'Sarıklılar Savaşı'

Ali Bulaç, Çanakkale Savaşı'nı ulusalcıların da sağcıların da kendi ideolojileri için araçsallaştırmasına karşı çıktı.

Ali Bulaç
Dünün ortak paydası bugün neden geçersiz?


Milliyetçi ideoloji her zaman somut olarak algılanamaz, bir kere yerleşti mi görünmeyen virus gibi bünyeyi etkiler, ancak belirtilerini yakından takip ettiğinizde yol açtığı septomların farkına varmanız mümkün olur. Mahsus aleme, yani sizing duygu dünyanıza hitap ettiği için, her zaman sizinle beraberdir, havada gezinen bir ideolojidir. Köklü bir alem tasavvuruna, esaslı bir insan, hayat ve dünya görüşüne sahip değilseniz, oldukça masum yüzler takınarak bu ideoloji sizi ve tarihinizi dönüştürür. Bunun yakın tarihimizdeki örnekleri çoktur.

250 bin insanın şehit düştüğü Çanakkale Savaşı'nı düşünelim. Bu rakamı 160 bin gösteren de var, yine de önemli bir zayiat. Çanakkale savaşı, topyekun bir ümmetin varoluş savaşıdır; orada bir ölüm-kalım mücadelesi yaşanmıştır. Anadolu'nun, Balkanların, Kafkasların, Ortadoğu'nun her yerinden ümmetin evlatları gelmiş, orada savaşmıştır. 50 bin medreseli sarıklarını, cüppelerini bırakıp şehit düşmüştür. Bu yüzden Çanakkale savaşının diğer bir ismi "sarıklılar veya medreseliler savaşı"dır. Fakat bugün, bu savaş, araçsallaştırılmakta, kaşla göz arasında milliyetçi bir kimliği inşa etmenin bir aracı, enstrümanı haline getirilmektedir.

Çanakkale savaşıyla ilgili söylenebilecek yegane şey budur: Dünyanın her tarafından insanlar hangi duygu ve düşüncelerle gelip de canlarını verdiler? Onları birleştiren, seve seve ölüm götüren saik reydi? Hiç kuşkusuz İslam dini, İslam dininin sembolü Hilafet, Halife ve Hilafet merkeziydi. Sonraları sbavaşın asli amacı üzerinden suistimallere yapıldığını, ümmete ait bir savaşın ulusallaştırıldığını, milliyetçi bir huviyete büründürüldüğünü görüyoruz.

Bizim sağcı-muhafazakar gazetelerimizde savaşla ilgili hurafe ve milliyetçi mitolojilerden geçilmez. Bunlardan birini zikredelim:

Güya 1990 yılında Japon Eğitim Heyeti Türkiye'ye gelmiş, Türkiye'deki eğitimin sorunlarını araştırmış. Ve şöyle demiş:

"-Sizin sorunlarınızın temelinde, milli kimliğinizin zayıflığı yatıyor. Çok güçlü bir milli kimliğiniz olursa, eğitim sisteminizi arzuladığınız düzeye getirebilirsiniz." Bizimkiler de, Japonlara

"-Siz bunu nasıl başardınız, biz ne yapmalıyız ki, sizin gibi olalım" diye sormuşlar. Japonlar:

"-Bizim ilham kaynağımız Hiroşima'dır. Biz, 1945 yılında çocuklarımızı aldık Hiroşima'ya götürdük, 'buraya iyi bakın ve asla burayı unutmayın' dedik. Çocuklarımız oraya bakıp bugünkü Japon kimliğine sahip oldular. Hiroşima yeni Japon milli kimliğinin teşekkülünde dönüştürücü bir motivasyon sağladı. Bü sayede ekonomide, teknolojide ve bilimde sıçramalar yaptık. Şimdi sizin de yapmanız gereken çocuklarınızı alıp Çanakkale'ye götürmektir. Onlara buraya iyi bakın deyin, güçlü bir kimlik inşa edin; bu size büyük bir ekonomik, teknolojik ve bilimsel güç sağlayacaktır."

İnsan sormadan edemiyor: Son yıllarda Çanakkale'ye gösterilen bunca ilginin altında ne var? Yeni bir milli kimlik inşa etme düşüncesi mi? Bunun ilhamı Japonlardan mı alındı?

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, bu, tamamen bir hurafedir. Çanakkale savaşının, şehitlerin kanlarını akıttıkları o büyük davanın suiistimalidir. Böyle olmakla beraber, ilginç olanı, sağcı ve muhafazakâr kesimlere, bunun çok hoş geliyor olmasıdır. Bu sefer karşı taraf, laikçi ve ulusalcı kesimler harekete geçiyor ve

"-Çanakkaleyi türbeye, yatırlar panayırına çevirdiniz; hurafeler uydurdunuz" demeye başlıyorlar. Böylece 20. yüzyılın başında yaşanmış olan bir ayrışma ve gerginlik bugüne de taşınmış oluyor, bu sayede iki milliyetçilik, yani ulusalcı ve milliyetçi kamplar arasında süren kavganın bir enstrümanı haline getiriliyor.

Gerçek olan şu ki, küreselleşme, milliyetçi ideolojileri büyük ölçüde çözüyor. Küreselleşmeyle beraber yerel kimlikler öne çıkıyor ve bu durum, meta söyleme dayalı "büyük ulus" yaratma ve kimlik inşa etme konseptini alt üst ediyor. Herkesin büyük ulus düşü var: Büyük Türkiye, Büyük İsrail, Büyük Ermenistan, Büyük Arnavutluk vs"

Tabii kentleşmeyle beraber farlı kimliklere, etnik gruplara, dinlere, mezheplere mensup insanlar, aynı mekân üzerinde bir araya geliyor, karşılıklı ilişki içine giriyorlar. Bu farklı gruplar, tek bir kimliği kabul etmeyip kendi kimliklerini öne çıkarıyorlar.

Türk kimliği inşa edilirken Osmanlıdaki İslam milleti Türk milletine tercüme edildi, "Ne mutlu türküm diyene" dendi. Buna gore, kim kendini Türk olarak kabul ederse, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı manasında Türk'tür. Fakat Kürtler bu resmi kimlik tanımını, yeni kavramsal çerçeveyi Kabul etmeyip şunu dediler: "Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, Türkiye'ye aidiz; fakat aynı zamanda da bir Kürt kimliği gerçeğimiz var". Kısaca Kürtler merkezi/resmi kimlik tanımına ve "tek millet" konseptine itiraz ettiler.

Balkanlardan gelen farklı etnik kökene sahip kavimler, konjonktürel sebeplerden dolayı bunu kolayca kabul ettiler. Tabii devlet söz konusu mukabil kimliği reddedince çatışmalar başgösterdi. Türkiye, 1984'ten bu yana, böyle bir süreci -maalesef- yaşıyor.

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı