SDAM Analizi (RAPOR)
Suud rejimi başta olmak üzere kimi Körfez-Arap Ülkesinin, "Müslüman Kardeşler ve HAMAS'ı" terör örgütü olarak niteleyip, Katar'ı da onları finanse ettiği gerekçesiyle baskı altına almaya çalışması, İslam coğrafyasında yeni bir kriz oluşturdu.
"Katar Krizi ve Bölgesel Güç Dengeleri" başlığıyla yayımlanan analizde, yaşanan krizin bölgenin istikrarı açısından ciddi etkileri ihtiva ettiği belirtilerek, "Son yılların en büyük diplomatik krizi olarak tanımlanan gelişme, tarihsel bir arka plana sahip olup birbiriyle doğrudan bağlantılı olaylar zincirinin son halkasıdır." denildi.
Katar’ı yöneten el-Sani ailesinin, 1868’de İngiltere ile imzaladığı anlaşma ile Katar'ın bulunduğu coğrafyanın emirliğini elde ettiğinin belirtildiği analizde, bugün yaşanan krizin tarihsel arka planında Katar, Bahreyn ve BAE arasında kökleri geçmişe dayanan bir karşıtlık olduğuna işaret edilerek, şu hatırlatmada bulunuldu:
"Katar toprakları, 19. yy'dan önce, günümüzde Bahreyn’e hükmeden el-Halife ailesinin elinde bulunmaktaydı; 19. yy’dan sonra ise el-Kavasım ailesinin eline geçmiştir. el-Kavasım bugün BAE’yi oluşturan yedi emirlikten ikisini, Re's el-Hayma ve Şarja emirliklerini, elinde bulundurmaya devam etmektedir. Bu durum, Katar, Bahreyn ve BAE arasında kökleri geçmişe dayanan bir karşıtlık örmektedir."
Katar ile Suudi Arabistan arasında da kökleri geçmişe dayanan problemler söz konusu olduğuna dikkat çekilen analizde, "Katar’a hükmeden el-Sani ailesi, Vehhabiliğe mesafeli yaklaşmış; Suud ailesinin gücünü Vehhabilik üzerinden Körfez Ülkeleri’ne yayma girişimlerine olumlu yaklaşmamış; bununla beraber Suudi ile aynı süreçte 1916’da İngiliz himayesine girmiş; bu ülke ile resmi düzeyde eşitlenmiştir. O tarihten sonra önce İngilizlerin, ardından ABD’nin denge siyaseti, Suudi Arabistan’ın Katar’ı hegemonyası altına almasına izin vermemiştir. Suudi Arabistan, bundan memnun kalmamış ve Katar’la zamana yayılan bir rekabet içine girmiştir. Bununla birlikte Batı güdümündeki petrol zengini ülkelerin uyumunun taşıdığı önem, gerek İngiltere gerek ABD’nin bu bölgede rekabetin çatışma boyutlarına ulaşmasını engelleme siyaseti gütmesine yol açmış; bu siyasetin yansıması olarak Suudi Arabistan ile Katar uyum içinde görünmüştür." diye belirtildi.
Katar'ın bölge siyaseti ve ekonomisi üzerinde etkisinin Şeyh Hamad'ın babasına karşı gerçekleştirdiği kansız darbe sonra belirginleştiğine dikkat çekilen analizde şu ifadelere yer verildi:
"Katar’ın çehresi, 1995 yılında iktidara gelen Şeyh Hamad bin Halife el-Sani ile değişmiştir. Babasına karşı gerçekleştirdiği kansız bir darbe ile iktidara gelen Şeyh Hamad, Katar’ın geleneksel, Suud’a yakın görünen dış politika anlayışını terk ederek, artan ekonomik gücüne paralel, bağımsız adımlar atmaya başlamıştır. Babasına karşı mücadelesinde diğer Körfez-Arap ülkelerinin kendisine karşı durması ilkin onu sıkıntıya sokmuşsa da sonrasında daha farklı adımlar atma noktasında motive edici olmuştur.
Şeyh Hamad, 1996 yılında el-Cezire televizyonunu kurarak rakiplerine karşı propaganda yapma imkânına erişmiştir. Katar, varlık fonu aracılığıyla dünyanın dört bir yanında yüz milyarlarca dolarlık yatırımlar yaparak güçlü ekonomik ve ticari bağlantılar edinmiştir. Şeyh Hamad, iç politikada da halkı ile sağlıklı bir iletişim kurmayı başarmıştır."
SDAM analizinde, Katar'ın, uzun bir dönem bölge ülkelerinde yaşanan sorunlarda arabuluculuk faaliyetleriyle öne çıktığı, ancak bu vasfını "Arap Baharı" sürecinde kaybetmeye başladığı da belirtildi.
2013’te ülke yönetimini babasından devralan Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el-Sani, ülkesinin geleneksel siyasi anlayışına uygun bir şekilde bölgesel ve küresel aktörlerle olumlu diyalog geliştirme yoluna tercih ettiğinin ve minvalde Suudi-İran arasında taraf olmamakta, orta bir yol izleyerek çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.
"Vehhabi-Suudi eksenine karşı, İhvân-ı Müslimîn’in temsil ettiği anlayışı destekler görünmekte; Suudi Arabistan tarafından “terörist” olarak görülen Yusuf el-Karadavî gibi şahsiyetlere ev sahipliği yapmaktadır. Bununla bir yandan yıpranmış Suudi yönetiminden bağımsız bir politika izleme imajı verebilmekte, diğer yandan kendisini, düşünsel ve politik anlamda, İran’ın nüfuzuna girmekten korumaktadır." denilen analizin devamında şu tespitlere yer verildi:
"Katar, tarihi boyunca daima büyük güçlerin güvenlik şemsiyesi altına girmiştir. İngiltere’nin onayıyla yönetime geçen el-Sani ailesi, bir ara Osmanlı himayesi altına girmiş, sonra yine İngiltere ile yakınlaşmış, İngiltere’nin bölgeyi terk etmesiyle oluşan boşluğu ABD’ye yakın durarak kapatmaya çalışmıştır. ABD’nin Irak işgalinden önce, Irak’a muhtemel bir saldırı sırasında el-Udeyd Üssü’nü kullanmasına izin vereceklerini duyurmuştur. Bunun üzerine ABD, 2003 yılında, CENTCOM merkezini Katar’a taşımış, Irak ve Afganistan’da düzenlediği operasyonları buradan organize etmiştir. Başkent Doha’ya 30 km uzaklıktaki el-Udeyd üssünde 11 bin ABD askeri bulunmaktadır. İsrail ile de ilişkileri olan Katar, İsrail’in 1996’da Doha’da ticaret ofisi açmasına izin vermiştir.
Dünyanın üçüncü büyük doğalgaz rezervine sahip olan Katar, izlediği denge siyaseti ve petrolden, özellikle son yıllarda Sıvılaştırılmış Doğalgaz-LNG satışından, elde ettiği gelirle dünya çapında yatırımlar yaparak sağlam ticari bağlar edinmiştir. Katar’ın bu hızlı yükselişi, bağımsız girişimleri ile birlikte, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın hesabına gelmemiştir."
Trump’ın Riyad ziyareti ve Katar krizi
ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 Mayıs Cumartesi günü başladığı iki günlük Riyad ziyaretinde, Suudi rejimi, Körfez Ülkeleri ve Arap-İslâm ülkeleriyle toplam üç zirve gerçekleştirdiğinin hatırlatıldığı analizde, özellikle Suudi rejimiyle imzalanan "110 milyar doları silah alımı olmak üzere toplam 380 milyar dolarlık ticaret anlaşmaları", "radikal terörizm"in finansmanının durdurulması ve "İran’ın nüfuz alanını genişletmesi" konularının görüşmelerin öne çıkan başlıkları olduğuna dikkat çekildi.
Suud rejimi öncülüğünde, Trump'ın ardından çok hızlı bir şekilde Katar'ın muhasara altına alınmak istenmesinin daha önceden planlandığının atının çizildiği analizin devamında, şu ifadelere yer verildi:
"Ziyaret üzerinden henüz iki hafta geçmişken 4 Arap ülkesi ve onların yönlendirdiği ülkelerin hızlı bir ittifakla ve sembolik önemi olan bir tarihte başlattıkları operasyonla Katar’ı abluka altına alma girişimi, daha önceden hazırlanmış bir planın uygulandığı izlenimi uyandırmaktadır. Trump’ın İran’ı öncelikli tehdit olarak görmesi, Körfez Ülkeleri’nin endişe ve tepkileri ile birleşince Katar’a yönelik adımlar atılmıştır. Nitekim Trump seçim öncesi yaptığı bir konuşmasında, Körfez Ülkeleri’nin ABD olmadan varlıklarını sürdüremeyeceklerini iddia etmiş, ABD’nin 19 trilyon dolarlık borcunu Körfez Ülkeleri’ne ödeteceğini söylemiştir."
SDAM analizinin sonuç ve değerlendirme kısmında ise "Katar’ın ABD ve Suudi Arabistan’la uzlaşma konusunda gösterdiği direnç, Trump ve Suudi yönetiminin Katar’a İran’la ilgili bir savaşı dayattığına dair işaretler verdiğine" dikkat çekilerek, "Böyle bir savaşın kazananı kim olursa olsun, kaybedeni iki cephe arasında kalacak olan, yüksek bir refah seviyesine ulaşmış Katar olacaktır. Katar’ı kayıptan kurtaracak olan, böyle bir savaşın yaşanmamasıdır. Gelişmelere bakıldığında Katar’ın İran tarafında durmaktan öte savaşın çıkmaması yönünde bir tutum içinde olduğunu, savaşın yaşanması durumunda ise tarafsızlık statüsü içinde görülme çabası verdiğini söylemek mümkündür." denildi.
Türkiye-Katar ilişkilerine de dikkat çekilen değerlendirmede, Aralık 2014’te her iki ülke arasında "Yüksek Stratejik Komitesi" oluşturularak eğitim, sağlık, maliye, kültür, gümrük ve tarım gibi alanlarda birçok anlaşma imzalandığı, Katar’ın Türkiye’de 20 milyar dolarlık yatırımı olduğu, ayrıca Katar’dan Türkiye’ye boru hattı ile doğalgaz tedariki projesi gibi, enerji jeopolitiğini doğrudan etkileyecek projeler de bulunduğunun belirtildiği değerlendirmede, Türkiye'nin kriz sonraki tavrına dikkat çekilerek, "15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’ye ilk destek veren ülkelerden birisi Katar olmuştur. Türkiye’nin Katar’da askeri üssü bulunmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Katar’a Türkiye askerlerinin gönderilmesine dair kanun tezkeresi, TBMM Genel Kurul gündeminde öne çekilerek kabul edilmiş ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanmıştır. Türkiye’nin bu hamlesi Katar tarafından olumlu karşılanmıştır. Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman el-Sani 'Türkiye'ye ait birliklerin gelmesi tüm bölgenin güvenliği için önemli.' açıklamasında bulunmuştur." denildi.
15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinin, İslâm dünyasının genelinde coşkuyla karşılandığı, ancak BAE ve Mısır gibi bazı Körfez-Arap ülkelerinin bu durumdan rahatsız olduğunun belirtildiği değerlendirmede, şu tespite yer verildi:
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da konuşmasında Türkiye’nin bundan haberdar olduğunu belirtmiş, ablukanın, ABD’nin talep ettiği gibi hafifletilmesini değil, bir an önce ve 'tamamen' kaldırılmasını istemiştir. Darbe girişiminde Katar ile diğer Körfez-Arap ülkeleri arasında yaşanan görüş ayrılıkları ve Türkiye’nin meseleyi 15 Temmuz’dan ele alması, son yaşananların Türkiye açısından, darbe girişiminin devamı şeklinde algılandığı izlenimini uyandırmaktadır."
Katar sonrası kendisinin hedef alınacağını gören Türkiye'nin krize ilişkin hızlı refleks gösterdiğinin belirtildiği değerlendirmede, şu ifadelere yer verildi:
"Türkiye’nin İhvân ve HAMAS ile yakın ilişkileri bilinmektedir. Katar üzerinden başlatılan operasyonun tutması ve Katar’ın direncini yitirmesi durumunda Türkiye’ye de etki etmesi kaçınılmazdır. Bunun farkında olan Türkiye, güçlü bir refleksle asker gönderme kararını öne çekmiş, böylelikle Katar’a psikolojik destek sağlamıştır. Katar’ın hedef olarak seçilmesi ve İhvân ile İran üzerinden suçlanması, kimi tutarsızlıkları bünyesinde barındırsa da birçok aktörün farklı çıkarlarının kesişim noktasındadır. İlk olarak, bu operasyonun başarılı olması durumunda Körfez’de ABD güdümündeki ülkelerin eli güçlenecek, bu durum bütün bölgeyi ilgilendiren sonuçlara yol açacaktır."
ABD'nin İslam coğrafyasındaki hedeflerine işaret edilen değerlendirmede, "Arap ülkelerinin en büyük ordusuna sahip Mısır, mukaddes toprakları hâkimiyetinde bulunduran Suudi ve güçlü bir ekonomiye sahip BAE’yi bir araya getirerek bölgede göz ardı edilemeyecek bir blok oluşturmuştur. Bu bloktan yararlanarak önümüzdeki dönemde Türkiye ve İran’ın etki alanını daraltmayı, kontrolüne geçen PYD gibi oluşumlar üzerinden etki sahasını genişletmeyi hedefleyecektir. Suudi Arabistan’ın, ABD’nin yönlendirmesiyle, İran, Irak ve Türkiye’de yaşayan Kürtlere yönelik bir çaba içerisine girmesi, bu üç ülkeyi de etkileyecek sonuçlar oluşturabilir. Amerika ile çalışan PKK’nın Suudi Arabistan’dan da maddi destek alması, Türkiye’yi zora sokacak, istikrarı bozucu etki oluşturacaktır." diye belirtildi.
Türkiye'nin uzun bir zamandır, güvenliğinin sınırları ötesinde başladığını fark ettiğini ve adımlarını da bu yönde attığının belirtildiği SDAM analizinin sonuç ve değerlendirme kısmında, "Krizin ilk anlarından itibaren taraflara diyalog çağrısında bulunsa da Katar’ın yanında yer almakta tereddüt etmemiştir. Krizin Katar fazla yıpranmadan çözülmesi durumunda, bundan en çok kazanç sağlayacak ülkelerden birisi kuşkusuz Türkiye olacaktır. Körfez’in stratejik bir noktasında, 'meşru askerî güç' konumuna gelecektir ve bölgesel meselelerde söz söyleme salahiyeti artacaktır. Bununla birlikte, İhvân-ı Müslimîn ve HAMAS gibi hareketler rahat bir nefes alma imkânına kavuşacaktır. Ayrıca, Katar Krizinin sonucu ne olursa olsun 2015’in sonunda gündeme gelen 'İslâm Ordusu' projesi rafa kalkmıştır. Suudi Arabistan’ın ABD desteğiyle oluşturduğu bu blokla, 'İslam Ordusu' adı altında bir oluşumun sürmesi imkânsızlaşmıştır, böyle bir oluşum ancak Mısır-Suudi ağırlıklı bir 'Arap Ordusu' olarak varlık bulabilecektir." tespitlerine yer verildi