Bu işin böyle olacağı belli idi. Birileri duymak istemedi, görmek istemedi. Söylemeye kalkanların üzerine gittiler. Kamuoyu araştırma sonuçları bile makyajlanarak sunuldu, yeniden gözden geçirilerek yayınlandı.
CHP’nin başarısını; AK Parti içindeki AKP Mediası, aynı zihniyetin yönlendirdiği troller, AK Parti’ye “Aşk ve sevda” şarkıları söyleyen, “Biz yaptık, yine yaparız havasında”, başarıyı kendi elinde gören, “göklerin hazinesinin anahtarı kendi ellerindeymiş gibi” davranan “Bel’am karakterli” siyaset “Kazanova”ları, “kibir küpleri”, “şöhret budalaları”, kollarındaki saat kadar bile değerleri olmayan, “ayaklarını yere vurarak yürüyen”, “marka bağımlısı” zenginlik gösterisi yaparak hava atan, beyni ve yüreği yoksul, “giydirilmiş odun kılıklı” bürokrat ve işadamları, israf içinde yüzen “yeşil sosyete”, “yeşil sermaye”, “yeşil feministler” sağladı. Bir yenilgi varsa, bunun sebebi araştırılmalı. Sorumlusu bulunmalı, yapanın yanına kâr kalmamalı ve müeyyide uygulamalı. Yoksa bu gidişin sonu ANAP’ın sonu gibi olur!
Aslında CHP de kazanmadı. Oportünizm kazandı. CHP içindeki sağa kayanlarla, AK Parti içindeki sola kayanlar buluştu ve bu sonuç ortaya çıktı. Ankara’da CHP mi kazandı?! İstanbul’da İmam Hatipli gitti, Kur’an kurslu geldi. Zaten bugün İmam Hatiplerin geldiği nokta da ortada. Binalar güzel ama içi boş. İmamoğlu AK Parti saflarında siyaset yapsa, bugünkü hali itibarı ile kimse farkı fark edemez. İmamoğlu’nu tehdit, tehlike olarak görüyorsanız, kendi içinize bakın, İmamoğlu’ndan daha tehlikeli bir sürü adam var AKP saflarında! Bir ilçenizin belediye meclisinde, düzenli namaz kılan bir kişi var ya hu! İlçe yönetiminiz de öyle. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Partinin üst yönetimindeki bazı kişilerin yurtdışında eğitim görmüş, yüksek lisans yapmış çocukları Amentü’den habersiz, Siyer ve Kelam nedir, adını bile duymamış! Yakında “Ahlak da nereden çıktı” diyecekler. Değerler eğitimi var ya, onu da NLP’ciler veriyor. Carnegie’nin “Söz söyleme ve iş başarma sanatı” gibi bir şey o da! Belediyelerdeki “Cultur etkinlikleri” dedikleri şeyler de zaten büyük ölçüde o yöne kaymıştı! Bir “Karadeniz rüzgarı” vardı, “Trabzonspor” kazandı. AK Parti üyesi “Trabzonlu”lar, “Erzincanlı”ya değil kendi hemşehrilerine oy verdiler. Sonuç bu. Belediyelerin Kültür, Sanat, Spor… Devletin eğitim politikalarının ürettiği genç nüfusun tercihi işte böyle.
Bir de bunun üstüne Cemaatçilik, Cemaat rekabetini eklediniz, hemşehricilik üst üste gelince bu sonuç kaçınılmaz oldu. Eleştiren dostlar uzaklaştırıldı, yalaka Media, STK ve Sermaye sahipleri çevreyi sarınca bu sonuç mukadder oldu. Vitrindekiler, ekran yüzü, işportacı mantığı ile yapılan siyaset pazarlaması, reklam ajanslarının ürettiği sloganlar ve söylemle siyasetin sonu bu.
Siz gelip konuşup gidiyordunuz, salonlarda da siz gittikten sonra insanlar, Yıldırım’ın çocukları, Soylu ile Damat kavgasını konuşuyordu. Aile ve gençlerin geleceği konuşuluyordu. Otoparkın 1 saat ücretsiz oluşu ya da gençlere bedava internet halkın kafasında nasıl tercüme diliyordu farkında mısınız. Gelip konuştuktan sonra geride kalanların bu sözlerden ne anladığı ve nasıl bir tepki verdiklerini merak eden kimse olmadı. Ala-yı vala ile geldiler ve geldikleri gibi de gittiler. Elleri ayakları boş değildi ama aslında yaptıkları bir iş de yoktu.. Halkın kafasındaki suali mukadderlere cevap veren yoktu. Rüşvet, yolsuzluk, torpil, ehliyet ve liyakat, neredeyse kimse ağzına bile almadı bunları.
Bakın Ak Parti birçok alanda çok güzel işler yaptı. Devrim nitelikte işler de yaptı. Siyasetin çıtasını çok yükseltti, ama sonunda gelinen nokta bu!
Adalet, Aile, Gençlik konularında ciddi sorunlar yaşanıyor. Eğitim, tarım da öyle. Sağlığın sürdürülebilirliği tartışmalı. Dış politika ve ekonomi ile ilgili kaygılar giderek artıyor. “Beka” tartışması yanlıştı. “Bizim Rabia”nın akılda kalan, şuuraltındaki tortusu “bölünme korkusu”nu besledi, yanlıştı. Siyasetin dili çok sertti. Bu insanları korkuttu.
İnsanları kazanmayı esas almalıydık. Ama kaçırdık, sonuç ortada! Bu, bir “Güç zehirlenmesi” yaşanıldığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Son Kürt tartışması, Öcalan’ın ekrana çıkarılması, Rum / Pontus tartışması, VIP tartışması yanlıştı. Bazan evdeki hesaplar çarşıya uymaz ve keskin sirke küpüne zarar verir.
Şimdi CHP bunu bir referandum sonucu gibi takdim edecek. AK Parti’ye saldıracak. CHP dışarıda kendine bir kavga zemini üretemezse, kavgayı kendi içinde verecek. İmamoğlu - Kılıçdaroğlu kavgası yaşanacak. Bu anlamda AK Parti’nin yeni bir kavga zemini oluşturmaması gerek. İlk mesajlar bu yönde. Artık bir an evvel şu kabine değişikliği, parti teşkilat ve üst yönetimi ile bürokrasisine bir el atması gerek. Geç kalındı. Media ve STK ile ilişkilerini yeniden düzenlemeli. Eski dostları ile kucaklaşmalı, bilgi vermeli ve bilgi almalı. Ehliyet ve liyakat önemli. Yolsuzlukların üzerine gidilmeli.
Bakın, bu seçimde, 25 ilçeden sadece 11 ilçede AK Parti CHP’nin önünde. Yani eğer ilçe seçimleri de yenilenseymiş, bu sonuca göre elde 11 ilçe kalacakmış. Anadolu yakasında 3 ilçe kalıyor, Ümraniye, Pendik ve Sultanbeyli. Avrupa’da Sultangazi, Esenler, Gaziosmanpaşa, Arnavutköy, Bağcılar, Başakşehir, Güngören ve Kağıthane. Düşünsenize, Üsküdar, Fatih ve Eyyüb de bile kaybetmişsiniz.. %70’den fazla oy alan ilçeler olarak CHP Bakırköy’de %79, Beşiktaş’da %83, Adalar’da %70, Kadıköy’de %81, Şişli’de %73, Kadıköy’de %81. AK Parti’nin İstanbul’da %70 oy aldığı tek bir ilçe yok! %65 Sultanbeyli, %60 Arnavutköy. Sadece 2 ilçe. %50’nin üzerindekiler: Bağcılar, Başakşehir, G. Osmanpaşa, Kağıthane, Pendik, Sultagazi, Ümraniye, Güngören. O kadar. Bakın Üsküdar’da oyumuz %48’den 44’e düşmüş. Fatih’te %53’ten 49’a. Eyyüp’de %49’dan 45’e.
AK Parti’nin bu seçimde en fazla oy aldığı Sultanbeyli’de oyumuz %66’dan 65’e düşmüş. Arnavutköy’de %62’den 60’a gerilemişiz. Hiçbir ilçede oyumuz artmamış, %2 ile %5 arasında kayıp var ilçelerde. Bu kadar büyük farkla kaybedileceği nasıl görülemez. Bu gidişatı görüp uyarmak isteyenler susturuldu, dışlandı. Görmek istemeyenden daha kör kim olabilir.. Etraf yalakalarla kuşatılınca reise ulaşmak imkansız hale geldi, ikaz edenlerin hain ilan edilmedikleri kaldı. Bir hayal dünyasında geldiler, gittiler. Son günlerde “acı gerçek” hissedilmeye başladı ise de çok geç kaldılar. Kalabalıktılar, ama “başaksız ekin tarlaları” gibi idiler. Ruhsuz bir kampanya ile bereketsiz bir hasad mevsiminde gerçeklerle karşı karşıya kalınca suratlar asıldı. Şimdi bu acı eleştirileri dinlemek zorundasınız. Başkalarını suçlamak yerine, “Biz nerede yanlış yaptık” sorusunu sormanız gerek.
Kim bilir, belki de bu “şok” uyanışımıza vesile olur. “Bir uçurumun kenarından geri döneriz.” Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Şimdi ilk yapmamız gereken şey Allah’ın yardımının bize ulaşmasını engelleyen iş, söz ve adamlardan arınmaktır. Tevbe etmemiz gerek. Kendimizi değiştirmemiz gerek. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
Dünyanın sonu değil, Henüz, çok geç değil. Belki de böyle bir derse ihtiyacımız vardı. Bir musibet, bin nasihattan evladır zira. Ye’s yok. Ümitsizlik, korku, panik yok!
Hak şerleri hayreyler. Sen sanma ki gayreyler. Şöyle diyebiliyor musunuz, O, bizi sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden bulacak. O, bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek bizi imtihan edendir.
Bakın bu durumda birtakım menfaatperestler, geldikleri gibi sessizce gideceklerdir, hatta yeni dostlar edindiklerinde size ihanet de edecekler. Birileri bu durumu fırsat bilip daha çok üstümüze gelecek. FETÖ’cüler, PKK’lılar, İsrailli, Amerikalı, Avrupalı “İslam düşmanları” bu durumu fırsat bilecek. Dostlarımız üzülecekler. Sabırlı olalım. Allah’ın muttaki kullarına kimse zarar veremez. Mekeralluhu!
Şimdi Kuyu’daki Yusuf’un başına gelenleri hatırlama zamanıdır.
Övünmeyi ve dövünmeyi bırakıp, önümüze bakalım.
Vakit çok geç olmadan, hemen şimdi, yapacak o kadar çok işimiz var ki!
Selâm ve dua ile.