Sımsıkı bir gündemle girdik Temmuz"a. Kapatmalar, soruşturmalar, gözaltılar, sınavlar, sınav sonuçları" Yıldızlar ve ağaçlarla birlikte, bir yaş daha büyüdük. Aramızdan eksilenler de oldu, aramıza yeni katılanlar da. Güneş ve dünya ise her zamanki gibi çok çalışkandılar, onlar hiç durmadan, geceleri bile uyumadan, döndüler, yürüdüler, yol aldılar, hiç duraksamadan ve tatile girmeden bizleri yeniden "mübarek üç aylar"a taşıdılar"
Bir tohum gibi düştü gönüllerimize Regaip" Recep ayı içinde bir fidan gibi sabırla ve umutla büyüyecek ruh dünyamız. Daha sonra genç bir ağaç hükmünde ikinci zaman dilimine, Şaban ayına gireceğiz ve en sonunda Ramazan"a erişip bir yılın hasadı hükmündeki Kadir Gecesi"ne tutunacağız inşallah"
Günler böyle böyle geçip giderken, adına gündem dediğimiz sabırsız ve tutkulu koşu, gün gelip bitecek. Tüm dünyalık gündemler yanıp kavrulurken, asli gündemi hep ertelediğimize esefler edeceğiz belki de. Ölümlü dünyanın, ölümlü gölgeleri olarak kendimizi oyalayıp durmaktayız işte, o kadar...
Zamanın Sahibi, şayet üzerimize kendi ellerimizle döktüğümüz şu uyku tozlarından silkindirmezse bizi, hiç de kalkmak niyetinde değiliz zaten o zavallı yataklarımızdan. Rab, bizi uyanık ve diri kılsın, gözlerimizdeki göz bağlarını açsın, bize ayakta duracak güç versin ki, envai çeşit oyalanmalardan geçip asli gündemimize nazar edelim" Bu nazar, bereketler sunsun bize, kulluk bilinci versin"
Ölüm her geçen gün şiddetini artıran semptomlarla yokluyor ensemizi. Taşın daha sert, rüzgarın daha üşütücü, kuru yaprakların daha kırılgan olduğunu öğrenerek giriyoruz her yeni yıla. Hastaneler, taziyeler, ansızın çalan telefon zilleri her seferinde daha dayanıksız olarak rastlıyor bize. Sadece yüz hatlarımızın değil, ağrıyan omuzlarımızın ya da ağarmaya başlayan saçlarımızın da giderek annelerimize benzediğini fark ediyoruz. Eski şarkılar durup dururken ağlatabiliyor. Otuz yıl evvel sizinle aynı sırada oturduğunu iddia eden şu orta yaşlı ve güleç yüzlü adama dehşetle bakıp; "hayır hayır bin kere hayır, sen kitaplık kolundaki o çocuk değilsin, konuştuğum için numaramı tahtaya yazan sınıf başkanı da sen değilsin, hayır seni hiç tanımıyorum" diye söyleneceğiniz geliyor" Kim çıkarsa ihtiyarlamış, kim çıkarsa yorgun, kim çıkarsa eskimiş olarak çıkıyor karşınıza" Sadece şehirler değil, köyler bile, hatta tüm adresler değişiyor, eskiden ezbere bildiğiniz tüm yolları unuttuğunuzu fark ediyorsunuz"
Sen kimsin? Nerden geldin ve nereye gidiyorsun?
Sonra, sıra; içinden en çok konuştuğuna geliyor. Seni hiç terk etmeyene. Seni hiç unutmayana, bırakmayana. Her şey akıp giderken, O hiç eksilmeden devam edendir" Sana şah damarından da yakın olana varıyor yolun. Soluğun en çok O"na değmiş. En çok O"na anlatmışsın kederini, sevincini, umudunu ve endişeni, hiçbir sırrın ve gizlin yok O söz konusu olunca" Çenene kadar battığın unutkanlıklar denizinden bir kıpırtıyla sıyrılmak istiyorsun. Saatini yeniden kurmak, gözlerindeki perdeyi aralamak geçiyor içinden. Doğruluyorsun takvimlere bakarak. Tebessüm ediyorsun. Boşa değilmiş yüreğinin depreşmesi: Hediye zamanı gelmiş çatmış. Mübarek üç aylara dayanmış gelmiş takvim yaprakları" Hamdolsun Sana Kusurları Bağışlayan Rabbimiz diyorsun"