Şeyh Said'in Derdi Kürdistan Değildi

PKK ile Velioğlu Hizbullahını ilintilendirmeye çalışan ve Şeyh Said(r.a.)'yı isyancı olarak niteleyen Star gazetesindeki reportaj...

PKK'nın 1984'te başlayan eylemlerinden bugüne kadar on binlerce insan öldü. Başta 'bir avuç eşkıya' diyerek küçümsenen PKK giderek uluslararası bağlantıları olan bir 'güç' haline geldi. Bu süreçte Kürt sorunuyla ilgili siyasi adımlar atılmadı. 'Kürt sorunu' diyebilmek için bile nice zaman geçmesi gerekti. Abdülbaki Erdoğmuş, sorununun başlangıç tarihini 1924'e götürüyor ve çözümün demokrasi ve hukuk devletinin geniş anlamda işletilmesiyle mümkün olacağını söylüyor.

İşte HALİME KÖKÇE'nin röportajı

KÜRT sorunu ifadesini Başbakan Erdoğan ilk kullandığında tepki toplamıştı. Mahzun Mezopotamya kitabında uzun uzun anlattınız, nedir bu, bir kimlik sorunu mu yoksa ekonomik reformlarla üstesinden gelinebilecek bir sorun mu?

Sayın Erdoğan, sorunu adıyla doğru olarak tanımlama cesaretini göstermiştir. Ne yazık ki sonraki gelişmelerle geri adım atılmıştır. Ancak bir şeyi açık konuşmak gerekir. Aydınların, ayrılıkçı Kürtlerin, Kürt milliyetçilerinin, sorunu tanımlamalarında da problem var. Devlet açısından Kürt sorunu, isyan, bölücülük ve terördür. Kürtler için ise, kimlikleriyle ve haklarıyla var olamama sorunudur.

Yani size göre Kürt sorunu esas olarak bir kimlik sorunu mu?

Kürtlerin kimlik sorunu dediğimizde Kürtlere farklı bir etnik yapının, dilin, yaşam tarzının dayatılması anlaşılmalıdır. Beş bin yıldır aynı coğrafyada Kürt olarak yaşadıktan sonra, sana 'sen Kürt değilsin Türk oldun. Türkiye'de Türk, Suriye'de Arap, İran'da da Fars oldunuz.' deniyor. Oysa bir Türk, dünyanın neresine giderse gitsin Türk'tür ve başka bir unsurdan olmak aklına gelmez. Kimlik dayatması işte budur.

Sorunun miladı nedir sizce?

Mezopotamya'nın beş bin yıllık, Osmanlı'nın da yaklaşık dört yüz yıllık sadık tebaası olan Kürtler, 1924 Anayasası ile yok kabul edilerek artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Türkleri sayılmıştır. Bence Kürt kimliği, ilk olarak bu tarihten itibaren sorun olarak Türkiye'nin siyasal gündemine gelmiştir. 1924 Anayasası, Anadolu'daki Müslüman ahaliden bir modern Türk ulusu çıkarma projesidir. Jakoben uygulamalarla birlikte aynı tarihten itibaren özellikle bilim merkezleri olması gereken üniversitelerde, varlıkları milattan önceye dayanan Kürt halkının var olmadığına veya köken itibariyle Türk olduklarına dair, bilimsel gerçeklikten ve dayanaktan uzak çalışmalar başlatılmıştır. Bu uygulamalar, Kürtlerin sisteme entegrasyonu şeklinde değil, asimilasyon yoluyla Türkleştirme ve böylece tarihlerini unutturma amacıyla yapılmıştır.

En çok Türkiye kaybetti

Artık 'Kürt realitesi' diye bir şeyden bahsedilir oldu. Bunun yaraları sarmaya yardımcı olacak bir sürecin başlangıcı olduğunu düşünebilir miyiz?

Evet, siyasi parti genel başkanları, Başbakan, hatta Cumhurbaşkanları düzeyinde Kürt gerçeği kabul edilmeye başlanmıştır. Yerleşik iktidar odakları bu realiteye direnişini sürdürse de siyaset, medya, aydın, iş dünyası ve geniş anlamda halk kitlelerinin, devletin Kürtlere yönelik asimilasyoncu uygulamalarından mahcubiyet duymaya başlamıştır. Bu gelişmeleri hayra yormak gerek.

Kitapta Osmanlı-Kürt ilişkilerini de uzun uzun anlatıyorsunuz. Sorunsuz bir tablo çıkmış ortaya. Osmanlı'da Kürtler hiç sorun yaşamadı mı?

Tanzimat'a kadar, yaklaşık üç yüz yıl, ciddi bir sorun yaşanmamıştır. Kürtler olmuştur. 1516'da Osmanlı Devleti ile yapılan anlaşma sonucu Kürdistan, aşiret dağılımlarına göre değişik bölgelerde oluşturulan emirlikler ve beylikler aracılığıyla merkezî yönetime bağlı, özerk bir şekilde yönetilmiştir. Büyük ölçüde değişime uğramasına rağmen bu durum, 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. Asıl problem, Osmanlı yönetiminin modernleşme ve merkezîleştirme çabalarıyla başlamıştır. Hilafetin kaldırılması önemli bir milattır. Kürtler, Balkan Savaşlarında, daha önce Trablusgarp, Yemen ve daha sonra da 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın bir parçası olarak savaşmışlardır. Bu sadakatin tek nedeni, İslam bağıydı. Jön Türkler hareketiyle Osmanlı'yı saran milliyetçilik Kürtler arasında pek ilgi görmemiştir.

Osmanlı'da Kürt sorunu yoktu diyorsunuz ama Şark meselesi diye bir şey var. Bu apayrı bir şey olmasa gerek?

'Şark meselesi' vardı fakat Kürtlerle Osmanlı arasındaki sorunlar, halkların yerel feodal yöneticileriyle ilgili yetki alanlarından kaynaklanmıştır. Kürtlükten kaynaklanan bir sorun değildi. Çünkü Osmanlı yönetimindeki milletler; etnik ve dinî yapıları farklı olsa dahi, siyasal anlamı da içeren ümmet üst kimliği altında kendilerini güvende görüyorlardı.

Kürtler, Osmanlı'nın dağılma sürecinde bağımsız bir devlet talebinde olmadılar. Bu söylem ne zaman gündemlerine girdi.

1924 Anayasası'ndan itibaren Kürtlerde bir kimlik bilinci ve bağımsız bir devlet arzusu oluşmaya başlamıştır. Ancak Müslüman kimliğin öncelikli olması milliyetçi düşüncenin gelişmesini engellemiştir. Uluslaşma açısından baktığınızda bu bir kayıp gibi görülebilir ama sonuçta bu coğrafyada kaybetmeyen hiçbir millet kalmamıştır. Türkiye de kaybetmiştir. Koskoca Osmanlı'dan kalan küçücük bir coğrafyayı bir kazanım olarak mı göreceğiz? Bence en çok kaybeden Türkiye olmuştur. Türkler aynı zamanda kendi medeniyet tarihlerinden de kopmuşlardır. Koskoca Osmanlı'yı kuran Türkler, şu anda sadece 80 yıllık geçmişleriyle övünen Türkler haline gelmiştir. Bunun nesi kazanımdır? Kürtler devlet olma şansını kaybetmişlerdir ama Türkler de hafızalarını kaybetmişlerdir.

Kürtler en sadık milletti

Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Said ayaklanması dışında da bazı isyanlar olmuş. Oysa 1920'de Meclis'te yetmiş Kürt mebus olduğu biliniyor...

1921 Koçgiri olayları dışında Kürt kaynaklı ciddi bir olay yaşanmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Kürtlerin Osmanlı'ya ve Halife'ye sadakatle bağlı olduklarını bildiği için İslam vurgusunu sık sık yaparak Kürtleri tutmaya çalışıyordu. Kürtler, Cumhuriyeti Osmanlı gibi çoğulcu bir proje olarak gördükleri için destek vermişlerdi. Oysa Cumhuriyeti kuran elit kadro konuşarak, tartışarak, ikna ederek toplumu modernleştirmenin mümkün olmayacağını, Anadolu halkını ancak zorla değiştirelebileceğini düşünüyordu. Harften kılık kıyafete kadar toplumu baştan aşağı ve hızlı bir şekilde değiştirecek girişimlerde bulunuldu. Yaşanan olaylar malum, Takrir-i Sükûn, İstiklal Mahkemeleri, idamlar, sürgünler... İşte Kürtlerin itirazı bu süreçle birlikte gelmiştir. Milli Mücadele henüz başlatılmadan önce, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kafasında modern ulus-devlet projesi vardı. Cumhuriyetin kuruluş tarihine kadar, dini kesimler ve Kürtlere karşı takiyye yapıldığı anlaşılmaktadır.

Dışlama sistematik hal aldı

Osmanlı bakiyesi topraklarda, parçalanma kábusu yaşayan Mustafa Kemal ve arkadaşları için belki de ulus-devlet kaçınılmaz bir model olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeği de hesaba katmak gerekmez mi?

Bu gerçeği elbette görmezden gelemeyiz. Balkanlar, Orta Doğu ve Afrika hükümranlığını kaybeden ve Anadolu topraklarına sıkışıp kalan Türkiye, Cumhuriyet Devleti ile ayakta kalmayı başarmıştır. Ancak resmî ideoloji, devletin resmî kimliğini etnik bir kavram olan Türklük üzerine kurunca, Kürtler kendi topraklarında yok olma tehlikesiyle karşılaştılar. Tanzimat'la, Kürtlere karşı başlayan dışlama ve yabancılaştırma politikaları Cumhuriyet ile birlikte sistematik ve yasal bir hále dönüşmüştür.

Biraz da Kürt sorununun güncel başlıklarını konuşalım. Hizbullah ve PKK ve bu iki örgütün birbiriyle ilişkisi...

Bence Hizbullah PKK'ye can vermiş, toplumu PKK'ye daha çok yakınlaştırmıştır. Çünkü faili meçhul cinayetlerin muhatabı, Kürt iş adamları, aydınları, İslamcı bilinen kişiler, medrese mollaları ya da sıradan sivil insanlardır. PKK ile çatışmaya giriyordu fakat asıl işlevi, faili meçhul cinayetler, sokak ortasındaki infazlar, gasp ve haraç gibi sayısız yasa dışı eylemler için taşeron olmaktı. İşin ilginç tarafı, bu örgüt ile ilgili tatmin edici bir resmî bilgilendirme de söz konusu olmadı. PKK tabanının desteğiyle siyaset yapanların bile ciddi anlamda bu örgütü sorgulamadıkları gerçeği, bu işin bağlantılarının çok daha derinden olduğunu gösteriyor.

Irak'ın işgalinden sonra Kürt meselesi daha da uluslararası bir boyut kazandı. Irak'ın kuzeyinde oluşan yeni yapı ve Talabani ve Barzani'ye nasıl bakıyorsunuz?

Mesut Barzani ve Celal Talabani'nin, Irak'ın işgalinin kolaylaştırılmasında oynadıkları rol malum. Bunun başlıca nedeni, Kürtlerin, ABD'nin Irak'ı işgal etmesinden sonra bağımsız bir devlet kurma veya en azından statülerini yükseltme beklentileriydi. Fakat ABD, ilk defa bugün ve Kürtlerle bu bölgeye gelmiş değildir. Bölge devletlerinin bağımsız bir Kürt devletine veya federal yapıya karşı olmaları, Kürt liderlerinin işgalcilerle iş birliği içinde olmalarından değil; böldükleri, yok saydıkları Kürtlerin, kendi kimlikleriyle yeniden bu coğrafyanın temel ve etkin bir öğesi olarak ortaya çıkmalarından dolayıdır. Kürtlerin yaşadıkları ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal sorunlar emperyalistler için kolayca kullanılabilir bir fırsat olmuştur. Ancak, bunun sorumlusu da asla tek başına Kürtler değildir.

Türkiye yakın zamanda Talabani'yi ağırladı. Bu, bir tutum değişikliğinin işareti mutlaka. Ne tür gelişmelere bekleyebiliriz?

ABD baskısıyla tutum değişikliklerini samimi ve yararlı bulmuyorum. Önemli olan Türkiye'nin tarihsel misyonunu ve bölge gerçekliğini kabul etmesidir. ABD bölgede ebedi kalıcı değildir. Ancak Türkler, Kürtler ve diğerleri hep burada olacaklardır. Kürtlersiz bu bölgede barış tesis edilemeyeceğine göre Talabani ve Barzani ile diyalog kaçınılmazdır.

AK Parti fırsatı kaçırmamalı

Özellikle 22 Temmuz seçimlerinden sonra Güneydoğu'da dengelerin değişmekte olduğuna dair bir kanaat yaygınlaşmıştı. Kürt halkının PKK'ya desteğinde bir değişiklik var mı?

2007'de Kürtler, AK Parti'ye verdikleri oylarla sorunun çözüm adresini göstererek, ayrılıkçı unsurlarla aralarına bir mesafe koyduklarını gösterdiler. AK Parti'ye tarihî bir görev düşmektedir. Son yıllardaki sınırlı gelişmeler, Kürt sorununu çözmeye yeterli değildir. Herhalde Kürt meselesi sonsuza kadar çözümsüz kalamaz. Türkiye'nin bütünlüğü ve kalıcı barışı, ancak bu meselenin çözümü ile mümkündür. Kaldı ki bölge barışı da Kürt meselesi ile yakından ilgilidir. Kürtlerin siyasal talepleri, siyasal alana taşındığı ve ifade edilebildiği ölçüde ılımlaşır ve karşılık bulur. Kürtler; ülkelerini, bayraklarını, vatanlarını Kürt olarak sevmek istiyor. Bunun gereğinin yapılmasını talep ediyor. Peki, ülkesini, vatanını sevmek için Türk olmak mı gerekiyor?

Yerel seçimler yaklaşıyor. AK Parti davası bölge halkını nasıl etkiler?

Demokratik yollarla ve millet iradesiyle iktidar olmuş bir partiyi siyasetin dışına çıkarmak yargının işi değil, siyasetin işi olmalıydı. Muhalefetin demokrasi dışı arayışları toplumsal tepkiye yol açmakta. Bölge halkının demokratik duyarlılığı en üst seviyededir ve yerel seçimlerde oe demokrasiden ve sivil siyasetten yana tavır alacaklardır.

AK Parti, son MKYK toplantısında yeni anayasa için hazırlıkların kararlılıkla devam edeceği kararı aldı. 'Kürt sorunu' yeni anayasa ile çözülebilir mi?

Yeni anayasada 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür.' ifadesi yerine, 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan Türkler, Kürtler ve diğer etnik ve inanç gruplarının hepsi aynı milletin unsurlarıdır.' şeklinde bir ifade koyarak kesin bir çözümün tescili söz konusu olabilir. Ayrıca, Irkçılığı çağrıştıran ifadeler anayasa metninden çıkarılarak yeni düzenlemelerle tarih yazabilir.

Abdulbaki Erdoğmuş KiMDiR...

Abdulbaki Erdoğmuş 1999 seçimlerinde ANAP'tan Diyarbakır Milletvekili seçilmiş, ANAP Genel Başkan Yardımcılığı yapmış, 2005'e kadar da ANAP Merkez Karar Yürütme Kurulu üyeliğini devam ettirmiştir. Erdoğmuş'un büyük dedesi, 1850-1924 yılları arasında Genç yöresinde yaşamış, halk arasında 'Hafız Efendi' diye anılan, Hunçuk aşireti başta olmak üzere yöre halkının dini lideri konumunda olan Hasan Fehmi Efendi'dir. Hafız Efendi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında aşiretleri ve yöre halkını Rus işgaline karşı direnişe ve savaşa çağırmasıyla da bilinen bir isim. Abdülbaki Erdoğmuş'un babası merhum Seyda Molla Mehdi Efendi de İslami ilimler alanında bölgede tanınmış ve yetkin şahsiyetlerdendir. 'Seyh Said İsyanı'nın bastırılması sürecinde en ağır bedelleri ödeyen Hunçuk aşiretindedir.

Elips Yayınları'dan çıkan 'Mahzun Mezopotamya' kitabı, Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu'nun, Abdülbaki Erdoğmuş ile Kürt meselesi üzerine yaptığı bir nehir söyleşidir.

Şeyh Said'in hedefi bağımsız Kürdistan değildi

Şeyh Said ayaklanması, sonuçları itibariyle bağımsız Kürdistan hedefine dönüşse de, başlangıçta böyle bir hedef söz konusu değildi. Ayaklanmanın en temel nedenlerinden biri hilafetin kaldırılmasıdır. Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal, Türkleri ve Kürtleri 'anasır-ı İslam'ın iki kardeş milleti olarak tanımlamıştı. 1916'da Kürt beylerine mektup yazarak harekete aktif katılmalarını istemiştir. 1919'da Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtler geniş çaplı temsil edilmişlerdi. Kürtlerin bu desteğine karşılık 29 Ekim 1919'da Amasya'da yapılan görüşmelerde ve imzalanan protokollerde 'Kürtlerin serbestçe gelişmesinin sağlanacağı' ifade edilmiş, 'ırkî ve içtimaî' haklarının tanınacağı taahhüt altına alınmıştı. M. Kemal Paşa, bazı Kürt bey ve ağalarına gönderdiği telgraflarda 'Sizler gibi dindar ve namuslu büyükler oldukça Türk ve Kürt birbirinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşayacaktır.' diyerek ortak devlet ve ortak kadere vurgu yapıyordu. 'Bu Kürtler de nerden çıktı?' diye soranlara Milli Mücadele yıllarına bakmalarını öneririm.

STAR

Röportaj Haberleri

Kudüs Tugayları Tulkarem Taburu Komutanı Al Mayadeen'e Röportaj Verdi
El-Menar TV Hizbullah'ın Topçu Birliğinde Görevli Subay ile Röportaj Yaptı
Hamas Lideri Abu Marzuk: Hamas Ve Hizbullah'ın Düşmanı Aynı
Hamas Operasyonun Gizli Belgeleri: Abdurrahman Dilipak Röportaj
Eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı: Türkiye'nin Garantörlüğü Çok Uygun Olur