Dindarlaştığımız falan yok!
Avni Özgürel - Radikal
İkiyüzlülük diz boyu, üstelik bulaşıcı. Ve insan ilişkileri alanına düşen her tevil -bu kelimeyi kıvırma diye de okuyabilirsiniz- gibi riya da dokuya siniyor, hatta sinmekle kalmayıp leke gibi yayılıyor.
Yakın geçmişe kadar kullanımda olan İslamcılık, Erbakancılık, Fethullahçılık, tarikatçılık, gericilik, yobazlık vs. nitelemeleri artık kalktı. AKP'nin iktidara gelmesi ve kolay kolay da gidici olmadığının anlaşılmasıyla, şimdi 'muhafazakâr' sözcüğü revaçta. Öncekilerin dışlayıcı, küçümseyici, hatta zımnında tahkir etme arzusuyla kullanılıyor olmasına karşılık, muhafazakârlık, dini romantizmi ya da mistik ruh halinin davranışa yansımışlığını falan ifade ediyor.
İslami anlayışın devlet ve toplum hayatında hâkim olması manasında dindarlaşma ya da muhafazakârlaşmaya gelince, o dün yoktu, bugün de yok!..
Var olan ne derseniz, görüntü Müslümanlığı, seremonik, folklorik, perakende İslam!..
Bunun dinin gerçeğiyle ya da dindarlıkla ilgisine gelince o da şüpheniz olması ki kitabın kapakla, rafla münasebetinden bir adım ileri seviyede değil. Dolayısıyla laikliği iman gibi algılayan kişileri ürküten tablonun gerçekliği olsa olsa lunaparklarda kurulan korku tünelleri kadar. Zira mevcut olan din değil, dindarlık makyajı. Yani sakal, sarık, başörtüsü/türban, tespih vs.
Hemen ifade edeyim ki, sadece Türkiye'de değil bütün İslam dünyasında inancı olanca saflığıyla ve samimiyet içinde yaşayan çok sayıda insan da var... Sözüm egemenler katının uzağında duran o insanlara değil zaten. Bu nedenle yukarıda kullandığım 'dindarlık makyajı' tabirini biraz açıklamam lazım.
Hz. Muhammed'in sahih bir hadisi var: "Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim..." diyor. Onun bu sözle, cinsel ahlakın ötesinde, hayatın her alanında insanlığın iyiliğini ve mutluluğunu hedefleyen güzel hasletleri yaşanır kılmayı ifade ettiğini düşünmek lazım. Ve tabii, bugünün aynasında karşımızda duran simadan maskeyi sıyırıp gerçek çehreyi görmek!
Nedir o çehrenin özelliği derseniz, portreyi şekillendirip isimlendirmeyi size bırakarak resmin hâkim çizgilerini işaret edebilirim. Az çalışarak, hatta mümkünse çalışmadan daha çok para kazanma ve sınırsız tüketme hırsını hayatın merkezine koyan, debdebe ve alayişli hayatın her hazzını noksan kalmamacasına tatmaya talip, yaşadığı çevre ve mensup olduğu toplumla münasebetini fatura, tapu, banka işlemleri ve resmi evrak düzeyine indirgemiş, sadaka/fitre/zekât/kurban derisi/bağış toplayıp onlar üzerinden komisyon almayı vâkıf faaliyeti, işadamlığı diye sunan; mağazada, uçakta, trende namaz kılacağı yer arayışında, siyasi elitle yan yana ibadet fotoğrafı için yarışan bir dindarlık!
Bu İslam diniyle münasebeti atıftan ibaret 'serbest piyasa Müslümanlığı'dır.
Öyle ki tenden bedene geçmeyen bu kabuk inanç, faizi kazanç ortaklığı potasına döker, sigorta yasağını akile sözleşmesiyle aşar, yüksek kazanç vaadiyle sıradan Müslümanlardan para toplayıp savurur, çıkmaza girdiğinde dilinden dini söylemi düşürmeden insanların ellerindeki son kuruşu da almak için tasarlanmış yollar önerir, gayrimüslimlerle Müslüman toplumlar aleyhine askeri ittifaka kılıf uydurur, nikâhı muta ve cariyeler hakkındaki hükümlerle anlamsızlaştırır, sefahatı (şatafat, eğlence düşkünlüğü) safahat (devir, dönem) icabı ihtişam diye sunar, tasavvufi tarikatları holdinglere dönüştürür.
Bu pencereden bakarak Türkiye'de gerçek manasıyla bir muhafazakârlık ya da dindarlaşma var diyorsanız sözüm yok... Ama, hayır İslam bu değil, diyorsanız, inancınızın içinin boşaltılıp müptezelleştirilmesine karşı çıkmanız gerek. Bunun da tek bir yolu var, İslam konusunda bilgilenmek.