Siyonist rejim güçlerinin Mavi Marmara"ya yönelik gerçekleştirdiği barbarca saldırı ile dokuz kardeşimizi şehid edip çok sayıda kardeşimizi yaralaması olayının üzerinden bir buçuk yıl geçmesinin ardından BM Palmer raporunun basında yayınlanmasıyla birlikte, "Mavi Marmara" tekrardan gündemimize girdi.
Bizler Mavi Marmara"yı insanlık vicdanının ve ümmet sorumluluğunun parıldayan zirvesi olarak görmemizin ötesinde, 31 Mayıs 2010 tarihini, "siyonist rejim ile her alanda hesaplaşma"nın da bir dönüm noktası olarak bilmekteyiz.
Türkiye hükümeti haklı olarak, bu katliama karşılık siyonist rejimden "özür ve tazminat" talebinde bulunup katliamdan dolayı özür dilenip şehid ailelerine tazminat verilmediği sürece Türkiye ile siyonist rejim arasındaki ilişkilerin düzelmeyeceğini kararlı bir şekilde ortaya koysa da, meselenin "özür ve tazminat"tan öte bir anlam taşıdığının altını çizmemiz gerekiyor.
Kendisinden "özür ve tazminat" beklediğimiz taraf, yaptığı yanlış ile cezai bir suç işleyen herhangi bir ülke ve yönetim değildir. Eğer başka bir ülke söz konusu olsa idi, makul ve adil bir sonuç üzerinde anlaşmaya varılabilirdi.
Ancak karşımızdaki "katil", her yönüyle işgal, saldırı ve katlamlarını sürdüren "gayri bir meşru bir rejim" durmaktadır. "Suç" olan bu rejimin yaptığı herhangi bir "saldırı" herhangi bir "hukuksuzluk" değil, bizatihi kendisidir. Bu rejimin varlığı "insanlığa ve dünya Müslümanlarına karşı işlenmiş en büyük bir suç"tur.
Ümmet olarak, Türkiyeli Müslümanlar olarak, bizler sadece Filistinli kardeşlerimize, Türkiyeli kardeşlerimize yönelik işlenmiş suçların değil, bu rejimin ortaya çıkarılmasıyla işlenmiş olan "asıl suç"un takipçisi olmak durumundayız. Yani, gerçekte adaletin yerini bulması ödenecek tazminat ve yapılacak özür ile telafi edilemez. Sorulacak hesap 31 Mayıs 2010 tarihinin katliamı değil, 1948 Mayıs"ından bu yana süregelen bu terörist yapının tüm varlığına, zulüm saldırı, soykırım, katliam ve yıkımlarına yönelik olmalıdır. Bunun karşılığı da, Filistin"in nehirden denize bütünüyle özgürleşmesi, bu kanser mikrobu siyonist yapının Filistin"in her karış toprağından sökülüp atılmasıyla olur.
Mavi Marmara özelde, Gazze"ye uygulanmakta olan insanlık dışı ambargoya karşı Filistinli kardeşlerimizle insani yardımlaşma irade ve kararlılığını yansıtsa da, bu irade aynı zamanda Filistin"in bütünüyle özgürleşmesi ve siyonist yapının mukaddes ve mübarek İslam topraklarından tamamen temizlenmesi iradesidir.
Mavi Marmara özgürlük filosu, Filistin"in özgürlügünün bayrağıdır; Kudüs"ün, Aksa"nın özgürlüğünün bayrağıdır. Mavi Marmara insanlık ve ümmet adına bu terörist yapı ile hesaplaşmanın adıdır.
Mavi Marmara şehidleri, onların aileleri, gazilerimiz ve gemideki bütün kardeşlerimiz bu iradeyi yansıtmaktadır.
Dolayısıyla, BM raporu sonrasında tekrardan gündeme gelen Mavi Marmara, özellikle şehidlerimizin kanı bizden bu sorumluluğu bütünüyle kuşanmamızı, söylemlerimizi, adımlarımızı, kavgamızı bi minval üzere inşa etmemizi bekliyor.
Siyonist rejim bir hesap verecek, bu katiller bir bedel ödeyecek. Ama bu, siyonist rejim elçisinin Türkiye"den çıkarılması, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi ile sınırlı kalmayacak, kalamaz da.
Bu adımların atılmış olması, takdir edilmesi gereker adımlardır. Türkiye hükümeti bu konuda onurlu bir tavır içinde. Ancak bunu bütünden ayrı görüp, sadece bu nokta ile sınırlayacak olursak, bu siyonist yapının gayri meşru varlığına göz yummuş oluruz. İşte bunu ne vicdanlar, ne de gerçek adalet duygusu asla kabul etmez.
Bu vesileyle, başta Mavi Marmara şehid aileleri olmak üzere, bütün mücahid ve gazilerimizin siyonist rejim karşısındaki tavrımızı yüksek bir sesle ortaya koymalarının, bir deklerasyon ile bunu kakuoyuna sunmalarının çok yerine bir tavır olacağını düşünüyorum.
Sabırla, azim ve kararlılıkla, İsrail"siz bir Ortadoğu"ya doğru"
Özgür Kudüs"te buluşmak üzere
velfecr