SIRAT-I MÜSTAKİM
Doğru Yolun Gereği
Dinimizi kemala erdiren, üzerimizdeki nimetlerini tamamlayan İslamı din olarak benimsememizden hoşnut olacağını belirten, kendisinden bizleri gazaba uğramışların (yahudilerin) ve sapıkların (hristiyanlann) yollarından uzak tuturak dosdoğru yola (sırat-ı müstakim'e) nimetlendirdik-lerinin yoluna iletmesini dilememizi emreden [1]Allah'a ham-dolsun.
Şahadet ederim ki, Allah'dan başka ilah yoktur, O tektir ve ortaksızdır. Yine şahadet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) O'nun kulu, hak dinle ve dosdoğru şeriatle [2]gönderdiği, bu şeriata uymasını emrettiği ve;
"İşte benim yolum budur, ben ve bana uyanlar Allah'a basiretle davet ederiz." (Yusuf: 12/108) demesini buyurduğu Rasulüdür.
İmdi, ben zaman zaman gerek doğrudan doğruya ve gerekse sorulan sorulara cevap vererek bayram törenleri konusunda kafirlere özenilmemesi gerektiğini belirtmiş, bu konuda klasik kaynaklarımızda bulunan yasaklayıcı bilgileri ve şer'i delilleri dile getirmiş, gerek kitaplı (ehl-i kitap) ve gerekse kitapsız kafirlerin izleyicisi olmaktan kaçınmanın şeriatteki gerçeklerini açıklamıştım. Bu nokta şeriatın önemli bir temel kuralı ve bir çok detayı içeren ana ilkesi olmasına rağmen, bu konuda söylediklerim hep kısa ve üstünkörü olmuş, verdiğim yazılı cevaplar da o andaki hazır bilgilerimle sınırlı kalmış, bununla birlikte bu söz ve yazıların Allah'ın takidiri oranında yararı görülmüştür.
Bir süre sonra bu söz ve yazılarımın köklü alışkanlıklarına ters düştüğünü gören bazı kimselerin söylediklerimi garip ve asılsız bulduklarını haber aldım. Bu kimseler bana karşı çıkarken bazı genellemelere dayanmaya kalkışmışlardı.
İşte bunun üzerine bir dostum benden bu konunun iç yüzünü ele alan bir eser yazmamı istedi. Ona göre böyle bir eser çok yararlı, yaygın ve etkili olacaktı. Söz konusu kafirlere özenme hastalığının çoğu kimselere bulaştığını ve bu yüzden bir çeşit Cahiliye Dönemi görüntüsüne büründükle-rini gördüğüm için bu konuda bildiklerimi kaleme almaya karar verdim. Şunu da belirteyim ki, eğer bu konudaki delillere ve alimlerin sözlerine yer verseydim, bu mesele ile ilgilenen eserlerin tümünü taramış olsaydım söylenecek daha çok şeyler bulurdum.
Kanaatim odur ki, fıkıh ilmini derinliğine inceleyerek, şeriatın incelik ve amaçları ile fıkıh alimlerinin gerçeklerini ve problemlerini iyi kavrayan kimseler bu konudaki uyarılarımızın haklılığından asla şüpheye düşmezler. Başka bir deyimle kalbinde köklü bir iman barındıran, İslamın gerçek mahiyetini kavrayarak onun Allah tarafından kabul edilecek, geçerli tek din olduğunu benimseyen herkesin böyle bir uyan ile karşılaşınca kalbinin derinliği ve imanının sağlamlığı sayesinde derhal bu uyarıyı benimseyeceği düşüncesindeyim. Fakat kalb kirliliği ile nefsin ihtiraslarından Allah'a sığınırız. Çünkü bu iki hastalık insanı gerçeği tanıyıp benimsemekten alıkoyar. [3]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ustad burada her namazda okuduğumuz Fatiha suresinin içerdiği dualara işaret ediyor. B'i bir ihtiyaçtır. Nitekim Müslim, her zaman, yalnız Allah'tan hidayet (doğru yolla iletme) istemiyle Fatiha'nm dua olarak okunmasının müstehab Uyi bir eylem) olduğunu belirtiyor.).
[2] "el-Millet-Ül-Hânifeye:": Eğriliği olmayan, dosdoğru şeriat ve dindir. İbrahim Aleyhisselam'm milletidir. Kısaca İslamdir.
[3] İbn-i Teymiyye, Sırat-ı Mustakim, Tevhid Yayınları: 5-7.
BİRİNCİ BÖLÜM... 1
PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCEKİ DURUM... 1
"Gazaba Uğrayanlar" ve "Sapıklıklar". 2
Bize Bulaşan Bazı Hastalıklar. 6
Dosdoğru Yol 11
Taklitten Kaçınmanın Delilleri 13
Özenmeyi Yasaklayan Ayetler. 14
Kıble Değişiminin Hikmeti 16
Dini Davranışlar Üçe Ayrılır. 19
Servet, Mal, Evlatlar Ancak Allah İçindir. 21
Kur'an'ın Anlaşılmasında Zaman Faktörü. 24
Müşriklere Benzemeyi Yasaklayan Hadisler. 25
Bölünmede Benzeme. 30
BİRİNCİ BÖLÜM
PEYGAMBERİMİZDEN ÖNCEKİ DURUM
Bilinmelidir ki, Cenab-i Allah'ın Muhammed'i (s.a.v.) insanlığa peygamber olarak gönderdiği sıralarda artık nesli kesilmeye yüz tutmuş bazı kitaplar dışında [1]gerek arabı ve gerekse arap olmayanı ile bütün yeryüzü halkı O'nun sevgisinden yoksun kalmış, gazabını haketmiş durumda idi.
O günün insanları başlıca şu iki kısma ayrılıyorlardı:
a) Belirli bir kitaba bağlı kitaplılar. Bağlandıkları kitap ya önemli değişikliklere uğratılarak aslından uzaklaştırılmış veya çok daha önce tümü ile yürürlükten kaldırılmış (nes-hedilmiş) Bir kitap idi. Bu kategoriye girenlerin bir bölümü de kimi kısımları belirsiz ve kimi kısımları terkedilmiş bir takım dinlere inanıyorlardı.
b) İnsanlığın diğer bir ana kısmını da arap olan ve olmayan ümmiler (herhangi bir hidayet kaynağından tümü ile yoksun olanlar) meydana getiriyorlardı. Bunlar hoşlarına giden ve kendilerine yarar sağlayacağını sandıkları çeşitli nesnelere tapıyorlardı. Bu nesneler kimi zaman bir yıldız, kimi zaman bir put, kimi zaman bir mezar, kimi zaman bir anıt ve kimi zaman da başka bir şey oluyordu. Hangi kategoriden olursa olsun, insanların tümü koyu bir cahiliyet içinde yüzüyorlardı. Bu derin bilgisizlik içinde aslında koyu bir bilgisizlik örneği olan bir takım sözleri bilgi, kesinlikle fesad (eğrilik ve kargaşalık) olan bir takım davranışları örnek ve yararlı eylemler sayıyorlardı.
O dönemlerin bilgi ve amel yönünden göze batan seçkin simalarının amacı ya eski peygamberlerden artakalan bazı bilgi kırıntıları elde edebilmekti. Şarlatanların ve uydurmacıların ihtirasları ile gölgelenmiş bilgi kırıntıları -üstelik doğruları yanlışlarına karışarak belirsiz hale gelmiş bilgi kırıntıları- veya az bir kısmı meşru, çoğu uydurma ve bu yüzden sahibine çok zararlı olabilen ayinlerle uğraşıyorlardı. Böy-Ielerinin diğer bir uğraş alanı da felsefecilerin peşinden giderek olanca güçleri ile tabiat, matematik ve iyi ahlak edinme konularında akıl yürütme oluyordu. Bu yoldaki çabanın amacı tarif edilmez sıkıntılara katlandıktan sonra, eğer olabilirse, varlıkla yokluk arasında titreşen bir nebzelik yararlı gerçek kırıntısına ulaşabilmekti. O gerçek kırıntısı ki, ne bir susuzu kandırabilir ne bir hastaya şifa olabilir ve ne de ilahi kaynaklı bilginin boşluğunu doldurabilirdi. Çünkü elde edilirse bile sapık kısmının oram gerçek kısmının payından kat kat fazla idi. O da elde edilebilirse! Üstelik bu alanın uzmanları arasındaki derin görüş ayrılıkları ve çatışmalar yüzünden elde edilebilen gerçek kırıntısını delil ve gerekçeye dayandırabiîmek imkansızlığa yakın derecede zordu.
Bu ortamda Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Muhammed'i (s.a.v,) ilahi bilgilerle teçhiz ederek peygamber olarak göndermesi insanlığa hiç bir dilin anlatamayacağı vehiç bir irfan sahibinin kavrayamayacağı derecede açık ve parlak bir hidayet bağışladı. Bu ufuk açıcı hidayet, Peygamberimizin genel olarak ümmetinin tümüne ve özellikle bilginler kesimine öylesine yararlı bir bilgi birikimi, salih amel, yüce ahlak ve istikametli gelenek sistemi sağladı ki, diğer milletlerin her türlü kusurdan arındırılmış yararlı bilgi ve davranış kalıplarının tümü biraraya getirilerek bu ilahi hidayet birikimi ile karşılaştırıl s a aralarındaki uçurum derecesindeki farkı kavramak bile imkansız olurdu. Rabbimize, O'nun sevgisine ve hoşnutluğuna mazhar olacak şekilde hamdolsun. Bu gerçeğin delillerini sunmanın ve örneklerini açıklamanın şimdi yeri değildir.
Cenabı Allah (c.c), Peyfamberimizi "Sırat-i müstakim (dosdoğru yol) ile eş anlamlı olan İslam dini ile donatarak gönderirken insanlara, her gün kılacakları namazların her rekatında kendisinden hidayet (doğru yola iletme) dilemelerini emretmiş ve bu doğru yolun "kendilerine nimet sunduğu peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların yolu olup, gazaba uğramışlarla sapılmışların yolu olmadığını" belirtmiştir. [2
İKİNCİ BÖLÜM... 1
İHTİLAFLARIN İÇ YÜZÜ.. 1
Kader İle İlgili Tartışmalar. 9
Benzemekten Sakındırmanın Yararı 11
Yahudi ve Hristiyanlara Ters Düşmek. 18
Yasak Vakitler. 24
Oturan Bir kimseye Ayakta Durarak Hürmet etmek Yasaktır. 27
Müminler Her Durumda kardeşini Desteklemelidir. 33
Yabancı Modalara Özenmek. 44
Sade Yaşamak Tavsiye Edilmiştir. 46
İKİNCİ BÖLÜM
İHTİLAFLARIN İÇ YÜZÜ
Bilmek gerekir ki, bu ümmet arasında doğan ve ihtirasları körükleyen çoğu ihtilafların bu çeşitten olduğunu görürsün. Başka bir deyimle bu ihtilaflar çoğunlukla taraflardan birini savunduğu tezde tümüyle veye kısmen haklı, buna karşılık karşı tarafı redderken haksız olduğu ihtilaflardır. Tıpkı yukarda anlattığımız olayda Peygamberimiz'in hakemliğine başvuran iki Kur'an okuyucusu gibi. Bu oîayda okuyucuların her ikisi de kendi okuma tarzında haklı, fakat karşı tarafın okuma tarzının yanlış olduğunu söylerken haksızdır.
Çünkü insan çoğunlukla bir şeyiflspat edip benimserken değil de, bir şeyi inkar edip yalanlama şeklinde beliren reddetme tutumu sırasında cehaletin pençesine düşer. Sebebine gelince insanın ispat ettiği şeyi kavraması, reddetiği şeyi kavramasından daha kolaydır. Böyle olduğu İçindir ki, bu ümmetin Kur'an ayetlerini karşılaştırıp aralarında çelişki araması yasaklanmıştır. Çünkü çelişki arama amacı ile karşılaştırmanın özü karşılaştıran ayetler arasında bağımsızlık olduğu farzedildiği takdirde bu ayetlerden birine inanıp öbürünü reddetmektir. Sebebine gelince iki zıt şey biraraya gelemez.
Bunun bir örneği Müslim'in, sahabilerden Abdullah b. Rebah'a[1] dayanarak anlattığı şu olaydır. Bu olayın ilk kaynağı olan Abdullah b. Amr -Allah her ikisinden de razı olsun- şunları anlatıyor:
Bir gün öğle sularında Peygamberimiz'in yanına gitmiştim. O sırada Rasulullah, mescidde yoktu. Bu arada iki kişinin bir ayetin nasıl okunması gerektiği konusunda tartışmakta olduklarını işittim. Tam bu sırada Rasulullah çıka-geldi, öfkeli olduğu yüzünden okunuyordu. Bize dönerek:
"Sizden önceki ümmetler kitabları konusunda ihtilafa düştükleri için helak oldular."[2] buyurdu.
Görüldüğü gibi Rasulullah kızgınlığının sebebi olarak bizden önceki ümmetlerin helak olmalarına yolaçan kitab ha-kında ihtilafa düşme tutumuna bağlıyor. Bu da eski ümmetlerin bu konudaki tutumundan belirlilikle ve diğer alanlardaki tutumlarından da genellikle uzak durmamız gerektiğini gösterir.
Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Kur'an'da açıkladığına göre ihtilaf iki kısmdır. Birincisi'nde çatışan tarafların her ikisi de kınanmıştır. Aşağıdaki ayetler bu çeşit ihtilafa örnektirler:
"Eğer Rabb'in dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat insanlar sürekli olarak ihtilafa düşüyorlar. Yalnız Rabbinin rahmet ederek ihtilaftan sakındırdıkları müstesna..." (Hud: 11/118-119)
Görüldüğü gibi, Cenab-ı Allah, bu ayette rahmet bulunanların ihtilaftan uzak kalan kimseler olduklarını belirtiyor. Şu ayetler de aynı anlamdadır:
"Çünkü Allah, kitabı gerçekle indirmiştir: Kitab hakkında ihtilafa düşenler derin bir anlaşmazlığa sapmışlardır." (Bakara: 2/176)
"Kendilerine kitab verilenler,onlara ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskinçhktan dolayı ihtilafa düştüler." (Al-iİmran:3/19)
"Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa saplanıp ihtilafa düşenler gibi olmayınız."
"Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlere Sen'in yapacağın hiçbir şey yoktur." (En'am: 6/159)
Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyanlar hakkında Kur'an'ın iki yerinde şöyle buyuruyor:
"Bu yüzden Kıyamet gününe kadar aralarına kin ve düşmanlık saldık. Allah ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecektir." (Maide: 5/14)
Yahudiler arasındaki ihtilaf Kur'an'm iki yerinde şöyle anlatıyor;
"Biz onların arasına Kıyamet gününe kadar sürecek kin ve düşmanlık saldık. Ne zaman bir savaş ateşi yak-salar Allah onu söndürür." (Maide: 5/64)
"Fakat onlar dinleri konusunda çeşitli guruplara bölünüp parçalandılar. Her gurup kendi inancı ile böbürlenir oldu." . (Mü'minun: 23/53)
Öteyandan Peygamberimiz ileride ümmetinin yetmiş üç guruba ayrılacağını bildirdikten sonra: "Bu gurupların, biri dışında hepsinin cehennemlik olduğunu ve bu tek gurubun "Cemaat" gurubu, başka bir rivayete göre de "Bu gurup, bu gün Ben'im ve sahabilerimin yolundan gidenler olduğunu"[3]buyurmuştur. Başka bir deyimle ihtilaf çıkaran tarafların ezici bir çoğunlukla helak olacaklarını, bunların için-de sadece bir gurubun kurtulacağı ve bu gurubun "ehli sü-ünet vel cemaat gurubu olduğunu açıkça haber vermiştir.
İhtilafın bu çeşidinde tarafların çatışma sebebi bazan kötü niyettir. Bu durumda vicdanları kin ve azgınlık duygulan, yeryüzünde kargaşalık çıkararak mevki kapma ihtirası ve buna benzer çirkin arzular egemen olur. O zaman insan karşısına aldığı kimseye üstün gelebilmek için onun sözünü veya davranışını kınamaktan ya da onu küçük düşürmekten zevk duyar. Tıpkı bunlar gibi kendisi ile aynı sorunu, aynı mezhebi, aynı beldeyi paylaşanların veya dostlarının görüşlerini destekler. Çünkü bu yollardan kendisine yakın gördüğü görüşlerin yaygınlaşıp tutulması ona şeref ve mevki kazandırır. İnsanlar arasında bu tip tutumlar ne kadar yaygındır! İhtilafın bu çeşidi zulümdür, hak sınırını aşmaktır.
Kimi zaman da ihtilafı körükleyen sebep, ya tarafların aralarındaki çatışma konusunun gerçek mahiyetini bilememeleri veya tartışan taraflardan birinin karşı tarafın dayandığı delili kavrayamamaları, ya da taraflardan birinin kendi delil ve hükmünün haklılık payını bilememesidir.
Demek ki, ana sebepleri cehalet ve zulümdür ki, bu iki şey bütün kötülüklerin kaynaklarıdır. Nitekim Cenab-ı Allah
(cc):
"Fakat bu emaneti insan yüklendi. Hiç şüphesiz, O çok zalim ve çok cahildir." buyuruyor. (Ahzab: 33/72)
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 1
BOZULMANIN BAŞLANGICI 1
Gayretkeşlik Doğru mu?. 13
İmtiyaz Tanımamak. 17
Kitab'ı Nefse Göre Değiştirmek. 17
Veda Hutbesinin Önemi 21
Hayvan Keserken Özentiden Kaçınmak. 23
Ezanın Ortaya Çıkışı 26
Tören Yasağı 29
İcma-i Ümmet'in Tutumu. 31
Ayırımın Hikmeti 32
Hükümdara Dahi Ayağa Kalkmak Hoş Görülen Adetlerden Değildir. 45
Şeytana Muhalefet 51
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BOZULMANIN BAŞLANGICI
Bu ümmetin içinden bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği görebilirler. Allah'ın Rasulullah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan yine Allah'a sığnınz. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uy arıyorlardı. Nitekim Buhari'nin, Ebu Esved'e[1] dayanarak belirttiğine göre Ebu Musa, ÎSasra'İı Kur'an okuyucularına elçi olarak gönderilmişti. Basra'ya varınca üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara şunları söyledi:
"Sizler Basra'nın seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'an'i sık sık okuyunuz, uzun süre ara verip, kalble-rinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet suresine benzettiğimiz bir sure okuduk, fakat şimdi onu. unuttum. Yalnız onun şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altım olsa üçüncüsünü ister, onun karnım ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebaha surelerinden birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu kadarı aklımda kaldı:
"Ey müminler, yapmadığınız şeyi niye söyler siniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz."[2]
Görüldüğü gibi sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularım uzun süre Kur'an okumaya ara verip, kalble-rinin katılışması tehlikesi karşısında uyarmaktadır.
Bilindiği gibi "Allah'a verilen sözü bozma, tutmama" kavramı, Allah'ın emir ve yasaklarım çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu belgeyi sunuyorum. İb-ni Kesir diyor ki:
A'meş'in anlattığına göre Ebu Amile Ferazi[3] dedi ki;
"Abdullah îbn-i Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim, îbn-i Mesud şöyle dedi:
"İsrailoğulları, uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına attılar.
Bu işin öncüleri aralarında Önce şöyle dediler: "Bu yeni kitabı israiloğultarına sununuz, eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa onları öldürünüz." Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar: "Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez."
Bu konuşma üzerine sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablannı gönderdiler. Olup bitenleri önceden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı ve astı ve elbiselerinin altına sakladı.
Bir süre sonra yola çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine:
"Bu kitaba inanıyor musun?" diye sordular. Adam da onları eli ile göğsüne işaret ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek:
"Bu kitaba tabii ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?" diye cevap verdi. Bunun üzerine heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar.
Bu bilginin kendisine çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde saklanan gerçek kitabı buldu'ar. Bu durumu görünce "Demek ki O, -Bu kitaba tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım? derken uydurmacıların getirdikleri kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti." dediler.
Bu kitab uydurma olayı yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi kitab yüzünden "Zülkam (boynuzlular)" adını alan guruptur.
"İçinizden, bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir."[4]
Cenab-ı Allah (c.c) yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu "Iralbleri katılaşanlar" a benzernemizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle noktalıyor:
"Ey müminler, Allah'dan korkunuz, Rasulullah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin. Allah af ve merhamet edicidir."
Ehl-i Kitab bilsinler ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfü uda n bir şey elde etmeye güçleri yetmez. Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 57/28-29)
Ayette emredilen "Rasulullah'a itaat" O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği şeriate uymaktır. Bu görev, "ruhbanlık" tan kaçınmayı da içerir. Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 1
ÖZENMEDE FARKLILIK.. 1
Arap ve Acem Meselesi 4
Arapçanın Gücü. 15
Arap Kimdir?. 20
Eski Şeriatier ve Biz. 23
Sakıncalı ve Sakıncasız Özentiler. 28
Yabancı Bayramlar ve Şenlikler. 31
Yasak Adaklar. 37
Bayramın Anlamı 38
Bizim Bayramlarımız. 42
İbadet Dili 50
Kafirlere Benzemek İki Türlüdür. 66
Güneşe, Yıldızlara Dua Ve Secde Edenler: 67
Peygamberler Üzerine Yemin Etmek. 70
Sapık Sözlü Dualar. 71
Duada Tevessül 73
Peygamberimizi Adım Adım İzlemek. 82
Peygamberimizin Ayak İzleri 87
Haccda Ziyaret Edilecek Yerler. 87
Özellikle Ziyaret Edilecek Mescidler. 88
Dirar Mescidi 89
Mescid-i Aksa. 92
Kudüs Ziyareti 93
İsrailiyyat Meselesi 94
Daha Önceki Peygamberlerin Hikayeleri 95
İtikaf İbadeti 98
Şefaat Meselesi 100
Şehadet Kelimesinin Özü. 109
İslam Terimi 112
İslam ve Zaman. 113
Tevhid Ehli ve Müşrik ve Bid'atçılar. 114
Tevhid Terimi 117
Tevhid'in Farklı Anlamları 117
Kader Bahane Yapılabilir mi?. 120
Kafirun ve İhlas Surelerinde Tevhid Anlayışı 122
Peygamberlerin Üslubu. 124
Son Sözümüz Dua. 126
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÖZENMEDE FARKLILIK
Bilmelisin ki, kafirlere ve şeytanlara benzemekle eski araplara ve acemlere (genel olarak yabancılara) benzemek arasında gözden kaçırılmaması gereken önemli bir fark vardır ve bunun kısaca açıklanması gerekir.
Bu da şöyledir: Kafirlik ve şeytanlık niteliğinin özü Allah, Rasulullah ve mümin kullar tarafından doğrudan doğruya kınanmışken, araplık ve yabancılık vasfı özü itibari ile Allah, Peygamber ve mümin kullar tarafından kayitsız-şart-sız olarak kınanmış değildir. Tersine mesela bedevi araplar bu bakımdan "bahtsızlar" ve "kötüler" ile "müminler" ve iyiler" diye iki kısma ayrılırlar.
Cenab-ı Allah (c.c.) bu kısımların birincisini oluşturan "bahtsızlar" ve "kötüler" hakkında şöyle buyuruyor:
"Bedevi araplar, küfür ve münafıklıkta daha yaman ve Allah'ın, Rasulullah'a indirdiği prensiplerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir. Bedevi araplar arasında öyleleri var ki, verdiği sadakayı angarya sayarlar ve sizin başınıza belalar gelmesini gözlerler. Gözledikleri o belalar kendi başlarına geleseceler! Allah işiten ve bilendir."
(Tevbe: 9/97-98)
Aynı konudaki diğer bir ayet de şöyledir:
"Bedeviler arasında savaştan geri kalanlar" Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu.Bizim affedilmemizi dile" diyecekler. Onlar kaiblerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. Onlara de ki: "Eğer Alah size zarar vermek istese veya sizin için bir fayda dilese sizin için Allah'ın dilediğine kim engel olabilir? Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Her halde siz sandınız ki, Rasulullah ve müminler bir daha ailelerine hiç dönmeyeceklerdir ve bu düşünce size hoş göründü. Kötü zanna kapıldınız ve (bu yüzden) helak olmaya îayık bir topluluk oldunuz." (Fetih: 48/11-12)
Buna karşılık Cenab-i Allah (c.c.) bedevi arapların "müminler" ve "iyiler" kesimi hakkında da şöyle buyuruyor:
"Bedevi arapların diğer bir kesimi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, verdikleri sadakaları Allah katında yakınlık ve Rasulullah'ın duasını kazanmaya vesile sayarlar. Gerçekten o verdikleri sadakalar kendilerine Allah katında yakınlık sağlayıcı bir vesiledir. Ail.ih onları ilerde rahmetinin kapsamına alacaktır. Hiç şüphesiz, Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir."(Tevbe: 9/99)
Biz biliyoruz ki, taşradan gelip peygemberimize (s.a.v.) bağlılık sunan bedevi sah;ihiler içinde şehirli ve kasabalı sa-habilerden daha faziletli olanlar vardı. İşte Allah'ın kitabı olan Kur'an da bu bedevilerin bir kısmını yererken başka bir kesimini de övmektedir. Tıpkı şehirlilere ve kasabalılara yaptığı gibi. Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'ı Kerim'in bir yerinde şöyle buyuruyor:
"Gerek civarımzdaki bedevi araplar ve gerekse Me-dîne'liler arasında katı münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, ama biz biliriz. Allah onlara iki kat azab verecektir. Sonra da büyük azaba havale edileceklerdir."
(Tevbe: 9/101
KİTABIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN