Gerçi, ‘15 Temmuz darbe hıyaneti’ne teşebbüs eden ordu, polis veya yargı mensubu kimseler ve hele de darbeye karşı ‘Allah’u Ekber!’ diyerek direnmeye çalışan halk kitlelerinin üzerine savaş uçağı, helikopter ve tank kullanarak, bombalar atarak, ateş açarak yüzlerce sivil insanı katleden kaatiller güruhu hakkında Ceza Muhakemeleri Usûlü’ndeki ‘Cürm-ü meşhud/ Suçüstü’ uygulamasına başvurulmamasını eleştirenlerden birisi de bu satırların sahibi.. Çünkü, delilleri bu kadar apaçık ortada iken, 15 Temmuz’da sergilenen hıyanetin üzerinden 7 ay geçiyor ve çoğu dosyalar hâlâ delil toplama ve iddianâme hazırlığı merhalesinde..
Doğrudur, adalet adına zulüm yapılırsa, bunun toplum vicdanında meydana getireceği tahrip, son derecede ağırdır. Ama geciken adâlet de adâlet değildir.
Tabiatiyle 15 Temmuz’daki hıyanetle ilgili yargılamalarda meydana gelen bu gecikmede binlerce yargı mensubuna F.G'nin hıyanetine âlet olmak suçlamasından işten el çektirilmiş olması etkili oldu. Nitekim resmen açıklanan rakamlara göre 12 bin civarındaki hâkim ve savcılar arasından 3 bin 900 kadarı, F.G. hıyanet hareketine mensubiyet gerekçesiyle meslekten atılmış bulunuyorlar. Ki, bu ‘temizlik’ olmasaydı, belki bu sorgulama-yargılama faslı daha bir tavsıyacak, sulandırılacaktı. Ama, bugünkü gecikmeler de kasıtlı tavsatmalara bile dönüşebiliyor ve toplumda darbecilere karşı 6 ay önce var olan tepki bugün neredeyse sönmeye yüz tutmuş bulunuyor.
***
Asıl ilginç olan, o alçakça darbe hıyanetine karışan binlerce darbeci içinden birkaç istisnasıyla hiç kimsenin suçunu kabul etmemesi.. Herkes mâsum, suçsuz..
Ancak bir darbeci albay geçenlerde yargılanırken, ‘Evet, darbe yapılmakta olduğunu görünce hemen katıldım. Çünkü, her albayın general olma hayali vardır..’ demiş; velev ki, ‘şecaat arz edeyim derken, sirkatini / çaldıklarınısöyleyen mert hırsız’ misali, ilginç bir makam ve gücetaparlık itirafında bulundu. Bu sefil mantık, yazık ki, rütbelere tapanlar arasında az değildir.
***
Şimdi, 20 Şubat günü yapılan yargılamalar sırasında da yeni şecaat arzedişler sergilendi.
Nitekim,15 Temmuz Darbe Hıyaneti’ne katılan sanıklardaneski Binbaşı Şükrü Seymen, diğerleri gibi lafı eveleyip gevelemeden,‘Ben darbe yaptım, verilen emri yerine getirdim. Oturup çocuk gibi ağlayacak değilim. Cezası idâm da olsa canım acımaz. İntihar olmayacağını bilsem, sandalyeye tekmeyi kendim vururum..’ demiş.. Çoğu sanıklar gibi kendisinin de TSK’daki emir-komuta zinciri içinde hareket ettiğini iddia eden Seymen,14 Temmuz'da Semih Terzi'nin kendisini telefonla arayarak, ‘12 kişilik bir tim hazırlaması’nı ve General Gökhan Sönmezateş ile irtibat kurmasını istediğini belirterek, 'Görevin içeriğiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmadı. Özel Kuvvetler olarak verilen emirleri sorgulamayız. Semih Paşa teğmenliğimden beri tanıdığım kahraman bir komutandı’ diye konuşmuş..
Sanık eski Binb. Şükrü Seymen şöyle demiş:
‘Ben hangi planlamaya iştirak etmişim? Benim bildiğim tek şey iyi bir asker olduğum için itaat etmek, emri yerine getirmek. Burada emir sadece yazılı verilmez.’
Halbuki bunu söyleyen darbeci subayla General S. Terzi arasında bir emir-komuta ilişkisi de yok.. Ama binbaşılık rütbesine kadar gelmiş bir kişi, üstelik de Suriye sınırındaki Hudut Güvenlik Komutanı olan ve ‘15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nin asıl beyni olduğu anlaşılıp o gece Asb. Ömer Halisdemir tarafından öldürülen Semih Terzi isimli generalin kendisine verdiği emrin, ‘emir-komuta zenciri’ içinde olduğunu iddia edebiliyor.
***
Bir diğer darbeci subay, ‘Kenan Evren ve Alpaslan Türkeş niçin ve nasıl yaptıysa ben de aynı maksatla yaptım..’ demiş.. Kendi zorba mantığına göre haklı.. Bu darbeci subay, anlaşılıyor ki, TSK. İç Hizmet Kanunu’ndan birkaç yıl önce kaldırılabilen ve bütün darbelere dayanak olan ‘35. Madde’nin hâlâ yürürlükte olduğunu sanıyor..
Bu darbeci zihniyet tarihin çöplüğüne gömülmedikçe karşımıza her zaman çıkabilecektir.
stargazete