Bugün yazım iki bölüm. İki bölüme birden bakın bakalım. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda!
Trump ya da Boris Johnson. En büyük 2 ülkenin başında bunlar var. Avrupa’nın ilk ikisine bakıyorsunuz, Merkel ve Macron. Mekke ve Medine’nin içinde bulunduğu Suudi Arabistan’ın başında Veliahd Prens Selman var. Kudüs’ün içinde bulunduğu ülkenin başında Netanyahu bulunuyor.
Düne damgasını vuran İngiliz devlet adamı Winston Churchill, Amerikan devlet adamı Franklin D. Roosewelt’i düşünün, Fransa’da De Gaulle, Almanya’da Konrad Adaneuer.. Mesela neden bir Aliya İzzetbegoviç gibi insanlar dünyada yönetim makamında değiller.
Siyaset bu kadar ucuzlatılmamalı idi. Aslında siyasette değil her yerde durum bu değil mi: Kaht-ı Rical. Yani “Adam yokluğu”.
Böyleleri de vardı tabi: BBC2 televizyonunda Frank Skinner’ın sunduğu programa katılan İngiliz yazar Timoty Good, 34’üncü ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’ın en az üç kez uzaylılarla toplantı yaptığını öne sürdü. Good, FBI ajanlarının telepati yöntemi ile iletişim kurduğu uzaylılarla gerçekleşen toplantıların New Mexico’da bulunan hava üslerinde gerçekleştiğini iddia etti. (18.2.2012 tarihli bir haber). Soğuk savaşı başlatan da “Eisenhower doktrini” idi. Sonuçta adamın bir doktrini vardı..
Bizde, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk, Kenan Evren, Demirel, Ahmet Necdet Sezer deyince insanların aklında kalan ne acaba! Biz bunların eline kaldık.
Avrupa’da da durum çok da farklı değil. Siyaset sadece tepe isimler açısından değil, yasama, yürütme seviyesinde gerçekten perişan durumda. Batı demokrasisi doğru tercih için iyi bir yöntem değil. Belki bu açıdan ABD’deki başkanlık seçimlerinde uygulanan iki dereceli seçim daha mantıklı. Sonuç da ortada!? Sonunda tencere yuvarlanıyor kapağını buluyor. Ama sorun tepe isimle sınırlı değil. Yönetenlerle yönetilenler arasında tencere - kapak, ya da “U Borusu” gibi bir denge var. Toplum kendine benzeyen birini seçiyor. Seçilen de toplumu kendine benzetiyor.
Bu devir “cilalı adam devri”. Biz de gördük, çeyrek ekmek arası döner, bir kutu ayran, 15 dakika, reklam ajanslarının hazırladığı bir konuşma metni, haftanın en popüler şarkıcısının bir konseri % 7,5 oy yapıyor. Halkın din, ideoloji uğruna kimlerin peşine takıldıklarını gördük. Halk çok dürüst birilerini istemiyor. Benim işimi görsün, ne yaparsa yapsın havasında. Politikacı denilen adam da, halka duymak istediği şeyi söyleyerek vaziyeti idare ediyor.
Günümüzde iyi bir politikacının şartı şu: İyi bir berber, iyi bir terzi, iyi bir makyaj ustası, iyi bir diksiyon hocası, iyi bir metin yazarı, iyi bir basın ve halkla ilişkiler müşaviri, iyi bir sosyal medya yöneticisi. Sizi STK’lara, “Cemaat”lere, meslek odalarına, sendikalara, kuruluşlara pazarlayacak geniş bir danışmanlar topluluğu. İnsan Hakları, Çevre, Engelli, Kadın, Gençlik bunlar önemli. Sanat çevresi ile dirsek temasını kaybetmeyeceksiniz. Kural şu, hangi gün birini bir programa çağıracaksanız, o ayın en popüler sanatçısını ve en çok konuşulan eserini afişe çıkacaksınız. Bir taraftarın da bir oyu var, şeyhin, âlimin de, taraftarı daha kolay tavlarsın. Kesin bir takım yurtdışı bağlantılarınız olmalı. Askeriye, İstihbarat, Sermaye ile bir kanaldan temas sağlamalısınız. Zengin dostların olmalı. Biraz fıkra öğrenmelisiniz.. Atasözü, şiir, özel günler için anında sorulduğunda dağarcığınızda bir şeyler olmalı. Bir politikacının bilmeyeceği şey yoktur!? Olamaz! Çok sıkışırsanız, her zaman geç kaldığınız, çıkmak zorunda olduğunuz bir toplantınız olmalıdır. Sonuçta gelinen noktada durum şu: Siyasete güven kalmadı. Yolsuzluk, rüşvet, torpil, ahlak dışı ilişkiler artık her kesim için söz konusu.
Georgetown Siyaset ve Kamu Hizmeti Enstitüsünün anketine göre, ABD halkının üçte ikisi ülkenin bir iç savaşa doğru sürüklendiği görüşünde imiş. Bu habere sevinmeli miyiz?! Ha! “Zalimler için yaşasın cehennem” de, bir ülke halkından söz ediyoruz. Asıl durmamız gereken yer, zalimlere karşı mazlumların yanında yer almaktır. İnsanların birbirini öldürmesinden kendi için çıkar hesabı yapmak değil. İnsanları Hakk’a ve hayra çağırmamız gerek. Biz bırakın ulusalcı olmayı, Müslümancı da değiliz. Olamayız. Biz insancı da, yani “Hümanist” de değiliz, Rasyonalist de değiliz, Kapitalist de değiliz, Sosyalist de değiliz, Nasyonalist de değiliz. “Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber” Biz Hakk’a tapan bir milletiz. İnsan kılıklı bir mahlûk hayvana haksızlık yaparsa biz hayvandan yana oluruz. “Hak merkezli” bir anlayıştır anlayışımız ve bu bizim imanımızdandır. Haksız elde edilen servet de, makam da, o verene de, onu alana da lanet olsun! LA! Bu yeryüzünde İlahlık ve Rablik, Tanrılık taslayan din istirmacılarına ve devletlülere, güç ve servet sahiplerine “LA” demeden Müslüman olamayız. “La ilahe”. İlahe demeden Müslüman olunmaz çünkü! Ama burada kalırsa da dinsiz oluruz. Devamını getireceğiz. “İllallah” diyeceğiz. Bunu sadece kelime olarak söyleyip kalmayacağız, O’nun adına, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olma iradesi ile adaletten, barıştan, hürriyetten yana, herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, insanların mallarının, canlarının, namuslarının, akıllarının ve inançlarının, canlıların nesillerinin güvende olduğu, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, Hakk’ı ikame eden, İttihat temelli, İttifak ve İtilaf ile yeryüzüne yayılan bir düzen kuracağız. Çünkü biz âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz!
Birçok siyasetçi, “ulusal çıkar” diye ahlaksızca bir şeyin peşinde. “Kişisel çıkar” ne kadar ahlaksızca ise, “kişilerin kolektif çıkarı” esas alan şey de o kadar ahlaksızca. “Buna “Cemaat çıkar”ı “kabile çıkarı” da diyebilirsiniz. “Çıkar”, “Menfaat”, bu temelde meşru ise kimsenin bunu eleştiri hakkı yok. Ama burada söz konusu edilen meşru ya da gayrimeşru, “benim çıkarıma olan her ne ise o” anlamında kullanılıyor. İşte bu ahlaksızca bir şey! ABD şimdi böyle davranıyor. Mesela biri diyor ki, “Evet; Trump kötü, ahlaksızca, ama onun başkan olması benim menfaatime, onun için ben onu kendi ulusal çıkarlarım açısından ne kadar eleştirirsem eleştireyim, öte yandan onun ABD’nin başında kalması için ne lazımsa yapmam gerekir. Evet, bu da ahlaksızca. Ve burada şirk olan başka bir şuuraltı var. “Hüküm sahibi Allah’ın rızası” yok bu işte. Hani biz adil şahit olacaktık, haklıyı, doğruyu, mazlumu savunacaktık. “Ben kendi çıkarımı” esas aldım ve başkasının acısı üzerine kendime zafer hayal ediyorum. Daha da önemlisi kadere, rızka, ecele hükmeden Allah’ı işin içine katmıyorum. Ben yapıyorum ve O’nu hesaba katıyorum. İşte bu şirktir. Burada tevhidi bir bakış açısı yoktur, düalist bir bakış açısı vardır. Amerikalılar için de kötü olan bir şeyi, onların yanlış bir kararı karşısında onlara hakikati söylemeden, o belanın onlarda kalması ve kötülüğün sürekliliği için kötülükten yana taraf oluyorum.
Bakın bugün “ulusal çıkar”dan bahsedenler, aslında yalan söylüyorlar. Bir kez bu yola sapınca, yarın kendi kişisel ve/veya örgütsel çıkarlarını ulusal çıkarın önüne koyarlar. O halka verdikleri sözü unutur kendi çıkarları için ulusa zulmederler. Bu hep böyle olur! Haksız para, mal ve makam sahibini şeytana satar. Onlar insin şeytanına dönüşürler. Bir yandan da “Ulusal çıkar” sözleri, başka aidiyetlerini de kullanarak münafıklaşırlar. Bunun sağı-solu, Alevisi-Sünnisi, Laiki - İslamcısı yok, hepsi böyledir.
Darbecilerin hepsi, bu lanet olası darbeleri “ulusun çıkarları” için yapmadılar mı? Sonunda da bankaların içini boşaltıp, hazineyi yağmalamadılar mı? Oysa şöyle demem gerekirdi: “Bir kavme / topluluğa olan düşmanlığım/öfkem beni onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli”. Ve demem gerekirdi ki: Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi, benim önerim olmayacaktır.
Biz “Beni öldürmeye gelenler bende dirilsinler” diyen bir gelenekten geliyoruz. Biz bütün insanlığı Hakk’a ve hayra çağıracağız. Yeryüzünü fesada verenler, eğer dünyada 5 temel emniyetin ortadan kaldırılması için ellerine kılıç almışlarsa, o işten vazgeçip “eman” dileyene kadar onlarla savaşırız. Tevbe etmedikçe, o ifsat iddialarından vazgeçmedikçe de onlara fırsat vermeyiz. Tevbe eder, zararlarını tazmin ederlerse, o zaman tekrar kardeş oluruz. Selam ve dua ile.