“Eski bakan ağzını bozdu” diye vermiş haberi haber siteleri. “Eski bakan”dan kasıt, Ak Parti’nin eski Çevre ve Şehircilik bakanı, 17-25 Aralık’ta kendisine yönelen suçlamaları Tayyip Erdoğan’la birlikte yürüdüğünü kastederek “Ne yaptıksa birlikte yaptık” diye cevaplayan Erdoğan Bayraktar. “Ağzını bozma” işi, iktidarın yıllara sari kırsal politikasını suçlayan son attığı bir X mesajı ile ilgili. Şunu söylüyor:
"Bir ülkenin Köy nüfusunu %30-35 civarında tutmazsanız, şehirde ne varsa”KÖYE” getirmezseniz, hele hele fiilen köy olan yerleşim birimlerine mahalle ismini koyarsanız, nah kalkınmaya devam edebilirsiniz."
O, Karadeniz dobralığı ile “Nah kalkınırsınız” demiş, başka şeyler de ilave edebilirdi: Çiftçi ürünü borcunu karşılamadığı için ya traktörünü satmak zorunda kalır, ya banka haczi ile boğuşur, tarlada domates çürür, yaşmaklı – şalvarlı kadınlar kocaları - çocuklarıyla birlikte protesto için yollara düşer, şehirde insanlar fiyatlara bakamadığı için sebze – meyve reyonlarının yanına yaklaşamaz, Konya ovası hatalı sulama sebebiyle kuraklıkla boğuşur hale gelir vs….
Bu zinciri uzatmak mümkün.
Köy köy olmaktan çıkmış. Köylerde in – cin top oynuyor ya da birkaç yaşlı insandan başka kimse kalmamış.
Nasıl oluyor bu?
Geliyoruz yine “22 yılın muhasebesi”ne…
Ne ektiyseniz onu biçiyorsunuz.
“Eğitimi başaramadık” diyorsunuz ya, “kültürü, sanatı başaramadık, aileyi, gençliği kazanamadık” diyorsunuz ya… Bunlar yıllar içinde kaybedilirse bedeli ağır olur ve yıllar içinde toparlanması da imkânsız hale gelir.
Vaktiyle, yyani yıllar önce iktidarı TEMA Vakfı Başkanı ve “Toprak Dede” olarak bilinen Hayrettin Karaca sağ iken, onunla iletişim kurmaya çağırdım.
O bir “Toprağı koruma cihadı” yapmaktaydı. Bireysel çabası yetmedi, çünkü toprağı korumak için devletin seferber olması gerekirdi. Topraklar gitti, ağaçlar gitti, şimdi geriye insanlar dahil önüne gelen her şeyi alıp götüren seller kaldı.
Ormanları kolayca “Orman alanı dışına çıkaran” kararnameler yayınlıyoruz. “Maden sahası” denildi mi akan sular duruyor. İliç faciası yıllar içinde biriken bir yanlışın faturasıydı. Bir yerlere ulaşmayı başaran, toprağı, ormanı, ağacı yok edecek bir arama – işletme ruhsatı alabiliyordu.
Sonra yıllar geçiyor, ülkenin önüne bir fatura çıkıyordu.
Gıda üretimi kendine yetecek nadir ülkelerden sayılan Türkiye, bir de bakıyordunuz, Kanada’dan mercimek, Güney Amerika ülkelerinden nohut, Çin’den sarımsak ithal etmek zorunda kalıyordu.
Yıllara sari eğitim politikaları da ülkenin önüne ancak vasıfsız işçi statüsünde çalışabilecek milyonlarla ifade edilen üniversite mezunları koyuyordu.
Gayet açık, ne ekerseniz onu biçiyorsunuz.
Ekonomi politikalarınız ne yapmış, yüzde 1 nüfusa ülke servetinin yüzde 40’ını vermiş. Altta milyonlar, milyonlar meteliğe kurşun sıkar hale gelmiş yani çoluk – çocuğu geçindirmek için kıvranma durumunda. Aaa, nasıl olmuş bu? Tam da bunu mu hedeflemiştiniz?
İşçiler kıvranıyor… Çiftçiler kıvranıyor… Emekliler kıvranıyor. Sabit gelirli tüm vatandaşlar yarın kaygısı taşıyor.
Şu memlekette, en son sokağa çıkacak olan çiftçiler sokağa çıktı ya, dediğim gibi ayağında şalvarı, başında yazması ile kadınlar kocalarının – çocuklarının yanında ellerinde pankartla yol kesiyor ya, (Bu mücadele başörtüsü mücadelesinin neresine düşer?) iktidar ülkeyi nereye getirdiğini bin kere düşünmeli. Kamyon kamyon domates tarlada çürümeye terkediliyor. Niye? Çünkü amele – ırgat ücretini karşılamıyor toplandığında?
Niye bir üretim planlaması yapılmadı?
Ziraat fakülteleri, ziraat mühendisleri niye var? Niye fındık üreticisinin zararlılarla mücadele çağrısı cevap bulmaz?
O kadar çok sorun var ki…
İktidara konuş deseniz, prompter’dan gürül gürül başarı hikâyeleri anlatılır.
Peki bunca sokağa dökülen öfkeler niye? Niye adam, eline aldığı karpuzu öfkeyle diğer karpuzun üzerine atarak parçalar? Neden kamyon kamyon domatesi yere dökmek için iş makinası çağrılır?
Derdi anlıyor mu ülkeyi yönetenler pek emin değilim.
Ne konuşsalar, onu ülkeye taşıyacak onlarca televizyon kanalı var. Ama söyledikleri, bu dert yükü insanların kalbine ne söylüyor, düşündüklerini sanmıyorum.
Bir üreticinin ürününün para etmemesi koca bir yılın yanması demek. Umut onun gelirindedir, evlenecek oğulun – kızın mutluluğu ondadır. Okuyacak çocuğun eğitim masrafları ondadır. Alınan kredilerin – borçların ödenmesi ondadır. Gelecek yılın hazırlığı ondadır.
Ürün para etmezse, sağmal ineği mezbahaya göndermek var, yok pahasına satmak var.
Ne zaman bu ülkenin çiftçisi bir Hollanda, Fransa çiftçisinin konforuna ulaşır? O ülkeyi hangi siyasi proje inşa eder? Hangi siyasi kadronun eline 22 yıllık bir ülke yönetimi fırsatı verilir?
Her şeyin ışık hızıyla geliştiği – değiştiği bir çağda süreci sağlıklı okuyamayan kadrolar elinde ülke olarak treni kaçırdık mı bilmiyorum ki…
Ne dersiniz, eski bakan sizce de kendi arkadaşlarını yargılarken çok mu ağzını bozmuş?