Aslında, dikkatli bakıldığında bu tartışma, hem Kürt siyaseti açısından çok ciddi bir kafa karışıklığını ortaya koyuyor hem de Kürt siyasetine dışarıdan bakanlara olayı doğru görme fırsatı sunuyor.
Leyla Zana'nın sözlerini daha iyi değerlendirmek için, Selahattin Demirtaş'ın, ona katkı ve destek babında Tunceli'de söylediklerini de görmek gerekiyor. Demirtaş şöyle konuşuyor:
"Arap'ın ordusu olacak, Türkler'in ordusu olacak, İsrailliler'in, Şiiler'in ordusu olacak. Ama Ortadoğu'daki Kürtler'in silahı olmayacak. Onlar silahı bırakacaklar. Biz de militarizme karşıyız. Herkes silahlarını bıraksın bu iyi niyetli bir yaklaşımdır. Ama bütün dünyanın en büyük ordularını kurmak için Arap'ından, Fars'ından, Şii'sinden, İsrailli'sinden herkes silahlanırken Kürt halkına karşı ise boynunuzu bükün oturun demek de aymazlıktır. Biz her şey silahla çözülsün demiyoruz. Leyla hanım da bunu ifade ediyor."
Kafa karışıklığı
Evet, bir kafa karışıklığı bu sözlere de ayan beyan yansıyor.
Demirtaş'ın "Araplar'ın, Türkler'in, İsrailliler'in, Şiiler'in ordusu olacak Kürtler'in silahı olmayacak" şeklindeki sözleri, Türkiye vatandaşı bir Kürt tarafından söylendiğinde, "Kürtler'in de bunlara muadil bir ordu arayışında olduğu" kanaatini ortaya koyar. Sayılanların hepsi devlettir, öyleyse siz de bir devlet olarak silahlı güç arayışındasınız, demektir?
Acaba böyle mi?
Demirtaş'ın sözlerinin "Biz her şey silahla çözülsün demiyoruz" şeklindeki devamı, ülke içinde bir çözümü işaret ediyor.
Tabii orada da nüanslar var.
Ülke içinde çözüm ama kendi silahlı gücü de bulunan özerk bir yapı halinde çözüm?
Acaba bu mu?
Yoksa silahlı gücü, bazı hakları alıncaya kadar bir baskı unsuru olarak kullanmak mı?
Bu konuda, terörle iç içe Kürt siyasetinin de bir karar vermediği görülüyor, genel Kürt kamuoyunun da, dışarıdan Kürt siyasetine sempati veya retle bakan çevrelerin de...
Ayrı devletten özerk yapıya, oradan silahlı hak arayışına kadar çok geniş aralıklar söz konusu...
Bunların her birine karşı tavır geliştirmek de farklı değerlendirmeleri gerekli kılıyor.
Silaha karşı doğru karar
Çünkü bunların içinde dağ da ayrı anlam kazanıyor, KCK yapılanması da, siyasi hareket olarak Meclis grubu da...
Terör örgütünün tehditlerine maruz kalan, bunun için koruma bulundurmak zorunda olan Kürt aydını Orhan Miroğlu, Taraf'tan Cihan Keyif'e verdiği mülakatta "Umut, BDP'nin KCK'leşmesinde değil, KCK'nin BDP'leşmesindedir" diyor. Kürt siyasetinin PKK'ya karşı özerkleşmesinden söz ediyor. "Şiddet ve silah ne devlet ne de PKK ve Kürtler için bir sigorta değildir" diyor.
Tabii, Orhan Miroğlu'nun durduğu bir yer var, diyelim Zana ve Demirtaş'ın durduğu bir yer var.
Yine PKK tarafından dağa kaçırılmış, bir askeri operasyonda can vermiş oğlu için evine Türk bayrağı asan Kürt baba Mehmet Arslan'ın ya da AK Parti'ye oy veren milyonlarca Kürt'ün de durduğu bir yer var.
Aslında daha da derin farklılıklar söz konusu silah meselesinde.
Mesela Orhan Miroğlu, söz konusu mülakatta bir komutanın 2004 öncesinde İmralı'ya gidip Öcalan'a "Devlet sizi bu yoğunlukta bir savaşla ciddiye almaz, savaşı sertleştirmeniz gerekli" dediğini naklediyor. Buna göre silahın ve şiddetin arkasında, sadece "Kürt iradesi" yok.
Bu ilişki epeyce bir zamandır biliniyor ve Türk-Kürt kamuoyunda tedavül ediyor.
Belli ki PKK, KCK, BDP cenahı, bu bilgiyi duymazlıktan, görmezlikten geliyor. Çünkü "Önder ne yapsa yeridir" kutsaması söz konusu...
Bu durumda silahla ilişkinin de netleşmesi gerekiyor, kafaların da... Yoksa silahla oynamak bela getirmeye devam edecek.
bugün