Arapça'da almaniyya. Din ve devlet işlerinin ayrımı konsepti özünde Kilise'ye verilen bir cevap idi. Kilise'yi burada özel isim olarak kullanıyoruz zira otonom bir kurumdu Ortaçağ'da Kilise. Yani bağımsız hakim ve otoriter. Benimsediği buyurgan retorik ile de yönetici konumunda. Bir anlamda devlet içinde devletti Kilise. Belki de devlet üzerinde devlet diye tanımlamak daha doğru olacaktır o günlerin kilisesini.... Bugün din ve bilim ayrımı olarak önce Batı tarafından benimsenmiş sonra da diğer bölgelerin insanlarına benimsetilmiş -kah zorla kah istenerek- olan ayrım işte o günlerin Kilise'sinin bilime karşı aldığı tutumla ortaya çıkmış zoraki bir durumdur. Bu görüşe göre din ve bilim bir arada düşünülemez yürümez var olamaz. Adeta yolları hiç kesişmeyen iki farklı ve hatta belki de paralel düzlemdedir bunlar. Zira Kilise bilime kapalıdır şüphecidir tedirgindir. Bunun için de sınırlayıcıdır kontrol tutkunudur. Bilimsel gelişimi desteklemez bilakis ket vurur. Antik Yunan'dan onun içindir ki dolaylı olarak almıştır bilgiyi.
Hem de Müslümanların taşıyıcılığında. Antik Yunan'da üretilen bilgiden ürkmüş tercümeyi yasaklamıştır. Sonra Müslümanların iktidarı gelmiştir. Başta Toledo Okulu olmak üzere Müslümanların oluşturduğu kurumlar eski çağı o güne taşımış ve Antik Yunan'ı satır satır tercüme etmiştir. Çünkü Müslümanların bakış açısı bilimden korkmayı değil tam tersine ilmi arayıp bulmayı ve bu prosedürü teşvik etmeyi icabettirir. Beşikten mezara her Müslümana ilim öğrenmek farz ise ya öğreten ya öğrenen olmamız tavsiye edilmiş ise bir harf dahi olsa öğretenin kırk yıl hizmetini yapmayı öngören bir din anlayışının bilgi ile ilişkisini sorgulamak zul olur. Onun içindir ki Müslümanlar Endülüs'te tercüme okullarını kurmuş Antik çağ'dan ne varsa tercüme etmiş sonra bunlardan İslam dini ile çelişenlerini ayıklamış gerisini kullanmıştır. Bakıyoruz aynı dönemde Hıristiyan düşüncesi Kilise'nin tekelinde tek tipleştirici bir kalıplar sistemini pompalıyor halklarına. Şu ayıp, bu yasak o günah derken otoriter bir enstütü çıkıyor ortaya. Cadı avlarından aforozlara uzanan kanlı bir tarih yazılıyor. Müslümanlar hem bilim üretiyor eş zamanlı olarak hem de geçiminin hakkını vererek eskinin bilgisini geleceğe taşıyorlar.
İslam düşüncesinin bayrağı altında aktarılan bu bilgiyi alıyor işte Hıristiyanlar daha sonra. Yani Müslümanlardan yani onların yaptıkları tercümelerden. Ama bu tercümeleri dahi bir süzgeçten geçirerek avamın hizmetine hepsini sunmadan.... Kilise'nin korktuğu statükonun yıpranmasıydı hiç şüphesiz. Değişimle gelen gelişmeler Kilise'nin de sonu olabilirdi de...
Kilise iktidardı... İktidar ise 'tatlı' bir konumdu. Kolay kolay vazgeçilemeyecek nimetleri ayakları altına sunmuştu Kilise'nin. Seçkincilik böyle insanın kanına girerdi... Kim olsa kapılırdı. İktidarla gelen güç zorbalığın baş fişekleyicisiydi. Ondandır ki Kilise kemerleri sıktıkça sıktı bunalttı. Onun içindir ki halk da sonunda isyan etti. Zulümle abad olunamazdı... İnceldiği yerden kopacaktı öyle de oldu zaten.... Halk Kilise'ye karşı ayaklandı. Dur dedi. Dinle yollar ayrılacaktı. Öyle de oldu zaten. Sekülerizm böyle ortaya çıktı Batı'da. Ondandır ki Batı felsefesindeki din tartışmaları Kilise'ye verilen cevap niteliğindedir de İslam'ı görmezden gelir. İslam toplumlarında Kilise benzeri bir kurumun olmaması en önemli itirazdır dini öteleyen tartışmalara. Şimdi bakıyoruz din ve dünya işleri tartışmaları o dönemin Batı düşünürlerinin yine kendi dönemlerinde var olan otoriter Kilise'ye karşı verdikleri cevaplar üzerinden yürütülüyor. İslam'dan uzak... İslam toplumlarının tarihsel tecrübesinden ilgisiz....
yeniakit