‘Savaş'ın da, ‘Barış'ın da ancak adâlete dayanması şartını gözetlemek..

Selâhaddin Çakırgil

Hz. Peygamber (S)’den, ‘Savaşı istemeyiniz, ama, gelip çattığında da, kaçmayınız..’ meâlinde bir rivayet vardır. Derinlemesine idrak olunması gereken çok değerli bir ölçü..

Buradaki ‘savaş’tan maksad, elbette ki, kültürel, ekonomik, ticarî, diplomatik, siyasî, itiqadî, ideolojik, psikolojik vs. savaş türleri değil; askerî savaş..

Diğer savaş türlerinde, askerî olmayan mânâda ‘savaşan taraf’lar bir şeyler kaybedebilir, ve bunların hemen tamamı, hattâ, ’askerî savaş’ta kaybedilen bazı şeyler de zamanla telâfî edilebilir, ama, telâfi edilemiyen en büyük unsur, ‘insan hayatı’dır. ‘Hayattan koparılan, ölen insan’ın geri döndürülmesi mümkün değildir.

 

***

 

Pekiy, ‘asker’ kimdir?

Asker, sanıldığı gibi, sadece askerî libas veya üniforma girmiş olan kimse de değildir. Hattâ, onlar hiç asker de olmayabilir. Gerçek mânâda ‘asker’, dâvası her ne ise, ‘bir inanç, bir ideoloji ve ideal veya bir hedef uğruna, her türlü mücadeleyi göze almış ve bu yolda gerektiğinde öldürmeyi ve öldürülmeyi ya da fedaîliğini taa baştan gönüllü olarak kabullenmiş olan insan’ dır.

İslâmî ıstılahatta, ‘Cündullah’ terimi vardır. Yani, ‘Allah’ın askeri..’

‘Cündullah’ın karşısında da, ‘Cund’uş-şeytân/ Şeytan’ın askeri’ vardır.

Yani, ‘Ben ikisinden de değilim, ben ortadayım’ denilemez. ‘Bî-taraf (tarafsız) olan, bertaraf olur.’

 

***

 

Bir müslüman için, ‘sulh/ barış’ asıldır; ‘harb/ savaş’ ise, istisnaîdir. Ve, Kur’an-ı Kerîm bize, bize, savaşan taraflardan birinin ‘Sulh/ Barış’ istemesi halinde, savaşa devam edilmemesi’ni emreder. İslâm’ın savaş ahlâkı budur. Halbuki öyle durumlarda, niceleri, ‘Fırsat bu fırsat, yok edin hepsini..’ demek noktasında olur.

Bu ana çerçeve içinde, ‘Her ne pahasına olursa olsun, barış’ veya, ‘Her ne pahasına olursa olsun savaş’ söylemi, İslâm’ın Müslümanlara yüklediği ‘adâlet ve ahlâk anlayışı’yla bağdaşmaz. Evet, savaş istekliği içinde olunmamalıdır; ama, İslâmî mânâda adâlete ve ahlâka dayanmayan, zorla sürüklenilen bir barış da kabul edilemez.

 

***

 

Ama, ‘Hazır ol ceng’u cidâle.. Eğer, sulh’ü salâh ister isen..’ denilmiştir. Bu da, en azından düşmanın sahib olduğu silahlarla donanmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Müslüman halklar kendilerini parça- bölük olarak korumak derdinde olduklarından, henüz de zayıf durumdadırlar. Türkiye ise, yine ateşle imtihan edilmekte, bugün..

 

***

 

Bu bakış açısı içinde, Türkiye Başkanı Erdoğan ile Rusya Başkanı Putin arasında dün Moskova’da yapılan görüşmelerin hayırlara vesile olması duasıyla.. ‘Hakk şerrleri hayreyler..’

 

***

 

KK’NIN GEN. BAŞK. YARDIMCISI, YİNE DE UCUZ KURTULMUŞ..

Dünya parlamentolarında da zaman zaman korkunç kavgalar olur ve bu durumu çoğumuz, gülerek izleriz. Hattâ, kavgacı taraflardan bazılarının gözleri şişer, dudakları patlar, çeneleri kırılır. Havada çantalar veya sandalye parçaları uçuşur. Bu sahneler bile, başka ülkelerin vatandaşları için sadece bir ‘seyirlik vak’a’ durumundadır.

Türkiye Meclisi’nde de böyle kavgalar zaman zaman olmuştur. Ama, 4 Mart günü ekranlara yansıyan benzeri kavgalar çok azdır.

Ana Muhalefet Lideri KK, geçen gün yaptığı konuşmada, -özetle- ‘İdlib civarındaki 34 askerin kaybıyla sonuçlanan Suriye- Rusya Saldırısı’nın olduğu gece Erdoğan neredeydi, niye bana bilgi vermedi, bizi o gece yüreği yanan analarla birlikte uyku tutmazken, Devlet ortalıkta yoktu; Hatay Valisi yapıyordu açıklamayı..’ diye, gerçekten de sırf muhalefet etmek için olduğu açık olan laflar etti.

Halbuki, KK. da bilir ki, Hatay Valisi kendiliğinden öyle bir açıklama yapamaz ve o açıklamayı ona yaptıran, C. Başkanı’ydı. Ve kesin olan şu ki, Cumhurbaşkanı da o gece, devletin en üst makamlarıyla neyin- nasıl yapılması gerektiği üzerinde çalışıyorlardı. Ama, KK, böyle yapmadı ve Cumhurbaşkanı’nı o büyük saldırganlık karşısında vurdumduymazlıkla suçlamaya kalkıştı. Hele de böyle hassas zamanlarda, daha bir sorumluluk duygusu içinde olunması gerektiğinden habersiz bir muhalefet lideri olduğunu bir kez daha sergiledi KK. Ve bu iddialar mâlum kesimin sosyal medyasında, ânında yerini aldı.

Erdoğan da bu suçlamaya cevaben yaptığı konuşmada, o gece sabaha kadar devletin en üst sorumlu makamlarıyla ve kişileriyle vazifelerinin başında olduklarını belirtip, -isim vermeden-, ‘Böyle iddialarda bulunanların, Şerefsiz, onursuz, haysiyetsiz ve hain’ olduklarını söyledi, haklı olarak..

Ve aynı günün öğle sonrasında KK’nın Gn. Bşk. Yardımcısı olan bir kişi, bu sözleri, ‘C. Başkanı Erdoğan’ın adını zikrederek, aynen kullandı. Halbuki, Erdoğan’ın suçlamasından sadece öyle olanlar alırdı nasibini.. Burada ise, suçüstü yakalanmışçasına, ‘İşte onlar biziz..’ dercesine tepki vermeye çalıştı.

Şahsen, o siyasetçinin, o kavga ortamından, yüzündeki o hafif sıyrıklarla kurtulamayacağını ve çok daha şiddetli tepkiler alabileceğini düşünüyordum. O kişi, öyle bir-iki sıyrıkla kurtulduğu için şükretmelidir.

 

***

 

TÜRKİYE GECİKMELİ DE OLSA, DOĞRU OLANI YAPTI..

Milyonlarca insan Türkiye’ye sığınmış durumda.. Afganistan, Orta Asya ülkeleri, Irak ve İran, Mısır, Suriye ve Afrika ülkelerinden.. Ama, bunların Türkiye üzerinden başka ülkelerine geçmemesi için, AB ülkeleriyle bir anlaşma yapılmıştı. Buna göre Türkiye, bu sığınmacılardan AB ülkelerine geçmek isteyenlere kapıları kapayacak, AB ülkeleri de buna karşılık bu yüz binlerin, milyonların oluşturduğu yükü yapacakları mâlî yardımlarla paylaşacaklardı, güyâ..

Ama, AB ülkeleri BM kriterlerine göre her ferd için harcandığı kabul edilen mikdarı hesaplamayla Türkiye’nin harcamalarının ‘40 milyar Dolar’ı aştığını bildiği halde, sadece 3 milyar Euro’luk, yani yaklaşık 4 milyar dolarlık, yani onda birlik bir yardım göndermiş bulunuyor. Tabiatiyle, Türkiye devletine değil, sığınmacılara yardım yapan STK ve diğer uluslararası insanî yardım kuruluşlarına..

Ve sonunda, C. Başkanı Erdoğan geçen hafta, ‘Suriye- Türkiye sınırının sadece İdlib yöreinde bile Türkiye’ye sığınmak için bekleyen 3 milyonu aşkın insanın daha sınırda beklediğini, Türkiye’ye gelenlerden Avrupa’ya gitmek isteyenlerin yolunu kesmiyeceklerini; kimsenin zorla gönderilmeyeceğini, gitmek isteyenlerin de zorla engellenmiyececeğini, kapıların açılacağını’ açıklamasından sonra AB ülkelerinin sergilediği tablo, bir büyük insanî facia çapında.. Başta Yunanistan olmak üzere AB ülkeleri hükûmetlerinin, insan hayatına, sadece kendileri söz konusu olunca saygı gösteren bir egoizmin pençesinde oldukları bir kez daha ortaya konuldu. Hattâ o kadar ki, savunmasız insanları vurarak, botlarının batırmaya çalışarak; sivil yerli halkı bu mazlum insanlara saldırtarak..

 

***

 

Materyalist dünyanın bu zâlimliğini hâlâ anlamak istemeyenlere, ‘iyi uykular’, ya da ‘uşaklıklar’!

 

***