İktidara yakın gazete manşetin üstünden veriyor: “Bıçak sırtı şehirler”
Sonra bu şehirleri sayıyor: İstanbul, Ankara, Adana, Eskişehir, Antalya, Balıkesir, Denizli, Mersin, Hatay, Yalova. Tam 10 şehir.
Bu şehirlerden bir kısmı halen Cumhur İttifakı’nın (Ak parti ve MHP) elinde, bir kısmı da Millet İttifakı’nın CHP-İyi Parti). Bir kısmı Cumhur İttifakı’nın elinden çıkabilir, bazısı da Millet İttifakı’nın. Onun için “bıçak sırtı” oluyor.
“Bıçak sırtı” durumu, bir tek oyun bile önem kazanması anlamına geliyor.
Bir tek oy önemli ise, onu kaçırmamak ya da kazanmak hayati değerde, demek.
Bu da kaçırmamayı veya kazanmayı sağlayacak eylemleri – söylemleri hayati hale getiriyor.
Bu da kampanya stratejileri demek.
Şunun şurasında seçime birkaç gün kaldı, stratejiler adına söylenecek şeyler ne anlam taşır ki, diye sorulabilecek noktadayız. Ben de biraz seçim sonrasında olacakları hatırlatarak şu ana ışık tutmak istiyorum.
İktidar cenahının kaygılı olduğu açık. İstanbul ve Ankara bile “bıçak sırtı şehirler”arasında sayılıyorsa kaygılı olmak da tabii.
***
Şöyle bir soru sorulabilir:
-İktidar cenahı (Cumhur İttifakı) sandıklar açıldıktan sonra kendi içinde seçimi kaybettiği gibi bir kanaate ulaşırsa, kaçınılmaz olarak sorulacak olan “Nerede hata yaptık?” sorusuna ne tür cevaplar verecektir?
Aslında seçimden sonra böyle bir soruyu sormamak için, taa başında kampanya stratejisi belirlenirken, “Asla hata yapmamalıyız” gibi bir hassasiyetle yola çıkılması gerekir. O safha geçilmiş ve sandık şafağı görülmüştür. Buna rağmen ben, seçim sonrasında nelerin konuşulacağını maddeleştirmenin bugün bile yararlı olacağını düşünüyorum:
-En stratejik tercih seçimin yerel – genel platforma taşınması noktasında olmuştur. Bu noktada Cumhurbaşkanı ile yerel adaylar (Binali Yıldırım, Mehmet Özhaseki, Nihat Zeybekçi, Menderes Türel) arasında bir strateji farklılaşması gözlenmiştir. Ve Cumhurbaşkanı’nın baskın söylemi, hem “Seçim yerelde kalsın” yaklaşımını arka planda bırakmış, hem de yerel adayların kendi kişilik dozlarıyla halkla iletişimini etkilemiştir. Bu tartışılacaktır. Mesela Binali Yıldırım’ın “İstanbul’u konuşalım” ısrarı genel akışın gölgesinde kalmıştır.
-Konsolidasyon çabasının karşı tarafı da konsolide edip etmediği tartışılacaktır. Daha önce bu konuyu “Karşı tarafın konsolidasyonu” başlıklı yazımla değerlendirmiştim. (14 mart 2019, Karar)
-Cumhurbaşkanı’nın, Cumhurbaşkanı hüviyetiyle seçim kampanyası yürütmesinin, bunun her gün medyanın hemen tüm kanallarında verilmesinin seçime artı-eksi etkisi tartışılacaktır.
-Yerel seçimleri “Beka sorunu” olarak takdim etmenin artısı- eksisi tartışılacaktır. Seçmen, “iktidarın beka sorunu” ile “Ülkenin beka sorunu” arasında nasıl bir değerlendirme yaptı, sorusu, herhalde yaşanan sürecin en önemli sorularındandır.
-İktidara yakın yazılı – görsel medyanın yargılayıcı dilinin seçime artı-eksi etkisi tartışılacaktır.
-Seçim sonrasında Yargı’nın muhalif adayları – liderleri hedef alacağına dair en tepeden gelen söylemler tartışılacaktır.
-HDP oylarının kime gideceği, gitmesi gerektiğine dair söylemlerin karmaşıklığının seçime etkisi tartışılacaktır. Kürtleri dışlıyor gözükmemek, zaman zaman HDP oylarına talip olmak, ama zaman zaman da HDP’ye dokunmanın terörle iş birliği demek olduğu gibi söylemlere yönelmek, Kürt oyları ile ilgili doğru strateji uygulanıp uygulanmadığı noktasında tartışılacaktır.
-Özellikle Ak Parti cenahında MHP ile ittifakın artısı – eksisi tartışılacaktır. MHP tabanını İttifak’a konsolide etmek için, en üst seviyede siyasi söylemin MHP’lileşip MHP’lileşmediği tartışılacaktır.
-Başlı başına İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun üslubu, bunun yanında, geçmişte muhafazakar insanlar dahil herkes için oluşturulan fişlemelerin istihbarat arşivlerinden çıkarılarak yargısız infaz niteliğinde rakipleri vurmak için kullanılması ilkesel planda tartışılacaktır.
-Seçimi kaybetme kaygısıyla dini söylemlerin ulu orta seçim malzemesi olarak kullanılması, insanların dine saygısını yaralama boyutundan ayrı olarak, bizzat dindar muhitlerde yadırganabileceği ihtimali yüzünden tartışma konusu olacaktır.
-İktidara yakın medyada sürdürülen “muhafazakar muhalif” söyleminin, bizatihi Ak Parti içinde bir ayrışmayı körükleyip körüklemediği tartışılacaktır.
***
Son olarak seçime üç gün kala ne yapılabilir, diye bir soru sormak mümkün.
Bu seçim iktidarı değiştirmeyecek, ancak iktidarın kendisine oy vermeyen vatandaşlarla da ilişkilerinin iyi olması ülke için iyi olur. Onun için benim geçmişte bir yazım vardı: “Balkon dilini öne çekmek” başlığı ile. (14 şubat 2017, Star) Bir zahmet bulunup okunursa faydalı olur, derim.