Şehadet ve ölüm sevicilik

Ali Bulaç

Temel bir prensiptir: "Savaş istenmez, ama gelince sabredilir". Savaştan kaçmak büyük günahlardan biridir. Bir Müslüman'a iki haslet yakışmaz: Korkaklık ve cimrilik.

Savaşa katılan bir insanı bekleyen muhtemel iki sonuçtan biri şehadet, diğeri gaziliktir. Her ikisi de güzeldir, buna "iki güzellik" denir. (9/Tevbe, 52) "Şehadet", kişinin dini, canı, namusu, toprağı ve malı uğruna savaşırken hayatını kaybetmesidir ki, Allah katında büyük mertebelerden biridir. Bunun değerini bilen Müslümanlar şehitlere imrenirler; çünkü şehitler "ölü" sayılmazlar, biz bunun farkında değilsek bile "diridirler" (2/Bakara, 154), Allah katında rızıklanmaktadırlar. (3/Âl-i İmran, 169)

Şehadet, "ölüm sevicilik" değildir. Ahiret inancının zayıfladığı modern kültürde "ölüm sevicilik" bir hastalıktır. Şehadetin bununla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Müslümanlar da hiç kuşkusuz hayatı sever. Yaşama sevinci bizim önemli motivasyonlarımızdan biridir. Bayramlar bu sevincin göstergeleridir. Hayat bize verilmiş bir emanettir, onu güzel, anlamına uygun ve yoğun olarak yaşamalı. Dünyada sayısız güzellik, zevk ve nimet vardır. Bunlar mü'minlere yasak kılınmamıştır. Yemekten cinselliğe, giyimden seyahate, eğlenceden müziğe kadar... Müslümanlardan istenen hayatın meşru çerçevede yürütülmesidir. Meşru çerçeve, yani kelimenin etimolojik kökünün de işaret ettiği üzere Kur'an'ın ve Sünnet'in ana hükümlerine uygunluk ölçüsü. "Meşru" ve "şeriat" aynı kökten (Şe-re-a) gelirler.

Zevkler geçicidir, dünya fanidir ve insan ölümlüdür. Bu bizim büyük gerçeğimizdir. Allah'a ve ahirete inanan da inanmayan da ölecek ve hiç şüphesiz yapıp ettiklerinin hesabını vermek üzere Büyük Gün'de Rabb'inin huzuruna çıkacaktır. Müslümanlar o Büyük Gün'de çıkacakları "Huzur"a "hazır" olmak üzere bu dünyada "hazırlanır"lar; bu, dünya ve ahiretteki hakiki "huzur"larının teminatıdır.

Mademki zevkler geçici, dünya fani ve insan ölümlüdür, bu durumda zevklerin tükenmediği, hayatın bekasını koruduğu ebedi âleme talip olmalı. Akıllı insanın işi budur. Bu yüzden dünya hayatı terk edilmez; ama her şeyi buna sığdırma gafletinden uzak durulur. Yani bu dünya hayatını seven Müslümanlar ebedi hayatı da sever ve hatta daha çok değer verir. Doğru olan "dünya ve ahiretteki güzellikler"i istemektir. (2/Bakara, 201) Bu bakış açısı ve telakkinin gündelik işlerimize, yapıp ettiklerimize derinden etkisi vardır. Savaşlarda neticeyi tayin eden "görünmez faktörler"den biri budur.

Bunu İslam'ın büyük komutanlarından Halid bin Velid veciz bir şekilde ifade etmiştir. Düşman ordusuna gönderdiği haberde şöyle demiştir: "Andolsun, üzerinize öyle bir ordu ile gelirim ki, sizin hayatı istediğiniz kadar onlar ölmeyi isterler." Halid "ölüm sevicilik"i değil, ebedi mutluluğu vaat eden "ölme isteği"ne işaret etmiştir ki, bunun diğer adı "Şehadet mertebesi"ne nail olmaktır. Bu, tarih boyunca Müslümanların dinleri, canları, yurtları ve malları uğruna giriştikleri bütün meşru savaşlarda belirleyici olmuştur. Sömürgeciliğe karşı verilen savaşta, İngiliz valisi, Londra'ya gönderdiği bir mektubunda Müslümanların ölümden korkmayışlarını şu cümle ile özetlemiştir: "Namlunun ucunda cennet bahçelerini gören bir orduya karşı ne yapabilirim!" İçinde Allah rızası, ahiret arzusu ve kutsallık duygusu olmayan hiçbir gaye, onun uğrunda ölen kişiyi "şehadet mertebesi"ne yükseltmez. Her toprağı savunmayı anlamlı ve gerekli kılan "bir kutsal" vardır, bu toprakların bağımsızlığını ve üzerinde yaşayanların özgürlüğünü garanti eden kutsal, ifadesini İslam'da bulmuştur.

Materyalist, ateist, agnostik veya aldırışsız insanlar, bunun anlam derinliğini kavrayamazlar ve hele kendi tarihlerinin bilgi ve irfan mirasının cahilleri ise "namlunun ucunda cennet bahçelerini gören" veya "ölmeyi hayattan daha çok isteyen" insanları ruhsal davranış bozuklukları içinde görürler. Tanrı ile bağlarını koparmış modern dünyanın ürettiği bilimsel disiplinlerde bunu destekleyici malzeme bulmak hiç zor değil. Dinini ciddiye alan bir Müslüman ölümden korkmaz, sadece yapıp ettiklerinin kendisini neyle karşı karşıya bırakacağının hesabını yapar ve o Büyük Gün'den korkar. Herkes kendi inancına, dinine ve dünya görüşüne göre yaşar ve ölür. Hepimizin dönüşü Allah'adır.

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Acar Medya Nifak Çetesini İfşa Etti (VİDEO)
Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine