Sevr Antlaşması denen, hatta bazen -“t”siz- anlaşma diye de anılan ve Anadolu’nun parçalanmasını öngören 10 Ağustos 1920 tarihli belge asla hukukî nitelik ve geçerlilik kazanmadı, kâğıt üstünde bile yürürlüğe girmedi. Girmedi, giremedi, çünkü bunun için Meclis-i Mebusan’ın ve Padişahın onayı gerekiyordu; oysa Meclis-i Mebusan o tarihten aylar evvel İstanbul’un işgali nedeniyle kapanmıştı ve Sultan Vahdeddin de işgal kuvvetlerinin baskısına rağmen belgeyi imzalamadı. Peki, Paris’in Sevr(es) semtinde düzenlenen toplantıda o belgeyi imzalayan Osmanlı heyetinin imzaları neyi ifade ediyordu? Bu taviz verilmediği takdirde İstanbul’un Yunan işgaline uğrayabileceği ve Yunanistan’da kalabileceği endişesini ifade ediyordu. Peki bu heyet padişahın bilgisi yahut rızası dışında mı hareket etmişti? Hayır. Murat Bardakçı’nın “Şahbaba – Osmanoğulları’nın son hükümdarı VI Vahideddin’in hayatı, hatıraları ve özel mektupları” adlı kitabından öğreniyoruz ki, Sultan Vahdeddin, hatıratında, “kötülüğün baştan aşağı ta kendisi” diye nitelediği Sevr’i o heyete “geçici” olarak imzalatarak “biraz zaman kazanmaya” çalıştığını belirtiyor ve “Eğer işler kötü gider ve oyalamayı başaramazsam anlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmekte kararlıydım” diyordu. Yine de Sultan Vahdeddin’e Sevr konusunda yüklenmek isteyen yüklenebilir, ama Kemalist literatürdeki “ihanet” tezviratının iler tutar yanı yok. *** Bugün 10 Ağustos 2018. Sevr Belgesi tam 98 yaşında. Doğum gününü tarihin çöp kutusunda kutluyor. Niye “Sevr Antlaşması” değil de “Sevr Belgesi” diyorum? Çünkü Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan’ın dünkü açıklamasını öpüp başımın üstüne koyuyorum. Sevr’e pek münasip bir doğum günü hediyesi olan o açıklama şöyle: “Sevr Antlaşması deniliyor. Bundan sonra biz kurum olarak ‘belge’ diyeceğiz; Sevr belgesi. Antlaşma yok çünkü. İmzalanmadı, tanınmadı. Sevr’in ‘antlaşma’ olarak kullanılmasına karşı resmi olarak da çalışma yürüteceğiz. Yeni müfredatta (okul kitaplarında) Sevr’in ‘antlaşma’ değil ‘belge’ olarak ifade edilmesiyle ilgili girişimlerimizi yapacağız. Bazen hatalı ifadeler olabiliyor, yanlış söylemler devam edebiliyor. Ne yazık ki Sevr Antlaşması da biraz ‘galat-ı meşhur’ olmuş. Böyle bir antlaşma yok. Biz bunu yeni müfredatlara da önereceğiz. Belki bir ayrıntı gibi görünebilir ama önemli. Çünkü çocuklarımızın ve kamuoyunun zihnine böyle yerleşiyor. Ortada bir belge var ama bu bir antlaşma değil.” *** Turan, Sevr’in “belge” olarak anılmasını sağlamaya dönük çalışmanın tarih kitaplarını, ilgili kurum ile kuruluşları ve hatta medyayı içerisine alan topyekûn bir çalışma olacağını da belirtti. Sonra da dedi ki: “Bu konuda bilimsel görüşümüzü ortaya koyacağız, tavsiyemizi yapacağız. Müeyyide gücümüz yok ama bunu yerleştirmek için uğraşacağız.” Ben hiç uğraştırmadan kabul ettim gitti işte. Başım gözüm üstüne. Karargazete