‘Şehîd’ kelimesinin bir lafzî mânâsı vardır, bir de ıstılahî mânâsı vardır. Lafzî olarak, ‘şehîd’, bir dâvanın, bir ideoloji veya siyasî konunun ‘en mükemmel şahidi’ demektir.
Istılah /terim olarak ise, ‘şehîd’, İslam inancında, sırf Allah rızasını gözeterek ve İslamî bir hayat yaşama dikkati ve mücadelesi içinde iken, sırf Müslüman oldukları için öldürülen, dünya hayatından kopan-koparılan mü’min insanlara verilen bir sıfattır.
Falan ideolojiyi, filân dâvayı benimseyerek o yolda ölenler o ideolojiler açısından ‘kahraman’ olarak görülüp, ‘martyre / bir dâva ve ideoloji için canını vermiş kahraman’ diye nitelenebilirler; ama, onlar ‘şehîd’ değildirler. Çünkü, ‘şehîdlik / şehadet’ , sadece İslâm’a mahsus bir terim ve kavramdır.
***
Yeni Zelanda’da 5 milyon nüfus içinde, sadece 50 bin kadarla yüzde 1’i bile bulmayan savunmasız, silahsız ve üstelik de ibadet için bir mescidde bir araya gelmiş olan ve sırf Müslüman oldukları için katledilen kardeşlerimiz, inşaallah ‘şehîd’dirler ve onların dünyamızdan çekilmesinden dolayı elbette üzülürüz, ama, inandığımız yol uğrunda katledilmiş olan bu mazlûm şehîdler sâyesinde, -belki de hayatta iken yapamıyacakları derecede bir hizmeti kanlarıyla yaptıklarından-, yüz milyonlarca Müslüman, daldıkları gaflet uykularından deriin bir sarsılışla uyandılar.
Bunun için diyoruz ki, biz,bir ölür, binlerce diriliriz. Nitekim, ağabeyiyle camie giden Somali’li 3 yaşındaki Mûcad İbrahim’in, tekerlekli sandalyeli kocasını camie getiren Bengal’li Husn-i ârâ Pervin’in, Filistin’li doktor Emced Hâmid’in, Yeni Zelanda’lı Müslüman hanım Lina Armstrong’un, Endonezya’lı Lilik Abdulhamîd’in, Fiji adalarından Eşref Ali’nin ve diğerlerinin şehadeti, ‘Ben Müslümanım!’ diyen herkesi derinden sarstı. Orada bir tek millet, İslâm Milleti olduğumuzun idrakine kavuştuk inşaallah...
***
Emperyalist dünyanın şefleri ve medya organları Yeni Zelanda Katliâmı karşısında suçüstü yakalanmışlık hâlet-i rûhiyesiyle ne diyeceklerini şaşırdılar. Başka zaman, Müslüman ismi taşıyan birilerinin işlediği bir cinayet veya terör eylemi olduğunda hemen ‘İslamî terör’den söz eden Trump ve diğerleri, şimdi kelimeleri ağızlarında yuvarladılar; bir mâbedde alçakça ve barbarca bir şekilde katledilen insanların Müslüman olduklarını bir türlü dile getiremediler.
Nitekim, Angela Merkel’in yerine, Almanya’da Hristiyan Demokrat Birliği (CDU)’nin başına seçilen Bn. Annegret Kramp-Karrenbauer de, ‘Öldürülenlerim kim olduğu değil, öldürülmüş olmaları önemli..’ mânâsından yuvarlak kelimeler kullandı. Alman WDR yayın kuruluşunun radyo yayınında da, Yeni Zelanda Katliâmı, ‘Einzeltäter / münferid -tek kişi tarafından işlenmiş-bir suç‘ olarak geçiştirildi. Bunlar, başka saldırılarda, failler arasında ismi Müslüman olan bir kimse olursa, hemen ‘İslâmî terör’ lafını dillerinden düşürmeyenler..
Meclis-AB Uyum Komisyonu üyesi Mustafa Yeneroğlu, dün TRT Haber’de yaptığı açıklamada, Düsseldorf yakınındaki Mettmann isimli kasabada 100’e yakın Neo-Nazi’nin, ellerinde kendilerine özgü bayraklar ve üniformalarla yürüyüş yaptıklarından, ortalıkta hiçbir güvenlik gücünün olmadığından haber veriyordu.
Irkçılık ve İslâm korkusu ve düşmanlığı emperial dünyayı daha bir sarıyor..
***
Ama, teselli verici bir-iki tablo da var elbette..
Siyaset sahnesine İslâm ve Müslüman düşmanlığı söylemleriyle çıkıp, bu tahriklerle Amerikan Başkanı bile olan Trump, Yeni Zelanda BaşbakanıJacinda Ardern’e telefon edip, kendilerine ne gibi bir yardım yapabileceklerini sorunca, Bn. Ardern’in cevabı, 'Bütün Müslüman topluluklar için sempati ve sevgi..' olmuş; Trump anlayabilse, tokat gibi bir karşılık!.
Hele, CHP Başk. KK’dan ilham almışçasına, ‘Bu saldırıdan dolayı mazlum duruma düştüler, ama gerçek teröristler Müslümanlardır..’ diyen Avustralyalı senatör Frazer Anning’in kafasına bir yumurta fırlatan genç.. Yüreğindeki insanî hasletleri sergiledi.. Eline ve insanlık anlayışıyla dolu yüreğine sağlık..