Ron Jacobs
Nihayet sır ortaya döküldü. Irak savaşı ve işgali petrolle ilgili! Kapitalist basının defaten ilah yerine koyduğu adam, eski Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan geçen hafta yayımlanan hatıralarında tam da bunu dedi. Elbette dünyanın dört bir köşesindeki birçok insan bunu yıllardır söylüyor, fakat aynı lafı bizzat Washington'ın kendi adamlarının birinden duymak yine de pek hoş. Savaşı çıkaran şey, Wall Street ve Washington'da ipleri elinde tutanların Saddam Hüseyin'in petrole güvenli erişimlerine ciddi tehdit oluşturduğu kaygısıydı.Musaddık'ı aynı sebeple devirdi
George W. Bush ve şürekâsına göre de savaşın ve işgalin sürmesinin nedeni, söz konusu erişim güvenliğini tehdit eden ABD karşıtı 'aşırılık yanlıları'ndan duyulan kaygı. Elbette bu sözde aşırılık yanlıları esasen kendi kaderlerine sahip çıkmak isteyen ve o kaderi, hayatları Amerikan güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının devamına bağlı ve Yeşil Bölge'deki ofislerinde lüks içinde oturan bir avuç adama bırakmaya niyeti olmayan Iraklı milliyetçilerden ibaret gibi görünüyor.
Washington'ın İran'ı tehdit etmesinin nedeni de petrol ve diğer enerji kaynakları. İran devriminden intikam almak gibi başka faktörler olduğu da muhakkak, fakat ABD'nin İran'a yönelik askeri harekât tehditlerinin temel nedeni, Tahran'daki mevcut rejimi devirip Washington'ın isteklerini yerine getiren ve İran petrolüne ulaşım koşullarını sağlayan bir yönetim kurmak. ABD'nin 1953'te Musaddık'ı devirmesinin ve Şah'ı 1979 devriminden sonra bile destekmesinin sebebi buydu. Tahminlere göre İran dünyanın en büyük beşinci petrol rezervlerine sahip ve en büyük ikinci doğalgaz tedarikçisi. Peki madem öyle, ABD bu maddeleri satın almakla neden yetinmiyor?
Elbette bununla yetinebilir, fakat Washington'ın açıkça ifade ettiği enerji kaynaklarına sorunsuz ulaşmak, bu arada potansiyel hasımları da benzer bir rahatlığa sahip olmaktan alıkoymak hedefi gerçekleştirilmiş olmaz. Diğer bir deyişle, ABD'yi yöneten erkek ve kadınlar Irak ve İran'ın enerji kaynakları üzerinde en büyük söz sahibi olmak istiyorlar. Bunu sağlayabilmenin tek yolu da askeri saldırı. ABD'nin petrol satış şartlarını kabul etmeyen Saddam Hüseyin'in başına gelen buydu. Tahran'ın
kabahati de o şartları kabul etmemek.
Ancak Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve hevesli Beltway savaşçılarından menkul çetesinin açık isteklerine rağmen böyle bir askeri saldırı henüz gerçekleşmedi. Dünya buna şükredebilirse de, rahat nefes almak için de henüz çok erken. İran'a dair bazı son açıklamalarında Bush, Irak işgalinin sürmesinin bir nedeninin İran'ı dizginleme gereği olduğunu söyledi. Tahran'daki yönetim için ne düşündüğümüz bir yana, aleni gerçek şu ki, İranlılar Irak'ın geleceğinden kaygı duymak için her gerekçeye sahip. Aynı ABD tarafından desteklenen gruplara karşı kendilerini savunma haklarının bulunduğu gibi. Benzer şekilde, Washington'ın Devrim Muhafızları'nı terörist bir güç olarak tanımlamasını reddetmeye de hakları var. Neticede adil bir düzlemde konuşuyor olsaydık, özünde terörist eylemler olan işlerle iştigal eden CIA ve ABD ordusunun çeşitli özel birimleri de benzer bir tanımlamanın muhatabı sayılmalıydı.
Peki ya İsrail? ABD'nin İran ve Suriye'ye yönelmesinin arkasında İsrail'in bulunduğunda ısrar edenler var. Bu şahıslara bakılırsa, Washington'ın Irak işgaline, Suriye'ye yönelik tehditlerine ve İran'a saldırma isteğine rehberlik eden güç de Tel Aviv'in 'Büyük İsrail' arzusu. Tel Aviv'in bu ülkelerdeki rejim değişikliklerinden yarar sağlayacağı kesinlikle doğru ve Amerikan siyasi yapısının İsrail'in yayılmasını desteklediğine de kuşku yok, fakat ABD'nin Ortadoğu ve Orta Asya politikasını Tel Aviv'in belirlediğini öne sürmek büyük saçmalık. Sonuçta Washington'dan askeri ve mali destek alan Tel Aviv. Bu iki hükümetin ayrıntılarda hemfikir olduğu anlamına gelmiyor her zaman, fakat aynı kaynaklardan beslendikleri ve her ikisine de fayda sağlayacak bir dünya yaratmak istedikleri de ortada.
Ancak bu ilişkinin baskın tarafı hâlâ Washington; İsrail'in bölgesel
bir güç olarak varlığını sürdürmesini sağlayanın ABD'nin mali desteği olması bile bunun için tek başına yeterli. Dahası İsrail'in uluslararası hukuku rahatça çiğnemesine imkân veren de Washington'ın elindeki veto yetkisi.
Bu İsrail'in tek başına harekete geçmeyeceği anlamına gelmiyor elbette, fakat buradan söz konusu ilişkide ipleri elinde tutan tarafın Tel Aviv değil Washington olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Huysuz köpekler zincirlerinden kurtulmak isteyebilirler, hatta sahiplerini de ısırabilirler, fakat yemeği veren elin kime ait olduğunu da asla unutmazlar.
Petrol işçileri ne yapar?
Tıpkı Irak'taki gibi, İran'a yönelik herhangi bir saldırı muhtemelen
petrol üretim tesislerini hedef almayacak. Gerçekten de, bir saldırı yapılır da ABD'nin kara kuvvetlerini devreye sokmasına imkân verecek kadar başarılı olursa, İran topraklarına ayak basan askerlerin ilk işinin, Irak'ta yaptıkları gibi, petrol tesislerini korumak olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Emekli general Wesley Clark'ın 16 Eylül 2007'de Washington Post'ta yazdığı gibi: "Dünya petrol fiyatlarının yükselmesini önlemek için bütün petrol ve doğalgaz tesislerini, yanı sıra büyük liman ve yükleme noktalarını koruma gayretine girmek zorundasınız."
Elbette söz konusu tesislerin zaten bizzat petrol işçilerinin kontrolü altında olması gibi bir ihtimal de var, 1979-1981 arasındaki devrim sırasında olan da büyük oranda buydu. Peki o işçiler sonradan ABD öncülüğündeki 'kurtuluş' güçlerinin düşmanı haline mi gelecek? Bugün birçok Irak vatandaşının kendilerini bulduğu konum bu değil mi? Eğer öyleyse, insan İranlıların ABD ordusuyla ilgili Batı'daki komşularından ne öğrenmiş olabileceğini merak etmeden yapamıyor. (ABD merkezli internet yorum sitesi, 21 Eylül 2007
radikal