HEDEF AMED
Şeyh Sâid, Amed ( Diyarbakır ) kapılarına dayanmıştı.
Amed, hem Şeyh Sâîd'in rehberlik ettiği İslâm, hem de Mustafa Kemal'in önderlik ettiği laik kemalist rejim için çok çok önemliydi. Çünkü Amed, Kürdistan'ın merkeziydi ve Amed'i kazanan, bu kıyâmet savaşını da kazanacaktı.
Şeyh Sâîd Hazretleri, emrindeki İslâm fedâîlerinin büyük bir kısmını Amed üzerine göndermiş, kendisi de bir yandan Erğenê ve Eglê taraflarına giderek buradaki şeyhlerle ağaları qıyâma teşvik etmiş, bir yandan da Amed'deki Zazalar'ı kendi tarafına hazırlamıştı.
Şeyh Abdullâh Melıkanî de Mıj üzerinden Amed'e yürümektedir. Amed ele geçirilecek, kurukacak İslâm Devleti'nin başkenti olacaktır.
Smakê ( Erimli ) köyüne gelen Şeyh Sâîd ve askerleri 7 Mart'ta karargâhta biraraya gelerek son kez taarruz hazırlıklarını gözden geçirdiler. Amed'e taarruz etmeden önce hükûmet kuvvetlerinin ele geçirdiği yerlerde tâlâna giriştiğini, mazlum halkı katlettiğini duyan İslâm askerlerinden biri, Amed'i muhâfaza etmeye çalışan hükûmet birliklerine karşı, küfür ve sövgüyle bağırıp çağırmaya başladı. Ancak Şeyh Sâîd, o askeri teselli eder ve der ki: "Hepimizin bildiği gibi rehberimiz Hz. Mûhâmmed ( saw ) Efendimiz, ğazab için değil, âlemlere râhmet olarak gönderildi."
Şeyh Sâîd, daha sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu:
"Ey mümînler! Önce kâfîrlerden size yakın bulunanlarla savaşın. Onlar sizde şiddet ve quwwet bulsunlar. Biliniz ki Allâh, taqwâ sâhibleriyle beraberdir." ( Tewbe, 123 )
Ardından Şeyh Sâîd, saat 20:00'de Amed'in dört kapısına birden taarruza geçilmesini emretmiş ve şehirdeki müslüman halka da bu yolda tâlimât göndermişti. Şehre hücûm edecek mücâhîdlerin sayısı 3000 kadardı.
Şeyh Sâîd'e bağlı birlikler, Eyntrît ( Kayaköyü ), Fîrdews ( Uçarlı ), Qamîşek ( Gevendere ) ve Tîr Elo ( Karaçalı ) köyleri civarında toplanmışlardı.
Nihâyet 7 Mart akşamına doğru şehrin, okul ve kışlaların bulunduğu kuzey kısmından şiddetli bir ateş başladı. Şeyh Sâîd, asıl kuvvetlerini buradan taarruza kaldırmıştı. Onlara şu tavsiyede bulundu: "Ey imân edenler! Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allâh'ı çok anın ki kurtulabilesiniz." ( Enfâl, 45 )
Amed'in kuzeyinde, muhârebe bütün şiddetiyle devam ederken, mücâhîdler güneyden de taarruza geçtiler. Bu suretle Urfakapı hariç şehrin her yanında muhârebeye tutuşulmuştu. Mardinkapı'da başlayan taarruz şiddetlendiği bir sırada surun dışında ve içinde TEKBÎR sedâları yükselmeye başlamıştı: "Allâh-û Ekber!" Allâh-û Ekber!.."
Bu ara Zazalar'ın içeriden açtıkları gediklerden ve kanalizasyon boşluklarından, dışardaki milislerden bir kısmı surun iç kısmına girerek içerdekilerle birleştiler. Bu suretle Mardinkapı'yı savunan 63. Alay ve Mâkineli Tüfek Bölüğü ile bunu takviyeye gönderilmiş olan ihtiyat kıtası iki ateş arasında kaldı ve fecî bir boğazlaşma oldu.
Bu durum karşısında Şeyh Sâîd, etrâfındakilere şöyle hitâb ederek tarihe altın harflerle geçen şu şu meşhur sözlerini söyledi: "Savaştan kaçmak, Allâh'ın ğazabına uğramaya, aşağılık bir hâle düşmeye sebeb olur ve buysa ebedî bir ayıptır. Çünkü o, soyunuzca sürecek bir utançtır. Kaçan, ömrünü uzatamaz; kaçmak, adamla ecel gününün arasna girip ecele engel olamaz. Allâh'a giden kişi, suya kavuşmuş susuza benzer ve cennet, mızrakların gölgeleri altındadır. Bugün iş belli olur, haberler apaçık duyulur. Andolsun Allâh'a düşman olanlar, şehirlerini ve eşlerinin sıcak kucaklarını ne kadar özlüyorlarsa, ben düşmanla karşılaşmayı o kadar, hatta daha fazla özlüyorum."
Henüz Mardinkapı yakınında bulunan bu az sayıdaki mücâhîdlerin boğazlaştığı bir sırada Alipınar'dan Mardinkapı'ya gönderilen süvari alayı, yandan yaptığı şiddetli ateş baskını ile kapı önündeki mücâhîdleri tenkil ederek köprü yolunu tuttu. Bu suretle şehrin güney cephesi müslümanların elinden düşerken, kuzey cephesindeki müslümanların hücûm dalgaları, düzenli laik ordu karşısında geri çekilmek zorunda kalıyordu.
8 Mart sabahı güneş doğarken, İslâm orduları, ilk kez karşılaştıkları örgütlü direnme karşısında dayanamayarak dağınık bir halde geri çekilmeye başladılar.
Hükûmet birlikleri, Şeyh Sâîd kuvvetlerini yalnız top ateşine tutabilmişti. Mücâhîdlerin peşinden şehir dışına çıkamamışlardı. Bu savaşta Şeyh Sâîd önderliğindeki İslâm ordusu 50 60 esir verdi. TC birliklerinden de bir binbaşı, yedi subay ve beş er öldü, 15 er yaralandı ve 10 büyükbaş hayvan da kaybolmuştu.
Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk, 9 Mart'ta 3. Ordu Müfettişliği'ne şu emirnameyi gönderdi:
"Diyarbekir'e tecâvüz cür'etinde bulunan âsîlerin tenkilinde subay ve erlerimizle, yardımcı kuvvetlerin gösterdiği fedâkârlığı takdir ve ayaklanmanın yakında tamamen yok olmasını bekliyerek hepinize selâm ederim."
Genelkurmay Başkanlığı ise, qıyâm bölgesindeki il ve ilçelere 9 Mart'ta yayınladığı şu bildirge ile son uyarıyı yapmış oluyordu:
"Harekâta katılacak birliklerimiz, hazırlıklarını tamamlamıştır. Birkaç güne kadar te'dip harekâtı yalnız âsîler üzerine yöneltilecek Cumhuriyet Hükûmeti'ne ayaklanmış olanlara şiddetli darbeler indirilecektir. Kiğı ahalisi gibi Cumhuriyet'e sadakatlerini ve âsîlere muhâlefetlerini fiilen gösterecek ve isbâtlayacak olan masum halkın bu şiddetli darbelerden korunması istenmektedir. Bu sebeple ayaklanmaya fiilen muhâlif olan köylerin derhal en yakın sivil ve askerî Cumhuriyet memurlarına başvurarak ayaklanmayla ilgili olmadıklarını ve gönüllü hizmete hazır olduklarını bildirmeleri lazımdır. Düşman parası ile satın alınmış âsî reislerinin kışkırtıcılık ve bozgunculuklarına bilmeyerek katılmış olan köyler ahalisinin ve hatta kışkırtıcı ve bozguncu âsî reislerin yakaladıkları ve Cumhuriyet hükûmetine teslim ettikleri takdirde, bu gibi kandırılmış köyler halkı dahi kendilerini kurtarmış olurlar. Herkesin bilmesi için bildirge, sivil ve askerî bütün Cumhuriyet Hükûmeti memurları tarafından bölgelerindeki en küçük köylere kadar ve her araca başvurarak derhal yayılacak ve ilân edilecektir." HERŞEYE RAĞMEN DİRENİŞE DEVAM
Rîha ( Şanlıurfa ) bölgesinde Şeyh Abdullâh-ê komutasında Xalîd-ê Hesenan ve amcası aşiret reisi Binbaşı Qâsım ve bağlılarından oluşan mücâhîd birlikleri, 11 Mart'ta Gûmgûm ( Varto )'a taarruz ettiler. TC'nin baskılarına rağmen İslâmî Direniş saflarında yer alan halkın katılımı ve yardımıyla Gûmgûm, 12 Mart'ta müslümanların eline geçti. TC birliklerinden 70 esir ve bir makinâlı tüfek ile 86 büyükbaş hayvan da ğanimet olarak alındı.
Bu başarıdan sonra Şeyh Sâîd'in bir kısım kuvvetleri, Beranîk ( Bulanık ) ve Mılazgîr ( Malazgirt ) üzerine yürüdüler. Xînûs ( Hınıs ) kesiminde ise, Şeyh Sâîd'in oğlu Ali Rızâ komutasındaki milisler 11 Mart'ta Xînûs'a taarruzda bulundu; ancak başarılı olamadı ve orada gözaltında bulundurulan âîlelerini kurtaramadılar.
14 Mart'ta Xînûs'taki kaymakam, Gûmgûm'daki Xormek aşireti ileri gelenlerine şu mektubu yazar:
"Varto Hormek aşireti rüesâsından Ali Ağazade, M. Şerif ve Ağaoğlu Velî Ağalar'a, 13 Mart 1925 tarihli raporunuzu aldım. Hissiyat-ı merdane ve vatanperveraneniz şayan-ı teşekkürdür. Makamata derhal arzedildi. Vatan hâinlerinin layık oldukları cezayı görecekleri zaman artık birkaç gün meselesidir. Metanetinizden hepimiz eminiz. Cesaret, gayret ve fedâkârlığınız gün gibi âşikârdır. 13 Mart 1341'de size gönderilmek üzere Ali Haydar Bey'e dört sandık cephane verilmiştir. Bugün de Ali Haydar Bey ve Çarek aşiretinden iki yüz kişi ve jandarmalarla Varto Kaymakam Vekili, Arpaderesi'ne gönderilmiştir. Onlarla irtibat tesis ederek gece gündüz arslanlar gibi âsîlerin üzerine hücûm edip dünyayı başlarına dar ve zından ettiniz.
Sizin zahiriniz hem Cenâb-ı Allâh ve hem de kuvvetli şevketlü Hükûme-i Cumhuriye'mizdir. İki güne kadar Hınıs'a piyade alayları ve topçu bataryaları geliyor. Topların ateş saçan mermileri, âsîlerin kalplerini parça parça edecek, müthiş gürültüleri altında ezildiğini ve cen çekiştiklerini göreceksiniz. Azmüsebat bais-i felâh ve saadettir.
Size son diyeceğim sebat ve metanettir. Alacağınız emir ve tâlimatı ayrıca yazarız. Haberleşmemiz eksik olmasın. Âsîlerin ileri gelenlerinin isimlerini tesbit ediniz ve yaptıkları alçaklığı iyice tahkik ediniz.
Cümlenin gözlerinden öper, muvaffakiyetler temenni ederim, efendim.
Hınıs Müfreze Kumandanı Kaymakam Osman"
Aynı kaymakam, aynı gün şu tâlimatnameyi de yazar:
"1 Mıntıkamızın Çarek aşiretinden toplanan atlı ve piyade mevcudiyle burada bulunan Hormek ve Lolan aşiretleri ağavatiyle, şimdi Arpaderesi'ne hareket edilecektir. 2 Bu müfrezenin vazifesi, ussâtın Varto'dan Hınıs istikametine doğru muhtemel olan taarruzunu defetmek ve ussatın arkasında kalan Hormek ve Lolan aşiretleriyle irtibat tesis ederek müştereken yapacakları baskınlarda ussatı tepelemek ve istihbarata son derece ehemmiyet vermek ve alacakları haberleri her gün sabah akşam raporla bildirilecektir.
3 Erzurum Sarıkamış'tan kıtaatı mürettebenin ilk kademesi olan 34 ve 35. alaylarla obüs bataryaları ve süvari kuvvetleri bir iki güne kadar mıntıkamıza dahil olacaklardır
4 Millî kuvvetlerin bulunduğu mıntıkalarda hükûmet aleyhinde propaganda yapanlar derdest edilerek Divan-ı Harb'e gönderilmesi için Hınıs'a sevkedileceklerdir.
5 Her gün Arpaderesi'nden Varto istikametine kuvvetli ve cüretli keşif kolları sevk edilerek ussatın en ufak harekâtı keşif edilecek. Ve ussatın yerli ahalîden sail sıfatıyla göndermesi muhtemel bulunan casuslar behemehal derdest edileceklerdir.
6 - Arpaderesi'ndeki müfrezeye iltihak silahlı kuvvetler mutlaka Hormek, Lolan, Çarek aşiretlerinden olacak ve başka aşiretlerden kuvvet alınmayacaktır ve kabul edilmeyecektir.
7 - Arpadersi'nda toplanan millî kuvvetlerimiz, her aşiret efradına kendi rüesâsı muhabere, emir ve nezaret edecektir. Bu kuvvetler Hınıs Müfreze Kumandanlığı'na bağlı bulunacaklardır.
13 Mart 1341
Hınıs Müfreze Kumandanı Kaymakam Osman"
Aynı gün 7. Kolordu Komutanlığı, 17. Tümen Komutanlığı'na verdiği emirde, "alınan haberlere göre, âsî Şeyh Sâîd'in ikinci kez Diyarbekir'e taarruz edeceği anlaşılmaktadır; âsîlerin biri Kadıköy, diğeri Dinkiçon dolayında olmak üzere iki yerde yoğunlaştığı anlaşılıyorsa da gerçek taarruzlarını hangi bölgeye yöneltecekleri kestirilemez," diyordu.
16 Mart 1925 tarihli resmî tebliğde ise, "ayaklanma bölgesinin durgun olduğu, Erganî'yi tutan âsîlerin dağılmakta oldukları ve âsîler arasında yiyecek sıkıntısı başladığı" bildiriliyordu.
Gûmgûm'un denetime alınışının beşinci gününde, Şeyh Abdullâh idâresindeki 1000 kişilik grup, 17 Mart'ta Şeytan ( Arpaderesi )'a hareket etti. Jandarma gücüyle burada yapılan müsâdereden sonra Kîrs ( Boylu ) adlı köye döndüler. Şeytan ( Arpaderesi ) cephesini arkadan kuşatmak için Xâlîd-ê Cibranî'nin kardeşleri Selim ve Ahmed, 200'e yakın bir birlik ile 19 Mart'ta Gûmgûm ( Varto )'dan çıktılar.
Aynı gün Şeyh Sâîd Efendi, Şeyh Abdullâh'a şu mektubu yazar:
"19 Mart 1341 Reşâdetlu Efendim Şeyh Abdullâh'a,
Tarihten oniki gece ewwel Diyarbekîr'i ihâtâ ve gecenin saat sekizinde hücûm ettik. Hücûm saatinin yanlış anlaşılması ve şehrin de fewqelme'lul fazlaca tahkim edilmiş bulunması ve biraz da askerimizin tamahkârlığı yüzünden fetih müesser olmadı.
Ferdası günü zarurî olarak sekiz saat geri çekildik. Quwweti toplayıp üç gün önce tekrar şehir üzerine geldim. Üç tarafı ihâta edilmişse de Mardin kapısı henüz açıktır. Ve şehir, xarîcle muhâbere ve muwassalasını oradan temîn etmektedir. Ewwelki gün Qadî köyünde biraderim Şeyh Abdurrâhîm koluyle ve Seqwî qariyesinde de diğer bir kolumuzla öğleden sonra düşman harbe başladı. Bir şehîd ve iki mecruhumuz oldu. Düşmandan altmış küsür esir aldık. Onüç telefâtı vardır. İki top ve üç mitralyözünü tahrib ettik.
Gırê Sor eşraf ve ayânından bir cemiyet Titrîş'te mülâqat ve ittifaqa beni dâwet ettiler. Niyetlerinden ne derece sâdıq oldukları henüz mâlum değildir.
Bugün üç yüz kişilik bir quwwetle oraya gideceğim. İnşaallâh Gûmgûm'u aldığınızı işittim, doğru mudur? Erz-i Rom veya Mıj üzerine yürümek taqdîrinize tabidir. Mâiyetinizdeki meşayix, reisler, ağa ve beyler ve aşair efradının cümlesine selâm ve dûâlar eder, dûâlarınızı niyâz eylerim.
Şunu muhaqqaq biliniz ki, rehâwet muzırdır. Mâdem ki bu işe teşebbüs etmişizdir, Allâh etmeye, muwaffâqîyyet xâsıl olmazsa, Xâlîdîler'in kökünü keseceklerdir. 'Ben yaptım - yapmadım' gibi müdâfâlar mesmu olamaz. Binaenaleyh, düşmana vakit kazandırmaksızın faaliyet ve ğayret göstermek vâcibdir.
Sizden çok muwaffaqîyyetler umud ederim.
Ey nur-u aynım,
Harbin bütün ağırlığı bu hawalî halkına mı yüklenecek? Ümmet-i Mûhâmmed burada malını ibzâl, kanını isâr ederken, bir kısım çoğunun çubuğunu yakıp keyif çatması câiz midir?
İhtilâlin dairesi genişledikçe, hükûmetin kuvveti parça parça olur ve zayıflar. Bu sebeble de mûcâhîdlerden qawîler muwaffaq olur, zayıflar da qawîleşir.
Xînûs'un işgalinden sonra Ali Rızâ'nın Bazîd cihetlerine gitmesi şimdilik muwafıq olmasa gerektir. Oraların vâziyet ve ahwali tamamen mâlum değilse de fikrime göre Ali Rızâ, Mescîdî Boğazı'ndan Qornîz Cebhesi'ne kadar mühim mevkilerde müdafaa hatları tesis etsin. Erz-i Rom'dan gelebilecek düşman kuvvetlerine karşı dursun. Siz de bütün kuvvetlerinizle Mıj üzerine ve oradan Zûlqarneyn'e yürüyünüz. Fakat dâima ihtiyat ve basîretle hareket ediniz.
Şeyh Sâîd El Naqşibendî"
20 Mart'ta, Şeyh Sâîd safında bulunan Şînık ( Koçuşağı ) aşireti, Malkışî ( Çemişgezek )'ye taarruz etti ise de başarılı olamadı ve geri çekildi.
Tam bu sırada "elem verici bir haber" tüm Kürdistan'ı yasa boğdu. Şeyh Sâîd Qıyâmı'nın beyin takımından ve en etkin şâsîyyetlerden olan Xâlîd-ê Cibranî ve eski milletvekili Yusuf Ziya, Zûlqarneyn ( Bitlis )'de idâm edildiler.
Xâlîd-ê Cibranî'nin idâm edilerek şehîd olduğu haberini alan Şeyh Abdullâh ve Cibran ileri gelenleri 23 Mart'ta yeniden Arpaderesi geçidine yüklenmiştir. Ancak sonuç alınamadan Kîrs ( Boylu ) köyüne dönüldü. Burada Xormek ve Lolan birlikleri, Şeyh Abdullâh Efendi'nin kuvvetlerini arkadan ve yandan çevirmişlerdi. Bunun üzerine Şeyh Abdullâh, Qâsım-ê Cibranî, İsmâil Bey ve üç yüz atlı kuvvet, Gûmgûm Nehri'ni geçip Şerefeddîn Dağları'na çıktılar. Bu çekilme sırasında Xâlîd-ê Cibranî'nin amcası Hesen şehîd edildi. Gûmgûm bölgesi, topçu birliği desteğinde yeniden devlet denetimine geçti. Xâlîd-ê Hesenan, Ali Rızâ Efendi, Kerem Bey ve arkadaşları da kuvvetleriyle beraber Beranîk ( Bulanık )'in Şîrvan Şeyh ( Adıvar ) köyüne dönmüşlerdi.
Başbakan İsmet İnönü'nün Şark İstklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîsi Ahmed Süreyya Özgöveren'e "çok gizlidir" kaydı ile gönderdiği telgraf ilginçtir:
"Gayet müstâceldir. Âdet: 2 / 19
Şifreli telgrafnamemiz Reis-i Cumhur Hazretleri'nin taht-ı riyâsetinde içtima eden Heyet-i Vekile'de tetkik olundu. İsticvab ve istizahlarına lüzum görülecek mebuslar hakkında Meclis'e ref'î masuniyet teklifinden başka tarik-i kanunî olmadığı ve teşkilat-ı esasiye kanununun tadil.i teklifine imkân bulunmadığı mütalaa olunmuştur.
İstklâl Mâhkemesi tetkikat ve muhâkemat esnasında bazı mebuslara temas ederse delâil-i tâfiye ile meclise arz-ı tabiîdir. Meclis hâl-i inkadde bulunmadığı zaman mâhkemenin bir teklifi varid olursa, meclisin içtimasına intizar veya derakap, meclisi içtimaa dâvet meselenin ehemmiyetine göre derpiş edilmesi münâsip görülmüştür.
Bervechi bâla Heyet-i Vekîl'e kararını arzederim efendim.
Başvekîl İsmet"
Ahmed Süreyya Özgöveren'e, Müdâfâ-i Millîye Vekîli Receb'in "gizlidir" kaydı ile gönderdiği telgraf ise şöyledir:
"Müstâceldir. Kalem-i Mahsus ( 790 ) no'ludur.
1.Mevcud su-i tefehhümden fevkalade müteessirim. Bu teessürün hududunu büyütmemek için bahis buyurulan ihtilâfı, Reis-i Cumhur Hazretleri'yle Başvekil Hazretleri'ne arzetmedim. Mes'elenin iş bu iş'arımla tamamen halledilmiş olacağına kanî olduğum için bu tarik-i hareket-i münâsip gördüm.
2. Mâhiyet-i mesele şudur:
İstiklâl Mâhkemeleri, buyurduğunuz gibi kanun-u mahsusla kendilerine mevdu selâhiyetin hududu dâhilinde bulunan ceraimi rüyet ederler. Ancak, bu defaki İstiklâl Mâhkemeleri mâlum-u âlileri olduğu üzere mezkur kanunda muhayyer ceraimden başka diğer cürümlerle dahi iştiğal etmek selâhiyetini tamamen haizdirler. Çünkü Takrir-i Sükûn kanununda ayrıca bir takım ef'al ve ceraimden bahsedilmekte ve hükûmetin mezkur ceâim erbabını İstiklâl Mâhkemeleri'ne verebileceği zikrolunmaktadır. Mütealis-i âlileri veçhile vazifeniz yalnız İstiklâl Mehâkimi kanunundaki cerâime maksur olsa, hükûmetin mezkur kanunun şümulu haricindeki şeyleri, mâhkemeye tevdi edememesi lazım gelirdi. Halbuki Takrir-i Sükûn Kanunu makus-u bî vâziyet ihdas eylemiştir. Nitekim Ankara Mâhkemesi de bu şekilde çalışmaktadır.
3. Bu esasa nazaran rüfeka arasında hiçbir ihtilâf yoktur. Saip ve Müfit beyler ve diğer rüfeka ile bir esas dairesinde görüşerek ihtilâfın tam teminini yoktan yere ehemmiyetsiz bir su-i tefehhüm yüzünden bütün memlekette aksi tesiri müşâhede edebilecek bir manzara-i iftirak ihdas edilmemesini, buradan hareketinizden evvel de görüştüğümüz veçhile nikat-i esasiyede aranızda kat'î vahdeti muhafaza etmenin ehemmiyeti memleket meselesi olduğunun daima derpiş edilmesini pek ziyâde rica ederim.
4. Güzide arkadaşlarımızın muvakkat ihtilâfından hiçbir eser kalmadığı hakkında sebkedecek müstâcel iş'arınızla ancak müsterih olabileceğim. Bütün rüfeka ile beraber sizin de gözlerinizden öperim.
Müdâfâ-i Millîye Vekîli Receb"
23 Mart 1925'te Osman Paşa komutasındaki hükûmet kuvvetleri Kalîkala ( Erzurum )'nın Xînûs ( Hınıs ) ilçesine girerler. Osman Paşa, xain-i leîn Xormek aşiretinden Ali Heyder ve Qâmer Lolanî ile diğer kartevhev ( işbirlikçi )'lere yeni görevler verir. Hükûmet birlikleri, Qırxalî ( Pirinçlik ) ve Tilalo ( Karaçalı )'yı mücâhîdlerle yaptıkları çarpışmadan sonra işgal etti.
Şeyh Sâîd'in mücâhîdleri, 24 Mart'I 25 Mart'a bağlayan gece Tilalo ( Karaçalı )'ya taarruz ettiler ve bu taarruz, zafer ile neticelendi. Bu çatışmada mücâhîdler on şehîd verdiler. Rejim askerlerinden de bir yüzbaşı, iki er öldü ve üç er yaralandı. Taarruz Lıcê, Hênê ve Çêwlîkli mücâhîdlece gerçekleştirilmişti.
Rejim kuvvetleri, Çapan ( Gündoğuran ) ve Dumanî ( Dumanlı ) köylerini ele geçirerek, mücâhîdleri Tilham ( Hantepe ) doğrultusunda geri çekilmeye zorladı. 26 Mart'ta rejim birlikleri Diyarbakır Ergani yolunun iki yanından ilerleyerek Xırbê Reş ( Yeniören ) Qerebâb ( Akçakapı ) hattına varıyordu.
TC birlikleri ile Xormek, Lolan ve Heyderan âşir-i leînleri, Osman Paşa'nın komutasında Şeyh Abdullâh ve Binbaşı Qâsım-ê Cibranî komutasındaki İslâm savaşımcılarını Leylek Dağı çevresinde kuşatırlar. Binbaşı Qâsım ve Şeyh Abdullâh, Gama Garko geçidinden kaçarak kurtulurlar.
Şeyh Sâîd Efendi, Şeyh Şerîf Efendi'ye bir mektub yazar:
"Şeyh Şerîf Efendi'ye, Selâm ve dûâlar eylerim. Fişeklerin noksan ve yokluğundan cepheyi Belkınê Dağı'na aldım. Bu tarafta Asker-i Romî ziyâdedir. Eğer helâqımızı mucîb bir manî yok ise Qereçol'dan geri çekilesiniz. Ve bir miktar kâfî kuvveti bize gönderesiniz. Ve Şeyh Hûseyn ile beraber güzelce Munbasut olarak yazasınız.
Cümle hârb arkadaşlarımıza selâm ve dûâlar eylerim.
7 Remezan 1341
Xâdîm'ul- Mûcâhîdîn Mûhâmmed Sâîd el- Naqşibendî"
Bu arada Dicle ve Maden rejimin eline geçer. 1 Nisan günü rejim kuvvetleri, Sedekan ( Bayrampaşa ) sırtlarında mücâhîdlerle giriştikleri çatışma sonunda Hênê ( Hani )'ye girerler. Palo'dan sonra birlikler, Xoynık ( Göynük )'a doğru ilerlerler. Şeyh Sâîd, Bingöl Genç arasına sıkışmış bir durumdadır.
Osman Paşa ilerler ve Bingöl, 8 Nisan'da rejimin eline geçer. Bu arada ihânet bitmek bilmiyordu. Şeyh Sâîd Cebhesi'nde bulunan Genç Jandarma Komutanı Kürt Üsteğmen Mihrî, hükûmet kuvvetlerine sığınarak Şeyh Sâîd hakkında rejime bilgi verir.
TC rejimi, İslâmî Qıyâm'a katılan Kuştîban ( Çukurca ) köyü ile Semıkan ve Reşkotan aşiretlerinin köylerini herşeyiyle ateşe verir. Bu arada Silvan'da İslâm askerleri, 12. alaya saldırırlar. Şeyh Sâîd'in kardeşi Şeyh Abdurrâhîm, Hani ve Dicle arasında direnişi sürdürür. Şeyh Şemseddîn de Silvan'dadır.
12 Nisan'da laik rejim, qıyâmın merkezi Dara Hênê ( Genç )'yi de alır. Artık herşey rejim lehinde işlemektedir.
14 Nisan günü Şeyh Sâîd, Şeyh Abdullâh, Binbaşı Qâsım, Şeyh Ğâlîb, Reşîd ve Timur Ağa, Sabîkan bölgesindedirler. Şeyh Sâîd Efendi, İran'a geçme kararındadır. Akçakapı, Kervas ( Yalaza ) ve Çapan köylerinde geceler.
Şeyh Sâîd Efendi, yanındakilerle birlikte Çapan ( Gündoğuran ) köyünden Çaxçaxê ( Görmüşler )'ye doğru yol alır. İshâqan ( Çubuklu ) köyünde konaklamak zorunda kalır. Burada bir durum muhâkemesi yapılır. Şeyh Sâîd'in damadı Şeyh Abdullâh teslîm olmak ister. Ancak Şeyh Sâîd, Qûr'ân'dan âyetler okuyarak O'nu bu kararından vazgeçirir.
16 Nisan'da Başbakan İ. İnönü'ye şöyle bir mektub gelir:
"Başvekîl İsmet Paşa Hazretleri'ne; Şimdiye kadar yapılan tetkikatımız neticesinde son hâdise-i isyânın tekevvününde şark vilâyeti mebuslarından bazı zevâtın alakadar oldukları zann ve kanaat halinde tebellür etmektedir. Bu hususun daha iyi tezâhürü için inde'l- iktizâ kendilerinin isticvâbı zât-ı mes'eleyi tamamen tevzîh edecekse de masunîyyet-i teşrîyyeleri mevcûd oldukça bu bâbda heyetimizce birşey yapmak mümkün olamayacağı gibi, Meclîs'in de tatilinin takarrübü hesâbıyla evrak-ı tahkîkiyenin Meclîs'e irsâli ile Heyet-i Umumîye'den bir karar ahzi de müstahlil bulunmaktadır.
Binâenaleyh hâdise-i isyanîyye ile alakadar olan mebusların maznunen isticvabları ve taht-ı muhâkemeye alınmaları için mâhkememize selâhiyet itâsı zımnında hükûmetçe Meclîs'e teklifi halinde Heyet-i Umumiye'nin tasvîb edeceğine kanaata buyurulursa, teşkîlat-ı esâsîye kanununa zeyl olunarak bir madde-i muvakkate teklîf ettirilmesini vatan ve milletin menâfi-i âlîyyesi nâmına zarurî addeder ve bu hususta emr-i cevabîlerine muntazır olduğumuzu arzeyleriz efendim.
Lütfî, Müfit, Avnî, Ali Saip, Ahmed Süreyya, Mazhar Müfit."
ŞEYH SÂÎD'İN YAKALANIŞI VE HİÇBİR ZAMAN UNUTULMAYACAK BÜYÜK İHÂNET
Şeyh Sâîd'in bacanağı Binbaşı Qâsım, Şeyh Sâîd kuvvetleri ile beraber idiyse de, aslında laik rejim tarafından satın alınmıştı ve Binbaşı Qâsım, Şeyh Sâîd ve hareketin seyri hakkında her zaman rejime bilgi veriyordu. Yani ajan idi.
Şeyh Sâîd ve beraberindekiler, 14 Nisan'da, İran'a geçmek için doğuya doğru yola koyulmuşlardı. 15 Nisan'da Muş'taki Abdurrahmânpaşa Köprüsü'ne geldiklerinde, Şeyh Sâîd Efendi, bizzat bacanağı Qâsım Bey tarafından yakalattırılır ve TC'ye teslîm ettirilir. Bu, bardağı taşıran son damladır. Ancak, "ihânet tarihi" olan Kürt tarihindeki ne ilk, ne de son ihânettir.
Bu ihânet, hiçbir zaman unutulmayacaktır. Kürt Tarihi demek, Şeyh Sâîd Qıyâmı demektir. Şeyh Sâîd Qıyâmı demek, "ihânet, ihânet ve ihânet" demektir. Tam üç defa "büyük ihânet""
Biri, Malatya üzerine yürürken Alevî ve Kürtçüler'dan, biri Kiğı üzerine yürürken Kürt millîyetçisi Xormek aşiretinden, sonuncusu ve nihâî darbeyi vuran da İran'a geçmeye çalışırken Binbaşı Qâsım Bey'den"
Kendilerine en büyük ihâneti yapanlar olarak, kendilerine en can-ı gönülden biât edenleri bulan İslâmî qıyâm önderlerinden, tarihte ilk nazarda Kerbelâ'daki İmâm Hûseyn'i ve Dara Hênê'deki Şeyh Sâîd'i görmekteyiz. Kerbelâ Qıyâmı ile Dara Hênê Qıyâmı arasında, gerçekten şaşılacak derecede benzerlikler vardır.
İmâm Hûseyn ve Şeyh Sâîd" Biri Aşağı Mezopotamya'da, biri de Yukarı Mezopotamya'da" Her ikisi de nifâqın, zûlmün ve sömürünün dorukta olduğu, iç politika ile ilgili olarak konuşmanın yasaklandığı, konuşan dillerin kesildiği, İslâm toplumunda çözülmelerin ilk olarak görüldüğü, laisizmin ve nasyonalizmin hortladığı, Qûr'ân âyetlerinin sosyal ve siyasal hayattan yine Qûr'ân âyetlerinin delil gösterilerek sökülüp atıldığı, İmâm Ali ( as )'nin ifâdesiyle "kürkün ters çevrilip İslâm'a giydirildiği", Ali Şerîâtî'nin tabiriyle "Sünnet adına, herşeyden önce Qûr'ân ve Sünnet evinin yetiştirdiklerinin kurban edildiği" bir dönemde QIYÂM etmişlerdi.
Yezîd ve İsmet İnönü" Haccâc-ı Zâlîm ve Kâzım Dirik"
Haccâc, dilleri kılıçla susturuyor, Kâzım Dirik ise parayla" Şeyh Sâîd Qıyâmı'nda İsmet İnönü'nün çizmelerine boyun eğmeyenlerin, Kâzım Dirik'in cüzdânına nasıl boyun eğdiklerini görüyoruz.
Kufe Ehli ve Gêğî Ehli, hep aynı şâhsîyetler"
Ancak bu kanlar, şehîd kanlarıdır. Şehîdlerin kanı boşuna akmaz.
İmâm Hûseyn'in dökülen kanı, 1979'da İran coğrafyasında semeresini verdi. Şeyh Sâîd'in kanı ise henüz değil"
"Zûlmedenler, nasıl bir inqılâbla yıkılıp devrileceklerini yakında bileceklerdir." ( Şuârâ, 227 ) ŞEYH SÂÎD QIYÂMI BİTTİ SIRA QATLİÂMDA
28 Nisan'da İsmet İnönü, Şark İstiklâl Mâhkemeleri Müdde-i Umumîsi Ahmed Süreyya'ya ikinci mektubu yazar :
"Silvan civârında kalan Şeyh Şeynseddîn ve bazı rüesâ affolunmak şartıyla dehâlet teklîfini tekrar etmektedirler. Müfettiş Paşa hazretleriyle derhal görüşerek fikrinizi makinâ başında bildirmenizi ricâ ederim. Benim mütalaam Şeyh Şeymseddîn gibi rüesânın affı, isyânın tekerrürünü tescîl etmek demektir. Binaenâleyh mevkufların İstiklâl Mâhkemeleri'nden geçmelerinden feraget etmek zararlıdır. Kendilerine söyleyebileceğimiz, eğer bilâ kayd û şart dehâlet ederlerse bu hareketlerinin mâhkemece esbâb-ı muhaffeîn addolunması varîd olduğu, fakat muhâkemelerinden vazgeçmek mümkün olmadığı zeminindedir.
Şüphe yoktur ki, kan ve zaman sarfetmeksizin isyâna iştirak etmiş olan köylüleri teskin ve isticlâb etmekte fayda vardır. Bütün bu ahvalı, oradaki müşâhedat ve intibâınıza göre mütalaanızı bildirmenizi ricâ ederim.
19 Nisan 1341 saat 4:00. Sonraya kadar cevabınızı alabilirsem Heyet-i Vekîle'de mütalaa edeceğiz. Kararımızı teblîğ edeceğiz efendim.
28 Nisan 1341
İsmet"
Bir gün sonra yanıt gelir :
"Ankara'da Başvekîl İsmet Paşa Hazretleri'ne, Makinâ başında bizzat.
No: 18
Müfettiş Paşa, Naci Paşa ile taşraya gitmiştir. Fakat bu hususta evvelce görüşmüştük. İsyân, müstâkîl bir Kürdistan teşkîli maksadıyla vukua gelmiştir. Birçok seneler hep bu gayeler için çalışılmış olduğu muhakkaktır. Bu rûhun ölmesi ve öldürülmesi en mukaddes bir fâriza-i millîyedir. Bunun için de Kürdistan'da baş olabilecek bütün eşhas-ı muzirrenin kat'iyyen affedilmemesi elzemdir.
Kanaat-i devletinize büyük ve katî bir imânla tamamen iştirak etmekteyim. Müfettiş Paşa'ya da evvelce aynı fikir ve kanaati söylemiştim. Kendileri de doğru bulmuşlardı. Müfit, Saip, Avnî Beyler arkadaşlarım da aynı kanaati söylemişlerdi.
Şeyh Şeymseddîn'in affedilmemek ve herhalde muhâkeme olunmak şartıyla dehâleti kabul olunmalıdır. Hürmetle ellerinizden öperim paşam.
Şark İstiklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîsi Ahmed Süreyya
C. 28 Nisan 1341 şifreye 29.4.1341"
İsmet İnönü, "ellerinden hürmetle öpen" A. Süreyya Özgöveren'e cevâbî mektubu aynı gün yollar:
"Müstâceldir. Makinâ başında.
1. Heyet-i Vekîle, 29 Nisan 1341 tarihli içtimâsında Şeyh Şemseddîn ile bazı rüesâsının affolunmak şartıyla Silvan'daki kumandanımıza dehâlet teklîflerini mütalaa ve tetkîk ve erkan-ı hârbîye-i umumîyenin tâlimat-ı esâsîyesini tasvîb eylemiştir. İttihâz olunan karar aynen ikinci maddededir.
2. Şeyh Şemseddîn ve emsali rüesâ-yı ussâtın İstiklâl Mâhkemesi'nde muhâkemelerinden sarf-ı nazar etmek mümkün değildir. Esasen rüesâ-yı ussâtın bu müracaatlarında dahi hüsn-ü nîyetten eser yoktur. Mâhkûmlar, bütün isyân mıntıkasında en ziyâde olarak devlete zarar vermeye çalıştıktan sonra Kırkbirinci Fırka kumandanımızın dört gün zarfında bütün mağsubâtı iâde etmek suretinde verdiği cevabî emre dahi riâyet etmiyerek bilakis hareket-i askeriyemizi yedi gün tehir etmişler ve hükûmet ile doğrudan doğruya temasta bulunmak lazım gelen köylüleri kurtaracak bir vâziyet takınmışlardır ve şüphe yoktur ki, kendilerini maddeten ve mânen takviyeye çalışmışlardır. Hükûmet, rüesâ-yı ussâttan dehâlet etmek fikrinde olanları bilâ kayd û şart teslîm-i nefse dâvet eder. İstiklâl Mâhkemesi'nda muhâkemeleri tabiîdir.
Harekât-ı Askeriye'ye bilâteahhür yeniden başlanarak isyânda temerrüd edeceklerin kâmilen, katîyyen ve serian kahır ve tenkîl edilmeleri matlubdur. Harekât-ı tedibiyenin bilhassa en büyük sür'atle hitama erdirilmesi, devletin dahilî ve haricî menafi-i âliyesinin icâbat-ı mübremesindendir.
3. İş bu kararname Müdâfâ-i Millîye, Dahilîye Vekâleti ve Erkan-ı Hârbîye-i Umumîye Riyâset-i Celileleri'ne ve Şark İstiklâl Mâhkemesi Riyâset ve Müdde-i Umumîliği'ne teblîğ olunmuştur.
29.4.1341
Başvekîl İsmet"
30 Nisan Perşembe günü Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası kâtiblerinden Fethî Bey yargılanıyordu. Tam bir suç unsuru bulunamadığından, Fethî Bey, 5 sene hapis cezası ile Samsun cezaevine yollandı.
3 Mayıs'ta, yargılamalarla ilgili olarak mâhkeme heyeti arasında bir yetki ihtilâfı ortaya çıktı. Üyelerden Lütfî Müfit ve Ali Saip, Kemal Feyzî'nin idâm edilmesini Ahmed Süreyya Özgöveren'in önlediğini iddiâ ettiler. Buna karşılık A. Süreyya, "eğer fikirlerinizde sabit iseniz ben yarın durumu Ankara'ya bildiririm, yazacağım şifreyi de isterseniz size gösteririm" diyordu. Bunun üzerine Lütfî Müfit, "bizim muayyen bir amacımız var, bu amaç için gerekirse kanunun da üzerine çıkarız" demişti. Savcı A. Süreyya, durum hakkında Ankara'ya şifreli telgraf çekti:
"Ankara'da Müdâfâ-i Millîye Vekîli Receb Beyefendi'ye, No: 21
Bugün Ali Saip Bey kardeşimiz Ankara Mâhkemesi'nin kanun-u cezanın her maddesiyle hükümler vermekte olduğunu, bizim neden İstiklâl Muhâkimi kanunuyla mukayyet bulunduğumuzu Mazhar Müfit ve Müfit Beyler huzurunda bendenizden sordu. Mes'eleyi izâh ettim ve mâhkememizin kanun haricine çıkmadan millî ve vatanî gayenin tahsiline muktedir olacağını ve nitekim bu ana kadar hiç böyle bir ihtiyaç ve zaruretle karşılaşmadığımızı ilave ettim. 'Biz bütün kanun-u ceza ve askerî ceza kanununun herhangi bir maddesiyle hüküm verirsek itiraz eder misiniz?'dedi. Tabiî makam-ı iddiânın selâhat-i itiraziyesini isti'mal etmenin mümkün olduğunu söyledim. 'Öyle ise ben böyle çalışmam, istifâ ederim' ve 'Reis Bey yazınız, ben müdde-i umumî ile ihtilâf-ı efkâr sebebiyle istifâ edeceğim' gibi sözler de söyledi. Kendini tatmine, iknaa çalıştım. Bilmem ki muvaffak oldum mu? Müfit Bey, 'Kırşehir'de Saip Bey'e iştirak ederim' buyurdular. Ve ilâve ettiler: 'Biz idârî kararlar da verebilmeliyiz' mütalaasını müştereken sarfettiler.
Receb Beyefendi, bu bittabi ne câizdir ve ne de müfittir. Filhakîka daire-i kazamızdaki bütün işlerin mühîmlerini bile muhâkeme etmeğe vaktimizin kifâyet etmeyeceği bir zamanda bu kabil şâhsî arzu ve mülahazalarda ne fayda vardır anlıyamıyorum. Biz Varto'da, Bitlis'te, Elâzîz'de, Van'daki müthîş hâin ve cânîleri bırakalım da üç ay hapis, beş ay hapis gibi işlerle mi uğraşalım?!
İstiklâl Mâhkemesi, ahkâm-ı kanunîyeye göre, ancak bervech-i at-i mevadd-ı rü'yet eder. Bu mevaddın haricindeki işler selâhiyet ve vazifemizin haricinde kalır.
İş bu hususî ve şâhsî maruzat ve mütalaatımın büyük müncî Gazi Paşa Hazretleri'yle İsmet Paşa Hazretleri'ne hususî olarak arzıyla hepimize ara sıra irşadatta bulunmanızı, müthiş ve müzmin vatan tehlikesi karşısında büyük bir hiss-i al-i vatanperî ile gözlerinizden öperek çok istirham ederim kardeşim.
4.5.1341
Şark İstiklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîsi Ahmed Süreyya"
5 Mayıs Salı günü, akşam üstü saat 16:00 sularında Şeyh Sâîd ve 28 kişilik mâiyetleri, rejim askerleri tarafından Amed ( Diyarbakır )'e getirildiler.
En önde bir askerî müfreze, arkada Şeyh Sâîd, damadı Şeyh Abdullâh, Şeyh Şerîf, hâin-i leîn Binbaşı Qâsım ve diğerleri ayrı ayrı korumalarla getiriliyordu. Korumalar, 19. Alay'a bağlı askerlerden oluşuyordu. Hükûmet Konağı önünde 3. Ordu Müfettişi General Kâzım Orbay ( hâin Xormek aşiretine, Gêğî ihâneti ardından kutlama telgrafı yollayan kişi İ. S. ), Kolordu Komutanı General Mürsel, Diyarbekîr Valisi Mithat, İstiklâl Mâhkemesi Başkanı Mazhar Müfit Kansu ve diğer mâhkeme heyeti vardı.
Hükûmet Konağı önünde Şeyh Sâîd ile Kolordu Komutanı General Mürsel arasında şu konuşma geçti:
General Mürsel: "Hoşgeldin! Seyâhât nasıl geçti? Yolda rahatsız oldun mu?"
Şeyh Sâîd: "Sefer zâhmettir."
Gn. Mürsel: "Hastalandığınızı duydum, şimdi nasılsınız?"
Şeyh Sâîd: "Hâmdolsun Râbbim'e, sıhhâten iyiyim."
Gn. Mürsel: "Yemek yemeğe başladınız mı?"
Şeyh Sâîd: "Hayır, biraz iştâhsızlığım üzerimde."
Gn. Mürsel: "O halde tedâvinize devam etsinler, doktorlar bakıyorlar değil mi?"
Şeyh Sâîd: "Evet, Allâh râzı olsun, bakıyorlar."
Sonra General Mürsel fısıltılı bir sesle kıt'a komutanına emir verdi: "Götürün, istirahat etsinler."
Bu konuşma esnâsında fotoğraflar çekiliyordu. Şeyh Sâîd ve beraberindekiler, idâma kadar kalacakları hapishaneye sevkedildiler.
Amed ovasının Qamîşek ( Gevendere ) köyünde ikâmet eden Şeyh Şemseddîn Huweydanî'ye, bu esnâda Şeyh Sâîd'in, hâin bacanağı Binbaşı Qâsım tarafından ihânete uğradığı ve Amed'e doğru getiriliyor olduğu haberi iletilir iletilmez Şeyh Şemseddîn Efendi, bir cengâver gibi kuvvetlerini rejim askerleri üzerine sevkeder. Fırka Kumandanı Cemil Câhid'in emri altında bulunan askerî kıt'alar ile Farqîn ( Silvan ) yakınlarında çok şiddetli bir çatışmaya girişir. Bekîran ve Reşkotan aşiretleri, Élîh ( Batman ) Köprüsü'nde fırkanın bir alayını bozguna uğratırlar. Silvan'ın diğer Kürt kuvvetleri de, fırkanın diğer kıt'alarını kuşatarak, esir almaya az kalmışken, gecenin basması ve şiddetli bir yağmur yağması sebebiyle, nizam ve intizamdan yoksun olan Kürt kuvvetlerinin civar köylere dağılmasından istifade ederek, fırka kıt'aları kendini toparladı ve ertesi gün yeniden şiddetli bir savaşa girişti. Neticede Şeyh Şemseddîn de tutuklandı ve Şeyh Sâîd ile birlikte yargılanmak ( ! ) üzere Diyarbekîr İstiklâl Mâhkemesi'ne getirildi.
7 Mayıs'ta, A. Süreyya'dan Receb Beyefendi'ye ikinci bir mektub gelir:
"Müdâfâ-i Millîye Vekîli Receb Beyefendi'ye, Zât'a mahsustur.
No: 30 Şifre
Diyarbekîr 7/5/1341
C: ( 790 ) no'lu şifreye
Mütekaddem şifreme merbut cetvelle Takrîr-i Sükûn Kanunu da musarrahtır. Bu kabil dakaik-i melekiyenin nazarımdan kaçmayacağına emin olduğunu zannederim. Mesele bunların dahi haricindeki hususta müteferrî idi. Mamafih benden otuz beş yaşında bir genç âzim ve imânı ve seksen yaşında bir ihtiyar sükûnet ve dur endişesi ile hareket-i intizâr buyurunuz.
Esasen zât-ı maslahatı müteessir edecek mes'ele yoktur. İş'ârım sırf şâhsî ve kardeşçe bir hâsbihaldi. Müsterih olunuz çok temiz kalpli mert kardeşim.
Şark İstiklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîsi A. Süreyya"
İki gün sonra Başbakan İsmet İnönü, A. Süreyya Özgöveren'e şu mektubu yazar:
"İstiklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîsi Süreyya Beyefendi'ye, Zât-ı âlileriyle mâhkeme âza-yı kîramı arasında bazı su-i tefehhümler hadis olduğuna Receb Beyefendi vesayetiyle tesâdüfen mutallî oldum. Diyarbekîr İstiklâl Mâhkemesi'nin hemaheng mesâisi, bir vatan ve devlet mes'elesi olduğundan, bütün arkadaşlarımızın daima ve samîmen imtizaç için sarf-ı mahasal etmelerine intizar olunur.
Hale ve bahusus istikbale ait çetin bir mes'ele-i millîyeyi halletmek üzere ve haklarında bir itiimat ve intihap olunan arkadaşlarımızın gayret ve muvaffakiyetlerini ne kadar alakayla takib ettiğimizi takdir buyuracaklarına eminim.
Bilvesile gözlerinizden öperim efendim.
9.5.1341.
Başvekîl İsmet"
Yanıt, aynı gün alınır:
"Başvekîl İsmet Paşa Hazretleri'ne, Zât'a mahsustur.
No: 34
C. 9/5/1341 şifreye
İrşâd ve teveccühünüze ansamîm teşekkür ederim. Receb Beyefendi'ye cevaben yazdığım ikinci şifrenin de mütalaasını istirham ediyorum.
Bütün bir vatan ve millet mes'elesi olarak telakki ettiğim Kürt isyân ve ihtilâli karşısında şâhsiyetimin en gayrı kabil-i terk, hukuk ve hususîyetlerini de yok farzederk çalıştığım ve bu tevazuu mutlak içinde çalışmaya vicdanen borçlu olduğumu arzederim.
Hürmetle ellerinizi ve gözlerinizi öperim Paşam.
Karesî Ahmed Süreyya"
Bir gün sonra ise A. Süreyya'ya 3. Ordu Müfettişliği'nden bir telgraf gelir:
"Şark İstiklâl Mâhkemesi Müdde-i Umumîliği'ne, 3. Ordu Müfettişliği Mehâkim Şubesi
Adet: 374
Diyarbekîr 10/5/41
1. Harekât-ı isyâniyenin tertib ve idaresinden âmil olmakla maznun-u aleyhim Şeyh Sâîd ve diğer meşâyîh ve rüesâyla, bunlar meyanında derdest veya fiilleri itibariyle müşâreketleri görülerek sevkedilen ve el'an Diyarbekîr'de tevkifhane-i örfîde mevkuf bulunan 39 şâhsa ait evrak-i tahkikiye ve vesaik merbut cetvelde gösterildiği üzere dokuz kıt'a mazrut halinde ve her birinin mevcudiyetini irad eden melfufat puslalarıyla birlikte takdim kılınmıştır.
2. Bu 39 şâhıstan yirmisi hakkında Varto İstintat Dairesi'nce ısdar olunan gayr-i muvakkat tevkif müzekkereleri mevcud olup evrak-i tahkîkiyye meyanındadır.
Mütebaki ondokuzu hakkında tevkif müzekkereleri mevcud değildir efendim.
3. Ordu Müfettişi Ferik"
23 Mayıs günü Şeyh Sâîd'in ilk sorgusu yapıldı. Müdde-i Umumî Ahmed Süreyya, bir yandan mücâhîd âlimlerin sorgularıyla uğraşırken, beri yandan da iddiânameyi bir an önce hazırlamakla meşguldü. Zirâ, İslâmî qıyâmın önder âlimlerinin aralarında bulunduğu bu grup, mâhkemenin bakacağı en önemli dâvâ idi. Savcı Ahmed Süreyya, sanıklarıb tutuklu yargılanmalarını isteyerek, hazırlamış olduğu iddiânameyi mâhkeme başkanlığına verdi.
İlk duruşma ise 26 Mayıs Salı günü Diyarbekîr Sineması'nda kalabalık bir dinleyici kitlesi önünde başladı. Mâhkeme heyeti yerini aldı. İlkin sanıkların kimlik tesbîtine geçildi ve bu esnada Mâhkeme Başkanı Mazhar Müfit Kansu ile Şeyh Sâîd Hazretleri arasında şu konuşma geçti:
- Adınız nedir?
- Mûhâmmed Sâîd.
- Babanızın adı?
- Şeyh Mâhmud.
- Nerelisiniz?
- Aslen Palo'luyum, fakat Xînûs'ta oturuyorum.
- Kaç yaşındasınız?
- Altmışı geçkinim.
Hüviyetlerin tesbîtiyle Savcı Ahmed Süreyya, iddiânameyi okudu.
"Türk ülkelerinin Şark vilâyetlerinin belirli bir kısmında, bütün dünyanın muhtelif şekillerde öğrendiği bir isyân hâdisesi vardı. Hiç şüphe yok ki, senelerce içerden ve isyân sahası dışından vakî olmuş telkinler ve tasavvurlarla eşkiya hareketlerinin fiilen gözükmesiyle meydana çıkmıştır. İsyân hâdisesi iddiânamede anlatıldığı üzere, güya Peygamber dîninin yükseltilmesi perdesi altında meydana getirilmiştir. Halbuki asıl gaye Türk vatanının muayyen bir kısmını anavatandan ayırmak, vatanın birlik ve beraberliğini bozup dağıtmaktan ibâretti. Huzurunuzda bulunan Hınıslı Şeyh Sâîd, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, müslümanın malını, canını yok eden hareketleri fiilen idâre etmiş ve hepsine âmil olmuş inatçı bir vatan hâinidir.
Öbür sanıklardan Şeyh Abdullâtif ve kardeşi Şeyh İsmâil, isyânın şefi olan Şeyh Sâîd'in bu eşkiyalık hareketine fiilen katılmışlar ve Diyarbekîr'e yapılan hücûmun muvaffak olması için de telkinde bulunmuşlardır.
Şeyh Mûhâmmed Şerîf, Elâzîz Cephesi Kumandanı adıyla oradaki harekâtı idâre etmiştir. Şeyh Abdullâh, Darahini ve Varto hareketlerinde bulunmuş ve kendisine Şeyh Mûhâmmed Şerîf gibi Cephe Kumandanı ünvanı verilmiştir. Aynı zamanda Şeyh Sâîd'in damadıdır.
Kasım, Şeyh Abdullâh'ın Varto'yu işgal etmesi üzerine kendisine katılmış ve O'nunla uzun müddet birlikte çalışmıştır. Şeyh Ali ve Şeyh Musa, bir sürü eşkiyaya kumanda etmekten sanıktır. Mûhâmmed Mihrî'nin isyândan önceki günlerde hazırlıklara iştirak ettiğine dair elimizde esaslı deliller olmamakla beraber Şeyh Sâîd tarafından hizmete alınmış ve vazifesini terketmiştir.
Baba Bey ve Kâmil Bey de âsîlerin birer şefidir. Diğer sanıklar da harekete fiilen iştirak etmişler, hep aynı gaye için çalışmışlardır. İddiâlarımız, soruşturma evrakı, mektuplar ve mâhkeme esnasındaki sorgulardan anlaşılacağından, mâhkemenin bu esaslara göre yapılmasını taleb ve dâvâ ederim."
Haksöz