Seçme zorunda kalmak

Merve Kavakçı

Modern zamanların haklar diskurunun batı çıkışlı tezahürü özde aynı şeyi ifade etse de retorik açısından Avrupa ve Amerika arasında farklılık arzeder. Burada haklar paradigmasından modern zamanlara hapsederek bahsediyorum, çünkü dikkate getirmek istediğim alan burada mündemiç, yoksa İslam toplumlarında haklar diskurunun batı modernitesinin esamesi dahi okunmadığı yüzyıllarda geliştirilmiş olduğu ve bunun vahiy kaynaklı olduğunu görmezlikten gelmiyorum. Sadece gözlerimizi tartışmanın bir başka cephesine döndürmek maksadım...

Avrupa retoriğinde insan hakları olarak anılan alanın insan hakları evrensel beyannamesi ile somutlaştığını görüyoruz. Avrupa geleneğinden gelen Türkiye için de yine bu ana başlık altında haklar tartışması şekillenir. Amerikan siyasi kültürü ise bunu iki ayrı kategoride ele almayı tercih etmiştir. Daha doğrusu buradaki siyasi kültür gereği ve sonucu olarak haklar diskuru iki ana başlık altında kendini gösterir. Bu iki alanın toplamı, okyanusun doğusundaki yani Avrupa’daki diskura karşılık gelir. Avrupa’daki insan hakları, ABD’deki sivil özgürlükler ve insan haklarının tamamına tekabül eder.

Peki, siyasi kültürün bir gereği olmanın ötesindeki bu tarihsel bir sürecin açıklayıcılığı anlamına gelir, bunun ötesinde ABD’de haklar tartışmasının iki ana başlık altında incelenmesinin ne gibi bir getirisi, hikmeti olabilir? Külliyen haklar deyip geçmektense alanı sınıflandırmalarla değerlendirmek ayrıntılara önem vermek anlamına da gelebilir mi?..

İnsanın yaşama, barınma, güvenlik, okuma, yazma, çizme vesaire vesaire talep ve haklarını bir bütün halinde ele aldığımızda farklı talep ve beraberinde gelen hakların arasındaki nüansları da kaçırma ihtimalimiz artabilir. Bu nedenledir ki sanırım, kuruluşu ve çıkış noktası itibariyle haklar diskuruna önem veren ataların izinde giderek Amerikan sistemi hakları sınıflandırmayı tercih etmiştir.

Buna göre haklar ve haklar vardır. İnsanın insan olmasından kaynaklanan ve bilumum hayatta kalabilmesi için gerekli talep ve hakları vardır ki biz bunlara insan hakları diyoruz, bir de bunun dışında hayatını “iyi” ki bu da göreceli bir kavramdır, şekilde idame ettirebilmesi, bir başka deyişle hayat standardını belli bir “kalite” ve düzeyde tutabilmesi için gerekli hürriyetleri vardır, bunlara da sivil hürriyetler diyoruz.

Kabaca ve yüzeysel olarak yaptığımız bu kategorizasyona göre mesela, yasama ve su bulma hakkı birinci kategoriye girer yani insanın varlığını sürdürebilmesi için olması gereken minimum ihtiyaçlardır bunlar. Oysa eğitim alma özgürlüğü ve ifade özgürlüğü kadar itiraz etme özgürlüğü veya ekonomik özgürlük insanın hayat kalitesini artırması için gerekli haklardandır.

Birinciler varlığını idamesi için gerekli addedilen olmazsa olmazlardır, ikinciler de hayatı hayat yapan, anlamlandıran öğelerdir. Birinciler olmadan ikincilerin hiç bir manası olmaz, zira birinciler yoksa zaten insan da var olamaz. Okula gidip eğitim alabilmesi için insanın öncelikle hayatta ve varlığını sürdürebilir sağlıkta olması şarttır. Sadece birinci gruptaki hakların olması ise insanı insan kılan diğer hürriyetlerden mahrum kaldığı anlamına gelir ki o zaman hayat yaşamaya değer bir şey olur mu... veya hayat hayat mı olur?..

Kuşu altın kafese koymuşlar, ötme demişler hikâyesi de bir miktar bunu anlatıyor sanırım...

Haklara bütünsellik içinde bakmak kadar sınıflandırarak bakmanın da faydası var, günün sonunda hepimiz tamamını istiyoruz.

yeniakit