Şeyh Mahir Hammud’un 31 Ekim tarihli Cuma hutbesi şöyle:
Mümin bir delikten iki kez sokulmaz! Bu durumda bizim imanımızın derecesi ne ki bir delikten defalarca sokuluyoruz? Sürekli aynı hatalar işleniyor. Arsel’de, Sayda’da olduğu gibi özellikle 14 Mart grubunun da içinde bulunduğu bir grup var, teröristleri bu eylemleri yapmaya mecbur bırakan geçerli sebeplerin var olduğunu iddia ederek bu sebeplerin haklılığını savunuyor ve terörü meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Sonra da hatanın üslupta, zamanlamada, taktikte vs. olduğunu söylüyorlar. Teröristler de bu konuşmalardan istifade ediyorlar. Ama bu söylemlerin de zamanla değişeceğini düşünüyoruz. Bu kişiler daha önceden devletin işlediği hatalardan, adalet yoksunluğundan yakınıyor ve Hizbullah’ın devlet yönetimine geçmesi gerektiğini söylüyorlardı. Hatta Hizbullah’ın teröristlerin üstesinden geleceğini söyleyerek Hizbullah’a dayanıyorlardı.
Sonuç olarak, tecrübelerimizden ders çıkarmak ve bu kişilerin terörü meşrulaştırmasını önlemek durumundayız. Bu kişilerin Lübnan ordusunu eleştirmekteki hedefleri de budur. Elbette ki ordunun masum olduğunu iddia etmiyoruz. Hatta bizim de nasihat bağlamında eleştiriler yönelttiğimiz oldu. Ancak buradaki hedefin farklı olduğunu vurgulamak sorumluluğundayız.
Kerbela’nın anıldığı bugünlerde şunu söylüyoruz: Müslümanlar arasındaki ayrılıklar ne kadar güçlü olursa olsun, bu ayrılıkların kökeni tarihe, fıkha, herhangi bir kişiye, H. 61 senesindeki Kerbela faciasına ya da Ehli Beyt sevgisine dayanmıyor. Bilakis bugünkü ayrılıkların temelinde siyasi duruş yatıyor. Bugün İslam dünyasında ya da yerel olarak Ehli Sünnet olduğunu ve Ehli Sünneti temsil ettiğini iddia edenler aslında ihlas ile Amerikan siyasetine boyun eğenlerdir. Diğer yanda bugün siyaset sahnesinde Şia olduğunu söyleyenler yaklaşık 40 seneden beri direniş sancağını ellerinde tutanlar, İsrail’i yok etmek hedefiyle İsrail’e meydan okuyanlar, Amerikan hâkimiyetine karşı çıkanlardır. Ayrılık fıkıhtan ya da tarihten kaynaklanmıyor. Eğer bugün siyasette Şia’yı temsil edenler Amerika’ya boyun eğdiklerini açıklayıp direnişten vazgeçseler onlara olan yaklaşım Kahire’den, Riyad’a ve diğer İslam beldelerine kadar her yerde hem fıkhi hem de siyasi anlamda çok farklı olurdu.
Evet, belki de ayrılık fıkhi anlamda “Raşid Halifeler”e ve “Sahabe”ye genel yaklaşımla alakalıdır, diyebiliriz. Ancak aynı zamanda Yezid Bin Muaviye’nin özellikle Kerbala’da yaptıkları ve Kabe’yi muhasara altına alıp yakması hasebiyle suç işlediği hususunda herkes ittifak halindedir.
Biz bugün İsrail’e ve müstekbir Amerika’ya karşı yürütülen direnişe değer veren Aşura meclislerini de göz önünde bulundurarak bu yönetimin hataları ne olursa olsun, yönünü batıya da çevirmiş olsa anlayışla karşılanması gerektiği fikrindeyiz. Aşura meclislerinden Müslümanlara karşı düşmanlık besleyen, terörü destekleyenler de çıkabilirdi. Bu kişiler Hz. Hüseyin sebebine Amerika’dan ve İsrail’den intikam alıyorlar, Müslümanlardan değil… Bu da siyasal İslam’ı iyi anladıklarını ortaya koyuyor.
Ümmetin uyanması, fıkhi ayrılıklar üzerinden hareket etmeksizin saygı duymayı öğrenmesi, buna karşılık ümmet içerisinde derin yaralar açan Amerika ve İsrail’e karşı gerçek bir ittifak kurması gerekmektedir.
İslami Analiz