Mustafa Çamran, 1932 yılında Tahran’da dünyaya geldi. Daha küçük yaşlarda, küçük bir dükkan ile sekiz kişilik ailesini geçindirmeye çalışan babasına yardımcı olmaya başladı. 7 yaşında iken ilkokula başladı. Okul dönemi boyunca babasından harçlık almayan Çamran’ın, böylelikle fakir ve kimsesizlerin dert ve sıkıntılarını paylaşma duygusu iyi gelişmişti.
15 yaşlarında iken okul eğitiminin yanında camiye giderek Ayetullah Talagani’nin yanında tefsir dersleri aldı. Kur’an ve tefsir derslerine düzenli katılan Çamran, zamanının büyük çoğunluğunu fikir ve düşünceye ayırıyordu.
Ortaöğrenimi sırasında İslami mücadele ile tanışmıştır. Lise eğitimini de aldıktan sonra Tahran Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girmiş ve İslami mücadelesini Müslüman Öğrenci liderliğine yükselerek sürdürmüştür. 1950’li yılların İranında, İngiliz emperyalizmine karşı Müslüman âlimlerin önderliğinde başlatılan petrolün millileştirilmesi mücadelesinde, Öğrenci Derneği lideri olarak ön saflarda yer almış ve önemli roller oynamıştır. Şah ve emperyalizm aleyhine birçok gösteri, miting ve benzeri eylemler örgütlemiş ve üniversite gençliği içerisinde saygın bir lider olarak tanınmıştır.
Bu dönemlerde okul eğitimi yanında siyasi ortamdan da uzak kalmamış olan Çamran, felsefe, din ve içtimai konularda da okumalar yaparak kendini geliştirmiştir. Çamran, fen ve matematik alanlarında çok başarılıydı. Öyle ki fen fakültesini birincilikle bitirmişti. Bu derecesi neticesinde Amerika’da burslu okuyabilme imkânı kazanmıştı. Amerika’ya giderek Elektro-Fizik alanında doktorasına başladı. ABD’deki Müslüman öğrencilerin örgütlenmesinde aktif bir rol aldı ve Müslüman Öğrenciler birliğini kurarak İslami çalışmalara öncülük etti. Ancak bir süre sonra bu çalışmaları nedeniyle bursu kesildi ve üniversitede araştırma ve tahkikler yaparak geçimini sağlamaya başladı.
Amerika’daki eğitimi sırasında çeşitli projeler geliştirerek büyük radarların geliştirilmesinde çalıştı. Bu çalışmaları nedeniyle tanınan bir isim oldu ve servet elde edebilecek mevkiye geldi. Ancak onun gündeminde dünya yoktu. Daha sonra İran’a dönerek kanlı bir katliam ile bastırılan “15 Hordad” kıyamına katıldı. Kendisi bu olaydan sonra “Dünyayı üç talakla boşadım” diyor ve dünyada parlayan maddi geleceğini, arzu ve isteklerini bir kenara bırakarak, dünyayı elinin tersi ile iterek tüm kabiliyet ve yeteneğini siyasi düşüncesi ve inandığı değerler uğruna askeri alana yoğunlaşmaya karar veriyor.
Katliamdan sonra İran’ı terk etmek zorunda kalan Çamran, Mısır’a gitmiş, Mısır’da o dönem, Müslümanların en önemli gündemi olan Filistin sorunu ile ilgilenmiştir. Filistinlilerle ilişkiye geçerek gerilla eğitimi aldı. Filistinliler arasında o dönem revaçta olan ve Mısır dâhil tüm Arap dünyasını sarmış bulunan nasyonalist milliyetçi düşüncelere karşı cephe almıştır. Filistin sorununa İslami bir tarzda yaklaşıp mücadeleyi İslami bir zemine çekmek için çabalamıştır. Bu faaliyetleri Lübnan’da da devam etmiştir.
Cemal Abdunnasır’ın ölümünden sonra, Enver Sedat’ın iktidara gelmesi ile Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı. Kısa bir süreliğine tekrar ABD’ye gitti. Bir süre burada kaldıktan sonra Lübnan’a geçti. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor: “Ben Amerika’da tüm imkânlara ve dünyanın lezzetlerine sahiptim. Ancak bu dünyanın zevklerini üç talakla boşadım ve Güney Lübnan’a geçtim. Tüm imkânlar elimdeydi. Lübnan’a gelerek fakir ve yoksulların arasında kalarak bu hayata alışmak istedim. Kalbimi bu kalpleri kırık insanlara açtım. Daima ölüm tehlikesi içinde İsraillilerin bombalarının altında kalarak mücadelenin lezzetini görmek istedim. Sessizliğimi karanlık gecelerle paylaştım. Bunlara yardım edemezsem bile aralarında kalıp onlar gibi olmak, onlar gibi yaşayıp sıkıntı ve çilelerini kalbimde yaşamak istedim. Dünyanın zevkini ve sefasını yaşayanların arasında kalmak istemedim. Onların teneffüs ettikleri havayı teneffüs etmek istemedim. İlmimi ve yeteneklerimi onların zevkleri için satmak istemedim…”
Lübnan’ın Sur şehrine geçerek Şii lider İmam Musa Sadır’ın yanına gitti. Onun en yakın çalışma arkadaşı oldu. Burada yetim çocukların yetiştirilmesiyle ilgilendi ve sanat okulunun müdürlüğünü yaptı. İsrail sınırında mahrum ve fakirlerle bir grup oluşturdu. Onlara İslami ve askeri eğitim vererek mücahitler yetiştirdi.
Mustafa Çamran, 1970 yılında Lübnan’da ‘Hareketü’l-Muhrümin’ teşkilatını kurmuştur. Bilahare İmam Musa Sadr ile birlikte hareketin askeri ayağı olacak ‘Emel’ örgütünü oluşturmuş ve Siyonist İsrail’e karşı sürekli ve kapsamlı bir savaş başlatmıştır. Allah’ın yardımı ile İsraillilere karşı başarılı saldırılarda bulunmuştur.
Lübnan’da kaldığı zaman zarfında sürekli İslami mücadele için çalışıp çabalayan şehid, direniş liderleri, askerleri ile iletişim içerisindeydi. “Ben o insanlardan değilim ki kahvelerde oturarak çay, kahve yudumlayarak yoksul ve çaresizlerin feryadını radyo ve televizyonlarda dinleyeyim. Koltukta oturarak gazete sahifelerini okuyayım. Üzülerek belirteyim ki birçok aydın bu şekilde meselelere seyirci kalıyor...” diyerek harekete geçmenin gerekliliğini gözler önüne seriyordu.
Bütün bunlar olurken Çamran aynı zamanda da İmam Humeyni ile manevi ve siyasi irtibat içindeydi. İran İslam İnkılabı ile birlikte İran’a döndü.
İran’a geldiğinde annesine yazdığı ancak kendisine okuyamadığı mektubunda ise şöyle diyordu: “Ey Annem! Havaalanında ülkeyi terk ettiğimde sen hazırdın. ‘Xuda hafız’ dediğin zaman: Ey Mustafa, ben seni canımla, sütümle büyüttüm. Şimdi gidiyorsun. Senden hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir beklentim yok. Fakat bir vasiyetim olacak: ‘Hiçbir zaman Yüce Allah’ı unutma’ dedin. Ey Annem! 22 yıl sonra aziz vatanıma geldim. Ve sana söz verdiğim gibi bu uzun zaman içinde bir an bile Yüce Allah’ı unutmadım. Onun aşkı öyle beni sarmıştı ki O’nsuz hiçbir anım geçmedi. Sevinçliyim ey anne, bu uzun hicretin ardından vatanıma geldiğim için değil. Belki büyük tağutun yıkılışı için sevinçliyim. Karanlık devrin yıkılışı, özgürlük ve azadi rüzgârının esişine sevinçliyim…”
“Allah’ım, bütün varlığımla, vücudumla, ruhumla ve kalbimle kendimi yoluna kurban etmeye amadeyim. Allah’ım, bu büyük İslam inkılâbını bahşetmenin şükrü için sana şükranlarımı takdim etmeye amadeyim” diyerek inkılabı koruma noktasında canla başla çalıştı. İnkılabın sıcak günlerinde Sıpah-ı Pastaran’ın (Devrim muhafızları) örgütlenmesine öncülük etti. İmam Humeyni tarafından Savunma Konseyi’nde İmam’ın temsilciliği görevine atanmıştır. Bir müddet sonra da İslami Şura Meclisi’ne milletvekili olarak seçilmiştir.
İnkılaptan sonra İnkılabı, şövenist-milliyetçi hesaplarına alet edemeyen, İran Kürdistanı’nda Sovyet ve Arap emperyalizmi güdümlü ayaklanmalar çıkmıştı. Bölgeye giden Çamran, Sero, Mervan ve Pavé’deki isyanı bastırmak için harekete geçti. Çamran birçok kez şehadetle burun buruna geldi. Fedakârlık, isar ve şehadet onun diğer isimleri gibiydi artık.
Irak-İran savaşının başlamasının ardından, İmam Humeyni’nin izni ile ceng meydanına koştu. Ali Hameney ile beraber cephede görev alarak gönüllü halk birliklerini oluşturdular. Bu gönüllü birliklerle en tehlikeli noktalarda savaştılar. Çamran’ın stratejileri ve feraseti ile birçok kez ordu hezimetten kurtarıldı. Yaralananlar, şehid düşenler derken 1981 Haziranında Dehlaviye bölgesinde iken yıllarca peşinde koştuğu dualarından hiç eksik etmediği şeye kavuşmuştu Çamran. Artık adı şehitler arasına yazılmıştı.
21 Haziran 1981 yılında şehid olan Dr. Mustafa Çamran’ın mübarek naaşı Beheşti Zehra şehitliğine getirilerek defnedilir. İran İslam inkılâbı şehidlerinin anılarını canlı tutmak için değişik savaş bölgelerinde olduğu gibi Şehid Çamran ve arkadaşlarının şehid olduğu noktada da anıt mezar yapılmıştır.
Çamran her yönüyle bizlere örnek olabilecek yüce bir ruhtur. Dünyanın en büyük araştırma merkezlerinin birinde bir fizikçi, bir elektronik mütehassısı olarak Amerika’da yaşamak varken bu refahı ve ilmi makamı bırakıp Allah yolunda şehid olmak arzusuyla yanıp tutuşarak mücadele etmiştir. Silahlı çatışmaların ve İslami mücadelelerin en sıcak günlerinde dahi, kendisinden ziyade çevresindekileri, gönül verdiği yetim çocukları düşünmekten geri durmamıştır. O kadar hassas bir kalbe sahiptir ki, çocuklar yiyemiyorlar diye, kendisine gönderilen yemekleri yemekten imtina etmiştir.
Şehid, her zaman yaşamını, varlığını ve en büyük sermayesi olan canını, mahrumlar ve mustaz’aflar uğrunda feda etmek arzusu içinde kıvranmış ve bu uğurda şöyle demiştir:"Allah’ım! Sen benî âşıkların kalbinde yanıp tutuşmam için aşktan bir parça kılmışsın."
Ruhen dara düştüğünde, sıkıldığında hep Rabbiyle konuşmayı yeğlemiş, “Allah’ım! Biliyorsun ki, ömrüm boyunca hiç bir zaman seni unutmadım. Uzak diyarlarda sadece sen yanımdaydın. Karanlık gecelerde dertlerim ve kederlerimin ortağı sadece Sen’din. Tehlike anlarında beni muhafaza eden, göz yaşlarımı görüp, yaralı kalbimi zikri ve yadıyla sakinleştirdiğim sendin, sen!..” diyerek durumunu sadece ona arz etmeyi, aşkların en güzeli saymıştır.
“Kimsenin beni tanımasını istemiyorum. Hiç kimse namazlarımdan ve dualarımdan muttali olmasın. Ta ki, Allah’tan başka kimse. O’ndan başka kimse dualarıma kulak vermesin” diyerek riyanın en küçük unsurunun dahi içinde büyümesini istemiyordu. Çünkü o, Allah’ın sevgisini yitirmenin korkusunu yaşıyordu aşk dolu yüreğinde.
Onun kalbinin güzelliğini, şahadetinin ardından eşi Gade Çamran’ın yazdığı ’Yarı Gizli Ay’ adlı kitaptaki şu sözler de çok güzel anlatmaktadır. Kızını istemeye gittiği kayınvalidesi şunları söylüyor Çamran’a:
“Evlenmek istediğiniz bu kızın nasıl bir kız olduğunu biliyor musunuz? Bu öyle bir kızdır ki sabahları kalktığında elini yüzünü yıkamadan ve dişlerini fırçalamadan onun yatağını biri toplamalı, önüne bir bardak süt koymalı ve kahve hazırlayıp odasına getirmelidir. Siz böyle bir kızla yaşayamazsınız. Onun için bir hizmetçi de tutamazsınız.” Onun verdiği cevap ise pek derin ve düşündürücüdür:
“Ben onun için bir hizmetçi tutamam; ama söz veriyorum, sağ olduğum müddetçe, uyandığı zaman yatağını toplayacağım, bir bardak sütü ve kahvesini tepside önünde hazır edeceğim.”
Ve eşi Gade Hanım, “Hatta evde bulunmadığımız, savaş sırasında Ahvaz’da cephede olduğumuz dönemde de yatağı kendisi düzeltmek için ısrar ediyordu. Sabahları süt hazırlar bana getirirdi. Kendisi kahve içmezdi; ama biz Lübnanlıların kahveye düşkün olduğunu bildiği için gidip bana kahve yapardı” diyerek eşinin sözüne sadık kaldığını, annesine verdiği sözün gelip geçici, kızını alıncaya kadar göstereceği bir mübalağa olmadığını teyit etmektedir. Aynı zamanda bu kibar insan şehadeti öyle arzuluyor olmasına rağmen son kez cepheye koşarken yine de eşinden müsaade isteyerek onun gönlünü yapmıştır.
Mustafa Çamran, engin kavrayışı ve kültürüyle, askeri alanda sürdürdüğü mücadelesini ilmi alanda da sürdürmüştür. Birçok makale kaleme almış, konferanslar vermiştir. Sovyet Rusya ve oradaki Müslüman Cumhuriyetleri de gezmiş olan merhum Çamran, marksizm ve sosyalizmi de yakından tanımanın avantajıyla, özellikle, Halkın Mücahidleri’nin "İslami sosyalizm" tezlerine karşı, ilahi dinin özgün düşüncesiyle mücadele edip karşı durmuş ve İran gençliği üzerinde ideolojik muğlâklığın giderilmesine çalışmıştır.
Allah ondan ve onun gibi mücahitlerden razı olsun.
Mustafa Çamran’ın duası:
“Ya Rabbi! Bize rahmet ettin ve en büyük zaferi bize nasip ettin. Zayıftık, darmadağınıktık, düşmandan korkuyorduk, süper güçler karşısında titriyorduk. Ama sen ey yüce Rabbim, en büyük orduları temmuz güneşi karşısındaki kar gibi erittin, en büyük tağutları mu’cizelerinle yere devirdin, en çözülmez düğümleri açtın, bütün zorluklan kolaylaştırdın ve hakkı batıla galip getirdin…
Sevincimin şiddetinden yanıyorum, titriyorum, utanıyorum ve bilmiyorum sana nasıl şükredeyim. Her şeyimi vermek istiyorum, kendimi kurban etmek ve kemal-i ihlasla neyim varsa takdim etmek istiyorum. Malım yok, mülküm yok, dervişim, yoksulum. Sadece yanan bir kalbim var ki onu takdim ettim. Bir canım var ki, o da takdim etmekten çekinmeyeceğim kadar değersizdir.
Ya rabbi! Bütün vücudumla, kalbimle ve ruhumla kendimi senin yolunda kurban etmeye hazırım. Bu büyük zafere şükretmek için bütün hayatımı ve varlığımı sana takdim etmeye hazırım.
Ben senden bir şey istemiyorum. Ben meçhul bir askerim, ben yalınayaklı bir dervişim ve hiç bir şeye sahip olmadan bu dünyaya gözlerimi kapamak istiyorum. Bütün çabamın yalnız Allah rızası için olmasını istiyorum, bencillik ve egoizmin kirlerinden arınmak istiyorum. Yolu aydınlatmak için yanmak istiyorum.
Büyük İslami risaletin gerçekleşmesini istiyorum, bunun gerçekleşmesi beni sevindirecek en büyük bir ödüldür. Doğrusu hiç bir ödül Muhammedi (s.a.v) risaletin zafere ulaşmasından, hakkın ve adaletin insanlığa hakim olmasından daha büyük değildir.
Ya Rabbi! Bizi bencillik ve rahatlık girdabından, heva ve heves tufanlarından kurtar, bize fedakârlık gücü ihsan et ve bütün vücudumuzla fedakârlığın lezzetini tatmamıza izin ver.
Ey Rabbimiz! Bizi iman ve fedakârlıkla güçlendir, kalbimizi ve ruhumuzu öylesine fethet ki, sadece sana tevekkül edelim ve hiç kimsenin karşısında eğilmeyelim.
Ya Rabbi! Kalbimiz aşkınla yansın, muhabbetinle dolup taşsın, ki kurşunların acısı bize tatlı gelsin.
Rabbimiz! Bizi dünya sevgisinden kurtar ki senin kurbangahında, İbrahim ve İsmail gibi senin mukaddes hedefin uğruna vücudumuzu aşkla kurban etmeye hazır olalım.
Rabbimiz! Bize yakıcı aşkınla birlikte sabır ve tedbir ver ki, yolunun zorluklarına güleryüzle tahammül edelim ve bizim şehadet yolundaki acelemiz yanlış kararlar vermemize neden olmasın.
Rabbimiz! Bizi öylesine cezbet ki, senden başkasını düşünmeyelim, senden başkasını istemeyelim, senden başkasına gitmeyelim ve bütün bencillik ve egoizmi senin kurbangahında kurban edelim.” (Hürseda Haber)