Siyasete girmek isteyenlere

Abdurrahman Dilipak

Bizim geleneğimizde Pendname adında öğüt kitapları vardır.

Bilenler bilmeyenlere, tecrübe sahipleri tecrübelerini kendinden sonrakilere anlatmak için aktarırlar; “katlanmak zorunda kaldığım güçlükler, benden sonrakiler için baht kaynağı olsun” diye.

Seçimler yaklaşırken herkes bu işe çok hevesli.

Siyaset toplumun mes’uliyetini yüklenmektir. Kişinin kendi nefsinin, ailesinin sorumluluğunu yüklenmek için bu kadar istekli olması pek akıl kârı değil. Böyleleri ya ne istediklerini bilmiyorlar, ya da kendileri ve çevrelerine zarar verecek tehlikeli hesaplar içindedir.

Hele birilerinin toplumun vekaletini üstlenmesi gereken birilerini bu işi kendi hesapları uğruna tayin etmesi de ayrı bir felakettir. Kul hakkıdır. Sonra o kişiler halkın vekaletinden önce, kendilerini o makama getirenlerin dediğini yapıyorlar. Yüzlerini Hakk’a ve halka değil, efendilerine dönüyorlar.

Siz de akıllı, dürüst ve cesur insanları seçin, cahil, ahmak, zalim, fasık, kafir, münafık, müstekbir, mütrefin, tembel, korkak, fitnekâr, yalaka BİREY’leri seçmeyin. Sonra onların yaptıklarından dolayı siz de zarar görürsünüz ve ateş size de dokunur.

Ali İmran 118’de Allah mealen buyuruyor ki: “Ey o bütün iman edenler! Ağyarınızdan yar tutmayın, sizi şaşırtmakta kusur etmezler, sarpa sarmanızı arzu ederler, görmüyor musunuz buğzları ağızlarından taşmakta, sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür, işte size ayetleri sarih bildirdik aklederseniz.

Ötekiler konusunda dikkat edin. “Sizden olanlar / olmayanlar” derken, yetkisini sizden alan, sizin hak ve hukukunuzu koruyan ve size hesap verenleri anlayın bana kalırsa. Bu herhangi bir “dostluk” değil, böyle bir “ahidleşme” konusu. Karşılığında cennetin, daha doğrusu ilahi rızanın elde edildiği bir biad!

Siz de ehliyet ve liyakattan uzak olanlara vekalet vermeyin. Ali İmran 188’de ne deniyordu bize: “Yapıp-ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” O yalancılardan uzak durun. Onlar sizin duymak istediklerinizi araştırıp, size onu söylerler ve yapacakları kendi nefislerine danışırlar ve sizden gizlerler. Onları kendinize veli edinmeyin, sonra sonunuz hüsran olur.

Biliyorsunuz, def-i mazarrat celb-i menafiden evladır. Bu tür Şeytanlaşan, belhum adal tipi insanlar, insanları Allah’la bile aldatmaya kalkabilirler.

Bir kardeşimiz derlemiş, bana da bir arkadaş gönderdi, ben de eklemeler yaptım bu konuda, Ahmet Vefik Paşa “ideal yöneticiyi” tanımlayan 24 M formülü şöyle sıralamış : 1. Muteber (İtibar gören, Saygın), 2. Mutena (Seçkin), 3. Mutedil (İtidal sahibi, Ilımlı), 4. Mu’tezim (Azimli/Kararlı), 5. Mutlif (Affedici, Bağışlayıcı), 6. Muvakkit (Zamana Duyarlı, zamanını israf etmeyen), 7. Muvaffak (Başarılı), 8. Muzaffer (Galip), 9. Müdebbir (Tedbirli), 10. Müeyyid (Disiplinli), 11. Mütefekkir (Düşünür), 12. Müferrih (Güleryüzlü, Ferahlatan) , 13. Muhibbi (Gönül ehli, Sevgi dolu), 14. Mükrim (Cömert, İkram eden), 15. Mültefit (İltifat Eden, güzel söz ve hikmetle konuşan), 16. Mümeyyiz (İyiyi kötüden ayırabilen), 17. Münevver (Hakikatin bilgisine sahip, Nurlandırılmış); 18. Mübeşşir (Müjdeleyici), 19. Mübeccel (Yüceltilmiş), 20. Muvahhit (Tek Allah’a İnanan), 21. Mücerrib (Tecrübeli), 22. Müfarik (Fark Edebilen, tefrik edebilen), 23. Müeyya (Her zaman işiyle ilgili her göreve hazır olan), 24. Müceddid (Yenileyici, iki günü birbirine eş olmadan ilerleyen)..

Prof. Üstün Dökmen bunu 55’e kadar uzatmış (Birtakım eklemelerle); 25. Müteşebbis (Girişimci), 26. Müstebit (Baskıcı, istibdat yanlısı olmamalı), 27. Mütehassıs (İhtisas sahibi, Uzman), 28. Müşfik (Şefkatli), 29. Mucit (Yeni buluşlar yapabilen, İcad eden), 30. Müstaid (İstidat sahibi, Kabiliyetli), 31. Muasır (Yaşadığı zamana ve mekana şahid, o asrın imkan ve risklerinin farkında olan), 32. Müstakil (Bağımsız), 33. Mütemadi tekamül (Sürekli gelişen, iki günü birbirine eş olmayan), 34. Müstazim (Azimli), 35. Mücerret düşünce/Müşahhas konuşma ve Muhid (Soyut düşünen / Somut konuşan, İbn-i Haldun gibi düşünüp gibi düşünüp, babaanne gibi konuşan, ihata eden/kuşatan), 36. Müşahid (Gözlemci), 37. Mütevazı (Tevazu sahibi, Alçak gönüllü), 38. Müzakereci (Konuyu efradına cami, ağyarına mani ele almak için istişare ve müşavere etmeli), 39. Mutaassıb (Körü körüne inanan, dayatan) olmamalı, 40. Müsrif olmamalı (İsraf etmemeli), 41. Müvesvis (Kuşkucu) olmamalı, 42. Mukallid (Taklitçi) olmamalı, 43. Müzevvir (Arabozucu) olmamalı, 44. Müessir (Etkili), 45. Mes’uliyetli (Sorumluluk sahibi), 46. Mülayim (Yumuşak), 47. Müsterih (Huzurlu), 48. Müfsid (İfsad eden) olmamalı, 49. Müsavata (Eşitliğe) ehemmiyet vermeli, ayırımcılık yapmamalı, 50. Münafık (İki yüzlü) olmamalı, 51. Müdahalede aşırıya kaçmamalı (Yeterli bilgi toplamalı) 52. Müneccim olmamalı (Kahinlere inanmamalı), 53. Müşkülpesent (Zor beğenen) olmamalı, 54. Mahzun olmamalı (Her daim hüzünlü, ümitsiz olmamalı, ümidvar olmalı), 55. Münasip Müsamahalı (Uygun hoşgörülü)

Mücahid olmalı, “efradına cami ağyarına mani” düşünmeli ve kuralları bu açıklıkta belirlemeli, sabırlı olmalı, paylaşmayı ve paylaştırmayı bilmeli, görev taksimi yapabilmeli, Şehvet esiri olmamalı, fuhşiyat, alkol, kumar ve uyuşturucudan uzak durmalı.

Siyasete heves edenler dikkat etsinler, “Bir gün gelecek yer başka yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah’ın huzuruna çıkacaklardır.” (İbrahim 48. Ayet).

O zaman bu işi hakkı ile yapmayanlar için bu iş dua ile istenen belaya dönecektir. Onlar bilsinler ki, geleceği yalnız Allah bilir, din ve devlet büyükleri İlah ve Rab değildirler. Mutlak anlamda masum da değillerdir.

Göklerin hazinesinin anahtarı onların elinde olmadığı gibi, göklerin ordularının komutası da kendi ellerinde değildir. Onlar şunu unutmasınlar, ihtirasla istedikleri her şey, onlar için bir imtihana dönüşecektir.

Diplomasiye meraklı ve ötekilerle iş tutanlara gelince, onlara da kitabın bir uyarısı var:

O size kitapta şunu indirmiştir: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın; aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz...” (Nisa, 140).

Selâm ve dua ile.