Kanada! Bir Kuzey Amerika ülkesi. 10 eyalet ve 3 bölgeden oluşuyor. Ülke, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na ve kuzeyde Arktik Okyanusu’na kadar 9.98 milyon km².. Yüzölçümü itibarı ile dünyanın en büyük 2. ülkesidir. Nüfusu 19 milyon. Etnik olarak %76.7’si beyaz. %14.2’si Asyalı, %4.3’ü Yerli, %2.9’u siyahi, %1.2’si Latin Amerikalılar, %0.58’i karışık ve diğer.
Kanada batı uygarlığının(!) 3 büyük merkezinin karması bir uygarlık yapısına sahip: İngiliz, Fransız, Amerika..
Şimdi size anlatacaklarım, batının öteki yüzünü gözler önüne seriyor.
Tamam, Kristof Kolomb’dan başlamayacağım. 100 Yıl Savaşlarını, dünyanın karasal olarak üçte biri büyüklüğündeki bir kıtada yaşayan dünyadaki dört ırktan biri olan Kızılderililerin yok edildikleri o “Coğrafi Keşifler” diye bize yutturulan dönemden, Afrika kıtasının işgal edilerek kara derilililerin köleleştirilmesinden, Çin ve Hindistan’ın işgal edilerek sarı ırkın başına gelenlerden de söz etmeyeceğim.
Magna Carta ya da Westefelya’dan da söz etmeyeceğim. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, bundan tam 73 yıl önce 10 Aralık 1948 günü yapılan BM Genel Kurulu oturumunda kabul edilmişti değil mi? Ben doğmadan bir yıl önce. Neredeyse benimle yaşıt. Yani İnsan Hakları Norm Hukukunun oluşması bir insan ömrü ile kıyaslanacak kadar yeni. Fransız devrimi deseniz; 5 Mayıs 1789 - 9 Kasım 1799 arası döneme deniyor. Kölelik ABD’de Abraham Lincoln tarafından 19 Haziran 1862 yılında kaldırılmış.
Aydınlanma Çağı da 18. YY’da hayat buldu. Rönesans (Yeniden Doğuş /Diriliş / Reenkarnasyon) gibi anlamlara geliyor. “Rönesans” kelimesi 1860 yılında, Çanakkale savaşından 54 yıl önce, ilk defa Jacop Burchardt tarafından “İtalya’da Rönesans Kültürü” isimli kitabında dini bir terim olarak kullanılmış. İtalyanca “Rinascita / Rinascimento”, Fransızca “Rönesans” yani hepimizin aşina olduğu “VE BA’SU, ABDEL MEVT”in batı kültüründeki karşılığı olan “Yeniden Doğuş” anlamına gelir. Kilise bunu gerçek anlamda “ölüp yeniden dirilmek” değil de daha çok “günahlardan arınma” gibi yorumlar. Yenilenme ‘regeneration’ kelimesi ile de eş anlamlıdır aslında. Sanat Tarihçisi Giorgio Vasari “Rönesans tarihi ve sanatı”nı tanımlarken “rinascita” sözcüğünü kullanmıştı.
Uygar batı bu arada biliyorsunuz 2 sıcak dünya savaşı, bir de soğuk dünya savaşı armağan etti. O da yetmedi, şimdi bir 4’üncüsü için, CoVID sürecini de kullanarak var gücüyle çalışıyor.
Bunları bir kenara bırakalım. BM 24 Ekim 1945’te kuruldu. NATO 4 Nisan 1949’da kuruldu. AET, nam-ı diğer AB 25 Mart 1957’de kuruldu. Ya hu, 1962’ye kadar batıda Hayvanat Bahçelerinin yanında insanlaşma aşamasını tamamlamamış hayvanlar diye, “Evrim Parkları”nda Kızılderili, karaderili, Tasmanyalı kadınlar, erkekler, çocuklar ve yaşlılar çırılçıplak sergileniyorlardı. Bugün batıyı yönetenlerin önemli bir kısmı, o gün o parklarda bu insanlara fıstık atan çocuklardı. O gün 7 yaşında olanlar. Bugün 66 yaşındalar. O anne-babalar daha sonraki toplumu yetiştirdiler.
Siz sanıyor musunuz ki, batı ondan sonra akıllandı. Daha barışçı, insan haklarına saygılı bir ülke oldu. Ruanda katliamı 1994’de gerçekleşti. Libya, Cezayir… geçtim. Çanakkale’de Hindistan’dan, Senegal’den getirdikleri insanların başına gelenleri bir kenara bırakıyorum. Güney Afrika’yı anlatmaya gerek var mı? Ya da Mali’de, Nijer’de, Çad’da, Somali’de yaşananları!. Hangisini sayalım, Irak’ı mı, Afganistan’ı mı! Ha bu arada batı bizim gibi ülkelere DEMOKRASİ getirmek için 1950’den bu yana 475 askeri darbe girişiminde bulunmuş. Batı ne kadar çağdaş, uygar, insan haklarına saygılı modern bir devlet değil mi? Sahi niye biz bir türlü onlar gibi olamıyoruz? Müslümanlık buna mani değil mi! Ah bu Şark kafası ah!
Bugün size anlatacaklarım Marieval Kızılderili Yatılı Kilise Okulunda yaşananlarla ilgili. 1899’dan 1997’ye kadar eyaletin başkenti Regina’nın yaklaşık 140 kilometre doğusunda, Cowessess yerlilerinin olduğu bölgede faaliyet gösterdi. British Columbia eyaletinin Kamlopps kentindeki yatılı kilise okulunun bahçesinde 29 Mayıs’ta 215 çocuğa ait ceset kalıntılarının olduğu mezarların bulunması üzerine, ülkedeki 139 okulda başlatılan radar taramalarında yeni mezarlar keşfedilmişti.
150 binden fazla yerli çocuğun ailelerinden zorla alınarak yerleştirildiği kiliselere ait yatılı okullarda, bu çocukların büyük bölümü rahip, rahibe ve diğer öğretmenler tarafından fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ve istismara maruz bırakıldı.
Ülkede 2010’da kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kayıtlarına geçen istismarların yanısıra bazı çocukların üzerinde tıbbi deneylerde kobay olarak kullanıldığı belirlendi. Federal hükümet, binlerce çocuğun açlık, soğuk ve tıbbi deneyler sonucu hayatını kaybettiği yatılı kilise okullarında yaşananlar için, 2008 yılında mağdurlardan resmen özür dilemişti.
Bu olayın, bugün Kanada’da bir yandan da Katolik kilisesinin şahsında Hristiyanlığa, Hristiyanlığın şahsında tüm inanç sistemlerine LGBT temelli, pedofolik bir saldırının malzemesi haline getirilmeye çalışıldığı yönünde bir tartışma da başlamış durumda. Ancak Katolik kiliselerinde cinsel tacize dayalı skandallar bitmek bilmiyor. Protestan kiliselerinin bazıları için ise artık bu tür konular sorun değil. Papa da zaten yeni yıl kutlamalarında LGBT’lileri de bir şekilde “Tanrının çocukları” olarak kutsamış oldu.
Bu arada unutmadan aşınızı oldunuz değil mi! Maske, Mesafe, Musluk, beyaz efendimiz ve ona hizmetkar olmayı şeref bilen “Tom Amca”mız DSÖ penceresinden ne diyor, onu dinleyeceksiniz tamam mı. Yoksa günah işlemiş olursunuz günah. Bak Diyanet bile fetvasını verdi. İsterseniz Helal sertifikası da alırlar. Yeter ki FDA istesin. Sağlığım DSÖ’ye armağan olsun! (Tevbe estağfurullah / Euzu billahi mineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim) Selâm ve dua ile