Amerikan Başkanı Trump, ‘Uluslararası hukuk, yani ben!..’ dercesine bir zorbalıkla, Kudüs’ü İsrail rejimine sunmak hakkını kendinde görüyor.
***
Kudüs, Quds-i Şerîf/Beyt-ul’Mukaddes / Jerusalem/ Uruşalim..
Bu şehir, Hz. Mûsa’nın da, Hz. Süleyman ve Hz. Davud’un da, Hz. Îsâ’nın da, Hz. Peygamber’in de hayatlarında olduğu gibi, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların inanç ve duygu dünyasında da yüzlerce değil, binlerce yıldır ayrı bir manevî önemi haizdir. İlahî vahiy kaynaklı bütün dinlerin inananlarının her birisinin dilinde asırlardır, ‘Seni unutursam ey Kudüs… Üzerime musibetler yağsın!’ gibi ilahîler vardır.
***
Yahudilerin, Keldanî hükümdarı Buhtunnasr /Nebukednezar zamanında, 2 bin yıl öncelerde krallıklarının sona erdirilip kılıçtan geçirilmeleri ve kurtulanların da bugün Ortadoğu denilen bölgeden dünyaya dağılmaları ve aralarındaki bağı inançlarıyla korudukları 2000 yıllık vatansızlık dönemlerinin 1948’de İsrail adında bir Yahudi Devleti’nin ilân edilmesiyle sona erdiği mâlum..
Bu şehrin, Hz. Ömer zamanında Müslümanlarca fethedilmesinden önce asırlarca Hristiyanlar elinde bir mukaddes belde ve hacc mekânı olarak kabul edildiği de biliniyor.
Ancak, Müslümanların zayıf bir ânını yakalayan Hristiyan güç odaklarının, özellikle Avrupa halklarını bir kutsal savaş heyecanıyla harekete geçirip Haçlı Seferleri’ni tertip ettiği ve miladî-1099 yılında (yani 1018 yıl önce) Kudüs’ü ele geçirdiği ve bütün Müslüman halkı kılıçtan geçirdiği; 1188 yılında da Salâhaddin Eyyubî komutasındaki Müslüman ordularının bu şehri fethettiği ve ama, oradaki hristiyan halklara, Haçlı Orduları’nın Müslümanlara yaptığı gibi davranmadığı, mağlubları bağışladığı Hristiyan tarihçilerce de kabul edilir.
***
Kudüs, Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, kezâ, 1517 yılında Osmanlı idaresine giren Kudüs’ün, Osmanlı’nın elinden çıkıp İngiliz güçlerinin eline geçtiği 1917 yılına kadar 400 yıl boyunca, bütün dinlerin kutsal mekânları da aynı ihtimamla korundu, İslam hükümleri gereğince…
1917 yılında Gen. Allenby komutasındaki İngiliz güçleri, 1. Dünya Savaşı’nın son demlerinde Kudüs’e girdi ve oradan da Şam’a geçip Salâhaddin Eyyubî’nin türbesine giderek, ‘Kalk Saladin.. Biz geldik..’ deyişi meşhurdur.
Kezâ, Alman İmparatoru 2. Wilhelm de İstanbul’a 1899 yılında yaptığı ziyaretten sonra Kudüs’e de gidip, bu şehre Salâhaddin Eyyubî’nin girdiği sur gediğinden girerek, tarihî bir rövanşın takipçisi olduğunu göstermişti.
***
İsrail’in varlığını ilân ettiği 1948’de ise, yeni kurulmuş olan Arab rejimlerinin düzensiz ordularının karşısında, 2. Dünya Savaşı’nın galiplerince silah üstünlüğüne sahip kılınanİsrail rejiminin Kudüs’ün batı yarısını; Haziran-1967’deki ‘6 Gün Savaşı’nda ise, şehrin tamamını işgal ettiği bir acı gerçek..
Ancak, uluslararası hukukun prensiplerinden birisi de, işgal edilen bir yerin statüsünün, tarafların anlaşması olmadıkça değiştirilemeyeceği...
Yâni, İsrail rejiminin ‘ebedî ve bölünemez başkent’ ilân ettiği bu şehrin statüsünü USA emperyalizminin, uluslararası hukuka göre değil, sionist emellere göre belirlemek istediği açık..
Bu, Ortadoğu’daki rejimlerin daha bir za’fiyet içine düşürüldükleri bir sırada, durumu oldu-bittiye getirme açıkgözlülüğüdür.
***
Bir Yahudi ile bir Müslüman, Kudüs ve Filistin üzerine konuşuyorlar:
-İsrail rejiminin güçlü istihbaratı, güçlü silahları ve muazzam para kaynakları var. Sizin ise, hiçbir şeyiniz yok.. Mücadeleniz boşuna değil mi?
-Siz Filistin için, Kudüs için ne kadar beklediniz ve mücadele ettiniz?
-Tam 2 000 yıl..
-Biz henüz yeni başladık; Gerekirse, bir 2000 yıl da biz mücadele ederiz!.
***
Evet, Kudüs ruhumuzun en aziz köşesinde yer tutan bir arz parçasıdır ve bedenimize yapılan saldırılar öldürmezse, acısı bir süre sonra geçebilir. Ama, ruhumuzda derin yaralar açan bir saldırıyı nasıl unutabiliriz? Onun acısı, nesilden nesile, asırlarca devam etmez mi?
Evet, Kudüs bitmeyecek bir savaşın odağı olup; nihaî zafer, haklı olduğu kadar kuvvetli de olanların olacaktır.
stargazete