Şahsiyet ve karakter testi bir insanın gerçek kimliğini toplum aynasında görmesine vesile olur. Bu testin ilk örneğini kendisine gelen vahyi şehrine duyurmak için Safa tepesine çıkan Efendimiz (sav) uygulamıştır. O dönemin şartlarına göre önemli bir hususu halka duyurmak isteyenler yüksek bir yere çıkar, sesinin ulaşabildiği herkesi etrafına toplardı. Gelmiş geçmiş en önemli haberi halkına duyurmak için Peygamberimiz de aynı yöntemi izlemiş ve bir tepeye çıkarak tüm Mekke halkına vahyin gelişini, Peygamberliğini tebliğ etmek istemişti. Çağrıyı yapan kişi, Mekke’nin en güvenilir kişisi olunca bu davete herkes icabet etmiş, bu önemli haberi öğrenmek için insanlar Efendimizin etrafına toplanmıştı. Peygamberimiz (sav) merakla ve heyecanla toplanan Mekke halkına duyurmak istediği büyük haberden evvel şu soruyu yöneltmişti: “Beni nasıl bilirsiniz? Ne dersiniz? Size şu dağın arkasında bir ordu var, biraz sonra gelip şehrinizi basacak desem bana inanır mısınız?” Soruya cevaben Mekkeliler; “Evet, sana inanırız” dediler. Bu cevabın üzerine Allah Rasulü peygamberliğini tebliğ etti. Bu mühim hadiseyi inceleyen İslam tarihçileri ve ulema şu tespiti yapmışlardır: Peygamberimiz (sav) Allah’ın Rasulü olduğu haberini tebliğ etmeden önce kendi öz şahsiyet ve kişiliğinin testini yapmış, toplum tarafından nasıl tanındığını duymak istemiştir. Ne yazık ki biz Müslümanların da bugün en az önem verdiği husus budur. Yanlışlarımızla yüzleşip, Allah’ın emri ve Rasulullah’ın örnekliğiyle yaşamak yerine dilediğimiz gibi yaşamayı tercih etmekte, yaşam tarzımızı kendi isteklerimiz doğrultusunda oluşturmaktayız. Oysaki dinimiz İslam bir hayat tarzı olarak inmişti. Her dine mensup olan insanların, hatta ateistlerin bile bir hayat tarzı olmasına rağmen Müslümanların hayat tarzının İslamiyet’in dışında olması muhaldir. Bunun da ötesinde Allah Rasulü henüz kendisine vahiy gelmeden önceki hayat tarzını da ifade etmek için “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” buyurmuştur. Elbette ki O, özel bir insandı ve özel bir hayat yaşadı. Fakat neticede bizler gibi bir insan olduğu gerçeğini de unutmamalıyız.
Hayatın bir kısmının toprak üstünde bir kısmının da toprak altında olması mü’min insan için fark taşımamaktadır. Zira mü’min, yeryüzünde yaşadığı sınırlı ömrüyle toprak altındaki ömrünü inşa eder. Yeryüzünde yaşayan diğer canlılardan farklı olmalıdır insanoğlunun ömrü. Eğer o toprak üstünde, toprak altındaki hayatını inşa etme derdiyle yaşamazsa diğer canlılarından hiçbir farkı kalmayacaktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri de hayatının toprak altında da devam etmesidir. O halde ölüm kelimesi de bizim literatürümüzde hayatın sonu değil bir diğer hayata geçişi bildiren bir terim olmalıdır.
Şahsiyet ve karakter testimizi, edep, haya ve iffetinden dolayı karşılıklı paylaşımlarda bulunduğumuz, güven duyduğumuz kişiler ile yapmalıyız. Bu test neticesinde menfi (olumsuz) yönlerimizi, karakterimizdeki bir takım eksiklikleri fark edebiliyorsak hayra vesile olmuştur. Bu güzellikleri ancak açık toplumlarda yaşayabiliriz. Çünkü açık toplumlar nifaktan uzak, şeffaf, samimi, Mevlana’nın tabiriyle göründüğü gibi olan yahut olduğu gibi görünen toplumlar olduğundan kişilik testi bu toplumlarda sağlıklı netice verebilir. Açık toplumun özelliklerini net bir şekilde görebilmek için kuşkusuz en iyi örneğimiz Ashab-ı Kiram’ın oluşturduğu toplum ve toplumsal hayattır. Onlar açık toplum olduğundan kişilere ve mekânlara göre tavırları değişmez, her yerde hakikati söylemekten çekinmezlerdi. Bizler de ashabın bu güzelliklerini kendi zaman ve mekânımıza taşıyarak birbirimize karşı dürüst davranarak ve hatalarımızı fark etmemize vesile olmalıyız.
Selam ve dua ile Cumanız mübarek olsun…
yeniakit