaya çıkıp, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas"a gittiği bir sırada, orada A. Nesin"e karşı yükselen ve güvenlik güçlerinin gözetiminde saatlerce süren  gösterilerle protesto edilmişti. Ancaak,  sözkonusu şenliğe ülkenin başka yerlerinden katılan ve hemen tamamını solcu, marksist -ve alevî diye de nitelenen- yazar/  çizer veya müzikçilerin istirahat için çekildikleri Madımak Oteli"nde, akşama karanlığında  meydan gelen bir yangın, Türkiye"yi de ateşe verecekti.. Çünkü, 38 kişinin dumandan boğularak ölmüş ve kamuoyu şaşkına dönmüş, ülke yeni bir derin sosyal buhranın eşiğine sürüklenmişti, 3 Temmuz 1993 akşamı..

Yeni Başbakan olan Tansu Çiller, o gece, yaptığ ıilk açıklamada, yangının, borçlarından kurtulmak için sigorta primi almak niyetiyle otel sahibince kasden çıkarıldığının belirlendiğini söylüyor ve amma, bu iddia, bir yanlışlık bilgilendirme olduğu gerekçesiyle daha sonra bir daha tekrarlanmıyordu..

O hadiselerin içinde yer almış olan müzisyen-türkücü ve (daha sonra CHP m. vekili de olan) Ârif Sağ ise, yıllar sonra yayınlanan, "Aykırı Bağlama" isimli kitabında, o yangının çıkmasından önce, Madımak Oteli civarında birkaç yüz göstericinin kaldığı akşam karanlığında, damalı gömlekli bir sivil kişinin gelip, bir askerî çipteki bir subaya bir şeyler söylediğini, onun da "emri anladım.." mânasında selam verdiğini, biraz sonra da otelde yangın çıktığını;  yani, o yangını çıkaranın iradenin asıl bu görüşme ve talimatla meydana geldiğini zımnen ileri sürecekti.. Ama, bu konu üzerine kimse gitmedi.. Bu hayalî bir suçlama mıydı, gerçek miydi; örneklerini daha sonra daha yoğunluklu olarak göreceğimiz bir diğer "derin devlet operasyonu" muydu; bunlar henüz de anlaşılamadı.. 

Ama, bu yangın ve sonrasında ortaya çıkan korkunç tablo, henüz neyin ne olduğu bilinmeden, müslümanların üzerine atılmıştı..

Üstelik de, Türkiye toplumunun, daha hızlı bir şekilde İslamî bir yönelişe doğru yelken açtığının işaretleri alınıyor ve bu arada, Cezayir"de İslamî Selamet Cebhesi"nin seçimleri büyük ekseriyetle kazanmasının ardından, laik generallerce yapılan bir askerî darbeyi takiben ortaya çıkan korkunç kan gölü, emperyalist çevrelerde olduğu gibi, T.C."deki laik çevrelerce de, laikliğin korunması adına, mâzur gösterilmeye çalışılıyordu" Halbuki, bu laik çevreler, henüz biri sene öncelerde, Cezayir"de askerî darbe olduğunda, seçim neticelerinin tanınmaması gibi bir durumun Türkiye"de de tekrarlanması durumunda, buna kesinlikle karşı çıkacaklarını söylemekteydiler..

Toplumu şoke eden Sivas Faciası"ndan ise, aynı laik çevreler, sözlerine artık, "Ammaaa"" diye başlamayı etercih ediyorlardı..

Az-biraz İslamî dikkati olan hhemen herkes, böyle bir yangın çıkarma eyleminin İslam açısından asla kabul edilemiyeceğini söyleseler bile, laik çevreler, bir umacı, bir gulyabanî yontmak için kolları sıvamışlardı; devamlı müslüman halk ve onların inançları suçlanıyor, şeriat tehlikesinin giderek artmakta olduğunun yaygarası ile, sosyo-politik atmosferde bir korku havası daha bir hâkim kılınmaya  çalışılıyordu..

(Bir zamanlar Isparta- İslamköylü olmasından bile siyasî pay çıkarmaya çalışan) C. Başkanı Demirel ise, yeni çıktığı Çankaya"dan, "Ben burada iken, Türkiye"ye şeriat filan gelemez, benim cesedimi çiğnerler öyle gelirler, kimse merak etmesin.." diye garantiler veriyordu ve Nusret Demiral ve daha sonra da "ateş parçası" diye niteleyerek Başsavcılığa getirdiği Vural Savaş gibi isimleri, İslamî eğilimli her kişi ve hareketin üzerine saldırtıyordu..

O sosyo-politiki buhranlar arttıkça, Türkiye ekonomisi de alt-üst oluyor ve

ekonomi prof.u Başbakan  Tansu Çiller"in başbakanlığıa gelmesiyle enflasyon, daha bir tırmanıp, yüzde 150 seviyelerine yükseliyor, geniş halk kitleleri derin bir bunalım içinde kavranıyordu..

*

ÜLKEDE BUHRANLAR ARTARKEN, İSLAMÎ YÖNELİŞ DE YÜKSELİYORDU.. HELE İSTANBUL BELEDİYESİNİN BAŞINA TAYYİB ERDOĞAN"IN SEÇİLMESİ!.

İşte öyle bir atmosferde, Mart-1994"de yapılan mahallî seçimlerde Refah Partisi, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, hemen bütün büyük şehirlerin belediye başkanlıklarını kazanıyor ve hele de İstanbul gibi dünya tarihinin iki büyük imparatorluğuna asırlarca başkentlik yapmış olan bir şehrin "İslamcıların eline düşmesi"; hakezâ, "70 yıldır laik rejime başkentlik yapan Ankara"nın da‚ İslamî eğilimli olduğu bilinen Refah Partisi"nin eline geçmesi" bütün dünyada son derece şaşırtıcı bir gelişme olarak karşılanıyordu..

İçeride ise, bu şehirlerin, "seçilseler bile, gericilere bırakılmayacağı" gibi laik nutuklar bile atılıyordu, laikliğin korunması için gerekirse herşeyin yakılıp yıkılabileceğinden söz ediliyordu, M. Karayalçın gibi -dönemin önde gelen laik siyasetçileri olan- isimler tarafından..

Seçimlerden başarıyla çıkan Erbakan ise, "sosyal değişimin kanlı mı, kansız olacağı?" şeklindeki sorulara, "bunu, statükonun göstereceği tavrın belirleyeceği" şeklinde karşılık veriyor ve amma, laikler hep kandan bahsetmişken, şimdi Erbakan"ın, "bunu siz belirleyeceksiniz.."  kabilinden bir sözü ile ortalığı velveleye vermeye, dehşete düşürmeye  çalışıyorlardı..

Bazı laikler ise, durumlarını kurtarmak için, gazetelerinde, açıkça, "Yahu, belediye başkanları ne yapar, çöplerimizi, kanalizasyonlarımızı temizler, vs.. Bu konuyu niye bu kadar niye büyütüyoruz..?" diye teselli edicici makaleler yazabiliyorlardı..

Ama, bu teselliler boştu.. Çünkü, büyük şehirlerin başına gelen peek çok yeni siyasetçiler halk kitlelerine yeni bir heyecan ve hizmet sunuyorlardı.. Ve hele de İstanbul"da Belediye Başkanı olan Tayyîb Erdoğan"ın, medya tarafından hiç de öngörülememiş olan büyük başarısı, laik kesimi şaşkına çevirmişti.. (Ki, Erbakan"ın, onu değil, ANAP"tan Refah"a geçen sanayici Ali Coşkun"u Belediye Başkan adayı göstermek istediği; ama, özellikle genç kesimlerin şiddetli itirazıyla karşılaşması üzerine, Tayyîb Erdoğan"ı aday göstermek zorunda kaldığı bilinmektedir..)

Tayyîb Erdoğan"ın İstanbul Belediye Başkanlığı"nda birkaç ay sonra bile, hemen, farkı farkettirecek çalışmalar yapmaya başlaması, bir çöplük ve pislik yığınına dönüşmüş, suyu akmayan böyle bir mega-kentin halkını perişan eden bu olumsuzluklardan kısa zamanda kurtarması bütün ülkeye yansıyacak ve siyaset sahnesinde yeni bir yıldız doğmakta olduğunun ilk esaslı işaretlerini verecekti..

Ve bu şartlar altında, 24 Aralık"ın 1995"de yapılan seçimlere "Âdil Düzen" sloganıyla ve ismi daha çok maddî rahat ve zenginliği anlatan ismiyle katılan Refah Partisi, yüzde 22 ile birinci parti olarak çıkıyor ve sadece Türkiye"deki kemalist-laik çevreler değil, bütün dünyadaki laik ve emparyalist çevreler şoke oluyor ve halkın İslamî yönelişinin daha bir yükselmesi üzerine dehşet senaryoları yazılıyordu..

Tabiatiyle, bu seçim zaferinin ortaya çıkmasında, sardece içerdeki sosyo-ekonomik buhranların değil; Avrupa ve bütün dünyanın, Bosna"da, yüzbinlerce insanın sırf müslüman oldukları için katledilmesine seyirci kalmasına karşı bir tepki olduğu da değerlendiriliyordu..

Pekiy, şimdi ne olacaktı?

Birinci parti olan Erbakan"ın Refah Partisi"ne iktidar verilecek miydi, verilebilir miydi?

*

Bu hesablar yapılırken, 28 Şubat 1997 Zorbalığı"nın, entrika tohumları da  yeşertilmeye başlanmıştı.. "Yeniçeri hastalığı"nın nüksetmekte olduğunun emareleri uluslararası planda  bile hissediliyordu..

*

(Merhûm Erbakan"ın o dönemdeki rolünün daha iyi anlaşılması için, bir diğer yazı daha yazmak gerekiyor.. İnşaallah onu da, sonraki yazıda..)


haksöz